Sahi hatırlayan var mı? Sevdaya düşmek nasıl bir şeydi?
Uzun zaman oldu, aklımda âşık olmaya dair kırıntılar kalmış.
Sanki bir kıvılcım değiyordu gönüle. Gökten hop diye gözlere bir ahenk düşüyordu ve dünyada ki tüm nesneler pembeye boyanıyordu. Herkes, her şey güzeldi. Neye baksan hoştu sanki. Bir de tuhaf bir gülüş yayılıyordu dudaklardan, gülümsüyorduk sürekli.
Hani o aşka dair ilk günler vardır; yerinde duramazsın zıp zıp zıplayasın , hop hop hoplayasın gelir sebepsiz . Sorarsın “pil mi yuttum nedir bu durum”.
Ah o ilk günler kavak yelleri nasıl da deli eser, tanıyamazsın kendini. Bir uçtan bir uca tutuşursun, bilmediğin alev parçaları vardır yüzünde.
O muhteşem kişiyi gördüğünde elin ayağın titrer, heyecandan bayılma nöbetleri geçirirsin de kimse bilmez… Bir göz vuruşu, bir tatlı tebessüm yeter bazen sohbetlerin nicesine. Gözden kalbe yol vardır ya o delice atan kalp, sıra kadem basmaya hali hazırdadır. Başın ya bulutlarda ya gökkuşağında dolaşır. Ayaklarının bastığı yeri görmek ne mümkün.
Buyurun size divane misali..
Hatırlıyorum gözbebeklerimin nasıl parladığını. Etrafa neşeyle gülücükler saçtığımı..
Sevdaya düşmek ne tatlı şeydir… Adı üstünde aşk belası…
Yılları eskittik mahzenlerde, büyüdükçe olgunlaştık. Korkular, ürkeklikler besledik kenarımızda. Daha bir tedirgin, çok daha temkinli adımlar biriktirdik.
Yok öyle eski delice tutulmalarımız.
Bir de kalbimiz vardı değil mi? Hani pamuklara sarıp sakladığımız. Tek derdimiz incinmesinden çekindiğimiz.
Kalbi korumak mümkün mü sizce?
Aşk kalbin tatlı belası belki de.