Evimiz köyün alt başında bir tepenin üzerine kurulmuştu. Buradan baktığımda karşı dağlardaki ormanların görüntüsü çok güzel olurdu. Kış günlerinde ayvana çıkar uzaklardaki evlerin bacalarından çıkan dumanları seyre dalardım. Bir hüznün başlangıcıydı sanki ilk çıkan baca dumanları. Köy kadınlarının sırtlarında dolu sepetlerle hayvanlara yiyecek götürmeleri benim için bir sinema görüntüsüydü. Baharda kırılan ağaçların yeni sürgünleri kurutulmuş öbeklenmişti. Evlerin daldalıklarına konulmuştu. Bu dallar özenle budanır hayvanlara yem olarak verilirdi kış boyu. Mısır sapları küçük birer tepe olmuştu evlerin yakınlarında.Kuşlar devamlı bu tepelere konar,gün boyu kalan mısır tanelerini yerlerdi.Bazen Karabaş ürkütürdü onları. Uçar yeniden konarlardı.
Köy yerinde günler geçmezdi. Kar çok yağar,tüneller açarak çıkardık evlerimizden çoğu zaman. Bazen komşularımız gelir sohbetler ederdik.Onların yanlarında oturmak benim çok hoşuma giderdi. Hz. Ali’nin hatıraları anlatılırdı. Dede Korkut Masallarıyla büyümeye çalışırdım. Mutluyduk mutluyduk işte. Anam, babam, kız kardeşim benim dayanağım idiler. Onlarsız bir gün bile düşünemiyordum. Sevgi bumuydu acaba ? Yüreciğim onların değil miydi?
Kış sona ermiş, saçaklardan eriyen karların damlaları evin alt sınırında iz etmeye başlamıştı. Bir gün babam :
- Oğlum bu gün karşı yamaca odun yapmaya gidelim. Odunumuz bitti.Çıra da çıkarırız.
- Olur baba. Dedim.
Karların eridiği yerlerde kardelenler başlarını çıkarmışlar, güneşin endamına nazlanıyorlardı. Babam önde elinde baltasıyla gidiyor. Ben peşinden belime sardığım iple onu takip ediyordum.Babamın ayağındaki Trabzon lastikleri bazen ters dönüyor, altı üstüne geliyordu.Homurdandığını duyuyordum ara sıra. Dereden karşıya geçmemiz gerekecekti. Karşı yamaca güneş devamlı vurduğu için etraf daha çok açılmıştı. Çam ağaçlarının kökleri yamaca doğru sarkmıştı. Dere karların erimesiyle kabarmış, geçmemiz biraz zor olacaktı. Tek ağaçlı asma köprüden geçmek zorundaydık.
-Geçebilir misin ? Dedi babam.
-……………
- Korkma ben elinden tutarım.
Köprüye yaklaştık.babam elini uzattı.Tuttum.Çok sıktığımın farkındaydım. Köprüyü geçtik. Bir çam ağacının yanına yaklaştık.Yıllar önce kesilen çam kurumuş,her tarafından reçineler akmaktaydı. Babam baltayı salladı ‘’ iyi çıraymış’’ dedi.Köklerini eşelemeye başladık. Her baltayı vuruşta çam kokuları yayılıyordu etrafa. Babam kütüğüne asılıyor ben küçücük vücudumla kökleri kaldırmaya çalışıyordum. Çıkardık .Altını üstüne getirdik. İkiye ayırdı babam. Bu kütükleri babam alacaktı.Çünkü çıralı odunlar çok ağır olurdu. Taşıması zordu.Dal odunları hazırlamak için ormana dalmıştı babam. Ben tepedeki evimizi seyre dalmıştım.Evimizin etrafında koşuşmalar vardı.Sanki ağlama sesleriydi kulağıma gelen. Donmuş kalmıştım.Babama bile bağırmaya gücüm kalmamıştı.
- Baba..Diye bağırdım.
- Gelsene buraya. Dedi.
- Baba bizim evin etrafında insanlar koşuşuyor. Ayvanda da kalabalık var.Bir şey olmasın ?
Koşarak yamacın kenarına geldi.Bir şeylerin olduğunun farkına varmıştı.
- Haydı gidelim.Yarın gelir hazırlarız.Dedi.
Koşarak aşağıya indik . Asma köprüyü nasıl geçtiğimizi hatırlamıyorum. Eve vardığımızda babamın ayakkabılarından birinin olmadığını gördüm.Evimizin içinden ağlama sesleri geliyordu.Bizim geldiğimizi gören birkaç kişi bizi karşıladı. Babama sarılıp:
-Başın sağ olsun,Allah sabır versin.
-Geride kalanlara Allah uzun ömür versin.
Beni de hiç tanımadığım birisi kollarının arasına alarak eve soktu. Bizim içeriye girdiğimizi görenler daha sesli ağlamaya başladılar. Babam açık duran odanın içine hızla daldı. Bir erkeğin ağlamasını burada gördüm. Sekinin üzerine uzatmışlardı annemi.Üzerine babamın Ardahan şeherinden getirdiği yorgan yüzünü örtmüşlerdi. Koşup cansız bedenine sarılıverdim kimse tutamamıştı beni . Ağlayışlar benimle birlikte artmıştı. Ablam yan sekide halamın kollarında kaybolup gitmişti sanki. Daha yaşına varmadan anasız kalmıştı garibim. Ben ne yapacaktım ? Daha okula bile başlamamıştım. Boyum küçük olduğu için bu sene vermemişlerdi. Seneye ablamla birlikte gidecektim. Bu düşünceler nereden gelmişti aklıma şimdi ? Ayvana çıktım karşıdaki armut ağaçlarının altına annemin mezarını hazırlamışlardı. Annemin ölmesiyle evimizin direği kırılmıştı sanki.Sallantıda idi yaşantımız .Evin bütün yükünü kız kardeşim üzerine almıştı.Oysa o da hastaydı. Kara kuru biriydi ablam.Karın ağrısı çeker,başının ağrıdığını söylerdi hep.
Bahar gelmiş ağaçlar, çayırlar çiçeğe bezenmişti. Yemyeşildi her yan.Bu günlerde ablam da hastalanmıştı Karın ağrısıdır geçer dedi babam ve koni komşu.Oysa geçmedi.Bir akşam üstü ablamı da kayıp ettik. Umudumuz tükendi.
Bir sene içinde iki can vermiştik. Babam ve beni hayat örselemişti.Çok bitkindik.Gelen bahar bizi hiç sevindirememişti. Baba oğul kalakalmıştık kimsesiz.
Baharın sonlarına doğru babam Tepeköy’e gitmiş yanında uzun boylu incecik bir kadınla beraber dönmüştü.
- Kim bu ? Dedim.
- Üvey anan . dedi babam .
Donmuş kalmıştım.Ne diyebilirdim ?Ağlamaya başladım.Babam yanıma geldi.
- Ağlama oğlum, mecbur kaldım. Bize yardımcı olacak bir kadına ihtiyacımız vardı. Yemeğimizi yapar elbiselerimizi yıkar,sana ana bana da eş olur.
- ………………
Analığıma alışmak zorundaydım. İçim içimi yese de Yaz başlarına doğru babam eve erken geldi. Beni yanına çağırarak;
- Seni Okrabaget köyündeki halamlar ‘morbet ‘ olarak almak istiyorlar.
- Ben gitmek istemiyorum.
- Hayvanlarına bakacak,onlara yardımcı olacak birine ihtiyaçları varmış.Bence gitmelisin. Yarın gideriz beraber.
Yine yataklara attım kendimi, ağladım ağladım ağladım….Sabah olmuştu babam yan odadan seslendi:
- Kalk artık ,kızdırma beni.
Kalktım elbiselerimi giydim. Analığımın yüzüne bakmadan aşağıya indim beklemeye başladım babamı.Yeni kalacak köyüm evimize iki saat uzaklıkta idi.Babamla yan yana yürüyorduk.Ayaklarım ileri gitmiyordu sanki, yollar uzanıyor, gönlüm daralıyordu.Köye yaklaştığımızda babam:
- Göreyim seni yüzümü kara çıkarma.dürüst ve çalışkan ol.
- Olur baba .Dedim sessizce.
- Şehre giderken uğrarım yanına senin.
Bilal Ağa’ların konağına yaklaşmıştık Konak köyün en güzel konağı idi. Etrafı çevrilmiş,İçerden koyun kuzu sesleri geliyordu. Bizi gören birkaç kişi dışarıya çıktılar.Babama sarılıyorlardı.Ağlayan biri vardı o da halasıydı.Merdivenleri çıktık.Pencerelerinden köyün her tarafını gören bir odaya aldılar bizi. Ev pırıl pırıldı. Sekilerin üzerlerine renkli keçeler sermişlerdi. Duvarlara el dokuma halıları asılmıştı. Gönüllerinden geçen ayrılıkları,acıları ve sevinçleri halıların üzerine işlemişlerdi. Her halının kenarında dokuma tarihi ve emek edenin adı vardı.
Köye iyice alışmıştım. Koyunları alıyor, meralara salıyordum. Akşama da tam tekmil geri getiriyordum. İyi bir’’ morbet’’ olmuştum. Bazı zamanlarda Bilal Ağa’ya yardım ediyor, onunla birlikte tarlaya gidiyordum. Çok sevmişlerdi beni. Bende onları sevmiştim. Bu arada yıllar yılları kovalamış on yedi yaşına girmiştim. Saçları kıvırcık, yakışıklı bir köy delikanlısı idim artık. Ara sıra babam geliyor yeni analığımdan olan kardeşlerimi getiriyordu. Üç kardeşim olmuştu.. Ben eski köyüme gitmiyordum artık Burada benim gibi garip bir ailenin kızına sevdalanmıştım. Günlerim onu düşünmekle geçer olmuştu. Babası vermekte nazlanıyordu. Bense evlerinin yanındaki dut ağacına çıkar sazımla türküler yakardım.
‘’Rabatın deresini
Severim birisini
Seni bana verseler
Düşünmem Gerisini.
Elmayı al eyledim
Sülesi yol eyledim
İkimizi görmüşler
Ellere de söyledim.
Şu sazımın telleri
Seni çağırır gülüm
Eğer kızdım üzdümse
Lal olsun ağzım dilim.’’
Kaçtık beraber. Bir kaç gün akrabalarımızda saklandık. Mahkemeye düşmüştük. Hakim sordu. Biz birbirimizi seviyoruz dedik. Hakim baktı baktı ve:’’Oğlum bu cep aynası’’ al götür dedi. Mahkeme bizi barıştırdı. Köye döndük. Eşimin evine ‘ içgüveysi’ olarak yerleştim. Bundan böyle kendim, eşim ve kayın pederim için çalışacaktım.
ERTÜRK DEMİRCİ