Yine gün akşam oldu, gurbetin penceresinden ışıkları kapatmadan bir şiir, öykü veya bir nesir yazmalıyım dedim kendimce.
Ruh durumum neyi gösteriyordu, gözlerimi kapatıp kendimi dinledim. Ne tür bir konu seçmeliydim? politika, savaş, gurbet,
psikoloji, gençlik, eğitim! sağlıklı yaşam, ihanet, güven, sevda, aşk, ten uyumu, cinsellik, ihanet, evlilik, boşanma!
Yaz dedim kendime yaz, yazda ne yazarsan yaz.
Gözlerimi açtığımda bir saatin başını yemiştim bile.
Evet, zamanı yazacaktım, nihayetinde tüm mefhumlar zaman içerisinden hasıl olmuyor muydu?
Zamanın akışına bıraktığımız dönemler vardır hani. Bazen; Aman bu günde böyle olsun dediğimiz, acaba doğru muydu yaptığımız bu iç serzeniş, canım sıkılıyor havamda ise değilim dememiz?
Havamız yerindeyse Amenna, iyi de iş bu havayı bulabilmek mi yoksa yarata bilmek miydi?
Hayat sanırım soru ve cevaplardan müteşekkil.
Bu yaşam hengamesinde yaşımın altmışa merdiven dayamasıyla, hayat tecrübelerimle, görüp geçirdiklerimle ben bu havamı bula bilmiş miydim?
Yada bu havanın neresindeydim? Kaybolduğum neler yoktu ki içerisinde..
Neşesinde, hazzında, hüznünde. Bazen koca günümün yumuşak bir pamuk tarlasında çıplak ayakla yürüyüşüm gibi geçtiği,
bazen de saniyelerin gün gibi uzayıp bana zehir ettiğini...
Bazen en umulmadık yerler de, içinden çıkılamayacak durumlarda, kelimeler iki ayrı devletin uyumsuz politikası gibi olurdu içerimde, didişip dururdum..
Sonra savaşırdım kendimle, çevremle, insan psikolojisi nasıl da değişken, her kişi biraz kendinin delisidir, kişi biraz kendisini tahlil ettiğinde
bu bariz bir şekilde görülürse de! Yok canım daha neler, ben deli miyim denir. Ama öyledir.
Danimarka'ya evlenerek gelmiştim, İstanbul'da güzel bir çocukluk ve gençlik dönemini geçirerek.
Ailemin tek kız evladı ve de oldukça nazlı, evleneceğim şahsın beni sadece ve sadece 3 aylığına söz verip de getirdiği.
Bu 3 aylık süreyi ailemin yanında geçiremez miydim? O zaman ki şartlar müsaade etmiyor muydu? Evet ediyordu ama!
Nihayetinde evleniyor ve evli oluyorsunuz, otomatikman uyum söz konusu devreye giriyordu.
Avrupa bana oldum olası ilginç gelmiyordu, bu 3 aylık periyot benim 33 yılımı yemişti bile.
İstanbul gibi bir Metropol de 6 yıl çalışmışlığı olan ben!
Danimarka ülkesinde bir köy yaşamına sıkışıp kalmıştım, ne günler ne aylar ne de yıllarımı geçire biliyordum, ta ki yavrularım olana kadar!
O dönemler de tanıştığım aileler Türkiye'nin kırsal alanlarından gelenlerden neler öğrenmedim ki!
Gaziantep'te doğup Antep yemekleriyle büyüyen İstanbul'da yetişen ben, Avrupa'da; envaı çeşit ev yoğurdunu, türlü hamur işini, böreklerini,
ev baklavasını öğrenmiştim. Sıkıntım bunlar mıydı? Elbette değildi. beni o nesil anlayamıyorlardı..
hiç unutamadığım olaylardan bir ise; 25 yaşında ve çocuksuz olduğum dönemim de, bizi 3 çocuklu bir aile yemeğe davet etmişti.
Hediyemizi alarak onlara gitmiştik, kapıyı evin çocuklarıyla beraber, babaları açıp bizi içeri buyur ettiler..
Gözlerim evin hanımını arıyordu, ne gelen vardı ne de giden, çocukların yaşları on ile on beş arasında değişiyordu.
Benim şık modern giyimim ya çocukları veya eşi tarafından anneye intikal edilince, evin hanımı içeriye girememiş,
ne kadar acı; güven duyguları aile içerisinde gelişmemiş bir Kadın diye içimden üzülerek geçirdim.
Ve kızı ile annesinin yanına öbür odaya gidip hoş geldiniz faslını orada öpüşerek giderdim.
Beni öğretmen sanarak utanmış, içim biraz daha acımıştı, belli ki ruhunun derinlerinde, okumak ukde olarak kalmıştı.
Ziyaretine gittiğimiz o evin çocukları, şimdiler de 40 yaşın üzerinde seyreden torun torba sahipleri.
Erken evliliklerinin, yetişme tarzlarının ört ve adetlerinin kıskacında evlatlarını da erken veren ve pekte mutlu olmayan bir kesim.
Neden böyle erken veriyorsunuz, nerede sevgi, nerede aşk, nihayetinde bu gençler, bir ömür geçirecek, bir 24 saatin üçte biri
yatak odası, ten uyumu vs...
Dediğim de, bana; güldürdün bizi gari deyip omzuma dokunurlardı ki! Yazık diyordum kendi kendime, hem de çok yazık...
Danimarka ve İskandinav ülkelerinde, cinsellik ilkokul öncesinde, kreşlerde başlar.
Kendi çocuklarımı okul öncesi kreşlere gönderdiğimden dolayı biliyorum...
Yine bir gün misafirliğe gelecek olan hanıma; evde oyuncaklarımız çok, ama çocuklarının her zaman elinde olan sevdiği birer
oyuncağını getir demiştim, tamam deyip telefonu kapatmıştık. Yarım saat sonra bana telefon ettiğinde, sen bana ne yaptın? demez mi!
Hayırdır canım dediğim değse, çocuklar oyuncakların elbiselerini soyup soğana çevirmişler.
Bende ona; sen o çıkarmış oldukları elbiseleri bana getir, çocuklarını da sıkıştırma lütfen, hadi bekliyorum demiştim.
Kapı çalındığında, çocuklarıma; arkadaşlarınız geldi deyip önümde onları kürelemişdim bile, sevinç çığlıkları atarak kapı açıldı
kucaklaşmalar sarılıp öpüşmeler hoş geldin beş git tinler, gülüşerek çocuk odasına her beraber girmiştik ki.
Misafir hanım, neden burası der gibi, ağız burun hareketleri yapıyordu. Çocuklar bize, aaa annelerimiz de oynayacak bizle dediklerinde,
evet anneciğim, bizlerde oynayacağız dedim. Ben ve arkadaşımın çocukları bizim Barbie oyuncaklarla sadece 5 dakika oynadık.
Oyuncaklarla oynarken de, elbiselerin birini çıkarıp birini giydiriyordum, onlara hangi kıyafetlerin Barbielere daha çok yakıştığını
sorarak adeta gözlerine hitap etmeleri çabasındaydım. Kendimce ikna olmuştum misafir arkadaşıma, hadi dedim işaretle,
çocuklar bizim gidişimizden bir haber adeta dörtlü koalisyon gibilerdi.
Aradan bir saat dilimi geçmişti ki, misafirimizin çocukları oyuncaklarıyla gelip, birden annelerine; oyuncaklarımızı biz giydirdik ama sende
evde giyin babamda terbiyesiz sende demesin mi!
Arkadaşım çocuklarının üzerine nasıl hışımla yürüdüyse benimkilerde dahil korktular. Devreye girerek, kek pasta börek meşrubatla işi yine götürdüm.
Arkadaşıma, öğüt vermek haddim değil ama çocuklar üç yaşında da olsa beyinlerine yazarlar bunlar üstelik beş yaş gurubu,
bizim yatak odasının kapısı her zaman aralık durur, bu çocuğa güveni aşılar.
Eşin bakın çocuklar ben annenizi nasıl öpüyorum deyip dudağına yapışacağına..
Sabah kahvaltısında, iki dizine iki yavrusunu alıp, Hadi annenizi çağrın hepimizi öpsün deyip,
burunlarımıza veya yanaklarımıza buse kondursun demesi gerekirken! Seni yargıladığımı sanma, Türkiye'nin kırsalından gelen,
halen kendini yetiştirmeye çalışan genç bir hanımsın. Kurslara gidiyorsun bak ne güzel, ama her nedense iş cinselliğe geldiğinde
konuşmaya bir habersin dediğim de, bana; eşim sevmez bu tür konuşmaları ne yapayım.
Soru bende hazır; korunmayı sevmeyen eşin neyi sever çok çocuklu olmanı mı?
Eski eşinden olan üç çocuk neyine yetmez, problemlerinden dolayı mı bu yatıp kalkmalarınız...
Ona ten uyumunun ne olduğunu sormuştum, nasıl bir kahkahadır o acıyla karışık.
Kendi kendime, işte sana kendi bedeninden bir haber evlenmek için evli olan ruhunun derinliklerinde gezmeyen bir uyumsuzluk örneği demiştim.
Ben ise yardım etmeye çalışarak, gayem aranızı bozmak hiç değil, ben doğrusunu söyleyeyim, gerisi sana kalmış canım demiştim sitemle birlikte..
Biraz daha ileri giderek, senin on yıl sonrasını düşünemiyorum, beş altı çocuklu dediğim de..
Evet şimdi beş çocuklu beli bükük bir anne, Bu da yetmez gibi kocasının diğer çocuklarıyla da bu haliyle cebelleşen..
Kimsenin kimseye müdanesi bile olmayan kadın haklarının en üst düzeyde ki ülkesin de hem de!
Burada erkeğin despotluğu sökmez, Danimarkalı erkekler bizim erkeklerimizden daha ılımlı ve saygılıdır.
Her zaman savunduğum unsuru yineleyeceğim..
Neden müdanesi yok, çünkü kadına değer veriliyor, hakları çiğnenmiyor, her hangi bir kurumda veya alış veriş merkezinde,
tanımadığınız halde size gülümseyip kapı açabilen referansla yana çekilip tatlı tebessümle selam verene nasıl selam verilmez
Nasıl bir rahatlıktır Avrupa görmüş medeniyetli erkeklerimizin!
''Köyden indim şehre şaşırdım birden bire'' Evet aynen böyleydi işte.
Yabancı bir ülkede sayısı binleri bulan Türk babadan doğanlar, İskandinav ülkeleri veya Avrupa ülkeleri ne fark eder.
Örf adet gelenek görenek kültürümüzün bir parçası, insan ne kadar kendini geliştirirse geliştirsin, ahlaklı erdemli faziletli olmalı,
bu evliyken yabancı kadınları kandırarak dulum ayağına yatarak kadınları parsellemekse, nerede saymış olduğumuz faziletler?
Kadınına yeterli eğitimi ve kıymeti veremeyen bir ülkeyiz. Anladım ki ruh doygunu bir ülke değiliz.
Hem Türkiye'den evli hem burada yabancılarla kalıp onlardan çocuk peydahlayan, dini bütün cami kapısı aşındıranlar..
Çocukları Danimarkalı anneden yabancı kültürle yoğrulmuş nice canlar heba oldu, kimi kimden ayırıyorlarsa, SÜT KUZULARI MEMEDEN AYRILIR MIYDI HİÇ ?
Kimisi Türkiye'ye kaçırdı, kimisi bıçakladı, kimisi hapislere düştü, yabancı ebeveynler nefretle sevginin arasında, çocuklarının hatırına arkadaş oldu.
Türk erkeklerinin görmemiş ve cehaleti, Danimarkalı eşleri seks objesi görmekten öte değildi, ahlakla özdeşleşmeyen!
Evde Türk hanımı yemek bulaşık çocukla uğraşsın, hafta sonları kocalar kadın kovalasın. Bunu bilip sineye çekenleri de gördüm,
bana ne evine ekmek getirsin, elin sokak süprüntüleri düşünsün, bana bir şey olmaz diyenlerin rahim kanserinden döl yuvalarının alındığını da.
Bunları ima ettiğimde, kadınların benden uzaklaştığını hissediyordum ama, yine de içimden ''Beter olun diyemiyordum ''
Bulunduğum şehirde süslü bir hanım imajım halen bu yaşıma rağmen sürmekte, bu beni o dönemlerde oldukça rahatsız ediyordu..
Şimdiler de nasıl diyorsanız! O dönem ilk Jenerasyon olmasından ötürüydü, nihayet bu rahatsızlığım sona erdi diyebilirim.
İkinci Jenerasyonla dahi bu tarz çarpışmalarım oluyorken, nihayet dedim nihayet işte..
Yeni nesil yani üçüncü kuşak okuyor daha aydın fikirli, bilinçli, ayakları üzerinde durabilen
en azından ne istediklerini bile bilen ve evlilik seçimlerindeyse kendileri karar verenler ki, bundan dolayı da oldukça sevinç duyuyorum..