Meltem yolun yarısını çoktan devirmiş, uzun boylu, alımlı, masum bakışlı, dalgalı saçlarında ağır  Fransız parfümü kokan, hafif meşrepliği kabul etse de etmese de, artık bu yolun yolcusu olan,  bir hayat kadınıydı. Hele o uzun tırnaklarıyla saçını arkaya atıp savurmaları,… Ah o yok muydu,  kendisiyle özdeşleşen?
-Ya üzüm gözleri, uzun kirpiklerinin ardı sıra masumane çağrılarda bulunan.
Gözlerinin masumiyetiydi belki de erkeklerin dikkatini pür dikkatle çeken.

Fettan bir kadının, masum bakışlarla ne işi olabilirdi ki? Davetkar bakışlarla, loş davetlere davet çıkarmak varken!

Gerçekten fettan mıydı? “Kör bir karanlığın yırtılan ar damarı bu olsa gerek” dedi iç çekerek.  Kimin suçuydu çatlayan ar damarı kavramı? Babasının arkadaşı olan şarapçı amcanın mı? Yoksa isterik iç dürtüsüyle gelen merakının mı? Beyni arsızca  nasıl da zonkluyordu fire vermeden.

Her şey bir kız arkadaşıyla sahil kasabasının lokantasında,  hayata dair sitemli konuşmalarla başlamıştı.

“Ah Nalan ah” diye başlamıştı sözlerine Betül denilen arkadaşı.  “Ne işimiz var buralarda bilmem,  şimdi büyük bir şehirde kazan kepçe misali olmalıydık diye gülüşerek.

Betül  ^”liseyi zor bitirdim ama hangi bankaya müracaat etsem, kadrosunda ya çaycıları eksik ya da temizlik elemanları” deyip hayıflandı.   “Bıktım bizimkilerin iş bul çalış demelerinden, e anlat ya sen”  dedi Betül.

Nalan dudak bükerek, “of ya bildiğin aynı terane işte, babamın arkadaşı var ya hani şu manifaturacı, konfeksiyoncu, kasketli Hulusi amca. Kızın gelip çalışsın iyi bir iş bulana kadar demiş, sanırım oraya kapağı atacağım.”

Lüks restoranda envaı çeşit yemekler tatlılar, ha birde papyonlu kibar etrafta fır dönün garsonlar…  “Kırmızı, bilmem kaç kadeh şarap ne hoş olurdu değil mi” demişti Betül arkadaşına. Tıraşsız garsonun;  “ Abla başka arzunuz?” diye sormasıyla  ikisinin de kıkırdayışıyla son bulmasıydı kıyı lokanta macerası.

İki kız birbirlerini öperek lokantadan ayrı ayrı çıkarak, biri evine diğeri ise iş konuşmasına manifaturacıya gitmişlerdi.

Akşam üzeri Betül beni istemeye gelecekler dediğinde;  Nalan, hayırlısı olsun canım ama hislerinde ne kadar eminsin, görücü usulü de olsa konuşmakta fayda var,  Ankara’ya tayini çıkacak diye de karambole getirmesinler seni deyip telefonu kapatmıştı, hem sevinmiş hem de arkadaşsız yalnız kalacağından dolayı üzülmüştü.

Betül’ün   kısmetinin çıkmasıyla, yerinin de variyetli olması, çalışmasının bir öneminin olmadığını gösterince, böylece evlenmeğe karar vermiş. Eşinin görevi gereği ise Ankara’ya tayini de çıkınca, Betül’ün  ve Nalan’ın yolları tamamen ayrılmıştı.

Hulusi amcanın dükkanları arasında mekik dokumak, Nalan için bir vazife olmuştu.  Ama  babası yaşında ki adamla ilişki de canını sıkmıyor değildi. Durum ayyuka çıktığında ise, Nalan kasabadan tek başına sırra kadem basmış, ailesinin ve sülalesinin yüzkarası ilan edilmişti.

Tası tarağı toplayıp İstanbul’a  adım atmıştı atmasına ama! Büyük şehrin çarkları Nalan’ı çarçabuk mimleyip Meltem yapmıştı bile.

Nasıl giyinmeliydi, aynanın karşısında kendini seyretti uzunca bir zaman. Ne güzel bir ten ama kıymeti bilinmeyen hem de tarafımdan dedi usulca sırrında ki SEDEF KAKMALI aynaya.

İstanbul’a gelişinin on beşinci senesiydi, her gelişi devriyesinde, çalışmadığı ve kendisini hayat muhasebesinde sınadığı tek gündü. Betül ile konuşmalarıysa adeta dün gibi aklındaydı, şu an nasıl mutlu muydu acaba, kaç çocukları olmuştu? Eşi tarafından seviliyor muydu? İnşallah  dedi sessizce.

Komşuları ona iyi gözle bakmıyorlardı elbet,  hep bir dışlanma söz konusuydu. Komşu erkeklerinin gözleri ise albenisi bol olan Malan üzerindeydi, ama yaptığım onca hatadan sonra, olmaz diyordu, içinde ki Nalan, bari çevrenden uzak dur.

Ev içerisi de oldukça pespayeydi giyimi, ama dışarı da bir afeti devran ki hak getire, edası, işvesi, cilvesi, zarif dönüşleri, ayak bileğinde yürüdükçe adeta dans ettirip iç gıcıklattırdığı altın kalpli halhalı.

İstediğim gibi bir birliktelik diye hayıflandı, bu artık benim için bir lüks dedi iç çekerek.  O kan kırmızısı rujuyla, şuh maskesini takın malıydı, makyajını ağır yapan Meltem, gündüzleri tam tersiydi.

Rahatsız mıyım nedir? Yıllardır bu düşünce yiyip bitiriyor beni, demek içimde  bir nebze ar damarım duruyormuş!

Peh deyip alaycı bir gülümsemeyle aynada ki yüzüne göz gezdirdi, şahadet parmağıyla yüzüne dudaklarına dokunarak.

İşte gör halini gecesi hoş ve yitik kadın, bu ıslak ve aralık dudaklar senin mi?

Dudakların yangın olsa ne ki,  böyle aynalarla sevişirsin ancak, şarap rengi ruju, dudak çevresinden taşıracak kadar bol sürmüştü.

Şehevi bir ses tonu ile, yapmacıksız ama canımın çektiğince sevişmek istiyorum. Dudak izini aynaya çıkarmıştı öperek; İşte dedi, sen busun, adın, sanın, çağrılış şeklin sen bir fahişesin!

Tekrar dudak boyasıyla aynada bir kadın silueti çizerek, uzun tırnaklı parmaklarıyla  iyice aynayı buladı,  kendini ifade edip bulamayan kadın. Keşkelerini yaratan aza kanaat etmeyen, ah Nalan ah.. 

Göğüs kafesi daralmış, hop oturup hop kalkıyordu.  Binlerce erkeğin tezgahından geçen Hulusi amcasının saldırısıyla, aldığı sayısız hediyelerle bu yolu merakından seçen hoş ama boş kadın! Rol kesmekten gına geldi, eğer bu işin raconu bu ise, beni kimse hak etmiyor, ben bana yeterim, demişti demesine lakin, kendini öz benliğinde bulamamanın çılgın telaşı vardı ruhunun albenisinde.

Yaşantısının yırtık eteklerinde, v/ahı çok olandı ah Nalan! Kötü bir esinti seçmişti kendince, ama takma adı Meltem olmalıydı kulağa hoş gelen yeli, karşı cinse sürdüğü ağır parfümleri, kulağa fısıldanan müstehcenlik, bam telinden çalmalıydı. Kalın tabanlı poliüretan siyah ayakkabıları, sütun bacakların kırmızı dar eteği, ipek siyah iç gösteren gösterişli bluzu ve askısız dantelli yarım beyaz sutyeni. Olmadı diye mırıldanıp dudağını büzerek, evet değiştirmeliyim ya sutyeni veya bluzu. 

Sonrasında vazgeçmişti, amaç dikkat çekmek değil miydi, nereden bilinecekti ki hafif meşrepliği? Neon renkli boyun fularıyla aksesuarı tamamlamalıydı.

Parsayı toplasam ya üç veya bilemedim beş yıl, namus dedi, iç seli hıh dedi alaycı.. Namuslu amcaların yaptığı namussuzluğun; benim namusum yanında yok olduğudur bildiğim ama, bende sürüklendim be iç sesim dedi ağlayıp inleyerek..

Yaş geçti, ne çoluk çocuk dedi, ne de çömlek, izbe bir yerde ölümü beklemek! Nice taze piliç arkamda bir dolu bu meşrepliğe salt rahat yaşam uğruna geçmek isteyenler varken!

İçinden, ne kadınmışım be diye geçirdi. Sabah yatak, öğlen yatak, akşam yataktı, içine yandığımın kıytırık, dağınık hayatı.

Şarabını fon dip yapıp şişenin dibini bulmuştu. Zamanın kendisini ladeslediğinin farkına bile varmadan. Geçmişin kirli ayak izlerinde

sayısı belirsiz erkekleri gibi. Evet dedi bu hisleniş bu serzeniş boşa değil ama kendim yaptım işte. Bir merakın anatomisi, mühründen kazılsa da çıkmayan. İşte dedi işte böyle şap gibi yanarsın!

Kendini bilmez Meltem ya da ah Nalan ah, sitemlerinin birini alıp bir diğerini koysa da, bu çarkın acımasız dişlerinden öğütülse de.

Yaşam denilen mefhum kimilerine böyle oyun oynuyordu, nice Nalanlar, Meltemler gibi!


( V/ah Nalan V/ah başlıklı yazı GülsenTunçka tarafından 15.12.2013 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu