Kimi mahlûkatlar vardı,
bihaberlerdi adabımuaşeretten,
O, ne kin ne pislikti
ki içerime doldururdu en diri hararetten!
Onlar ne mahlûkatlardı
ki gözlerinden süzdüğüm kindi, öfkeydi hakikaten!
Onlar ne tavırlardı ki
eritirdi beni derinden, derinden…
Derinden bir kin,
ıstırap, acı ve düş kırıklığı sarmıştı ki bedeni,
Nihayet Fatih’te oldu
yarınımıza güneş, Mehmet Akif! O bir medeni!
Şair, edebiyatçı,
veteriner, eylem ve düşünce adamı,
Söyleyin var mı şu âlemde…
Bir düş ki yoktur damı?
Hangi düş ki vasıtasız
kazıyacak şu cehaleti, ilerleyecek dur! diyerekten?
Olur, mu kaldırılır mı
taş, vasıtasız yerinden?
Demeli, şimdi kalkmak
zamanıdır tez yerinden,
Kurmak gerek düzeni,
yeni baştan, yeniden…
Yeniden nasır bağlamış
el, ayak… Takat kalmamış,
El neden, bilmem neden
ağlamışsa icraatı olmamış.
İcraatı olmamış, şimdi
yapılacak yok, önünde kapı, kapı demir…
El! Akif’i anlamamışsa
mutsuzdur, yaşamamıştır, ancak namertten alır emir.
Emir! Emir Buhari’de
perçinleşti yıldız, hilalin bekçisi, o bir ziya!
O bir ziyadır ki yazdı
o destanı, etti milleti fazlasıyla ihya!
Dedi kahraman orduya o
destanda:
“Korkma, sönmez bu
şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun
üstünde tüten en son ocak…”
Şimdi, o ocak sönmesin
diye Akif gibi çarpsa dudaklarım mısralarımla,
Yazarın
Sonraki Yazısı