EKSİK BİR HİKAYE
(GİRİT)
Ben üçüncü kuşak
Giritliyim. Bir Giritli kızı olmak her zaman bana gurur vermiştir. Hayatım
boyunca hiç görmediğim memleketime, hep özlem duymuşumdur. Girit, benim için asla
tamamlanamayan eksik bir hikaye gibidir. Nerede kendimi arasam, orada Girit’in
ve Giritli olmanın verdiği özdeğerlerim karşıma çıkmıştır. Tamamlanamayan bu
hikayede, tamamlanamayan bir karakter oldum.
Hep aile
büyüklerinden dinlemişimdir Girit’i, Giritlileri ve özelliklede Girit
kadınlarını.
Giritli kadınlar yani Yinekalar, lavanta kokulu kadınlardır.
Sadece çarşafları, saçları değil yaşamları, öyküleri de lavanta kokar. Hayata
öyküleriyle, cilveleriyle, kahkahalarıyla ve yemekleriyle lavanta kokusu
bulaştırmakta maharetlidirler. Bu koku yaşamlara bulaşmaya görsün, kolay kolay
çıkmaz. Kuşaktan kuşağa bir yolunu bulur geçer. Başkalarının yaşamlarına da
bulaşır. Yaşamı sihirli kılan aslında biraz da bu lavanta kokusu değil midir?
Düşünüyorum da neden olmasın.
Giritlilerin beyaz
badanalı, mavi kapılı, avlusu geniş evleri vardır; avlusunda Girit
sardunyaları, begonyaları ve mutlaka mor renkli gelin duvakları vardır. Upuzun
yemek masaları mutlaka olur; yaz günleri genelde bu masalarda oturup yemek
yerler, şarkılar söylerler. Genelde Giritli kadınlarımızın sesleri buğlu ve hoş
olur. Erkekleri içkiye düşkündür ama alkolik değildirler. Şarabı çok severler,
disiplinli ve prensip sahibidir erkekleri. Genelde neşeli insanlardır Girit’in
kadını ve erkeği.
Yemek kültürleri
çok zengindir. Binbir çeşit mezeleri vardır; yemekleri çok lezzetlidir.
Hamarattır kadınlarımız. Girit insanı her çeşit otu bilir ve sever. Bir
Giritliye ot denilince akan sular durur o derece severler; hatta meşhur bir
fıkramız da vardır, her aklıma geldiğinde yüzümde tatlı bir tebessüm oluşur,
kısaca anlatayım;
“Bir gün bahçenin birine bir Giritli ve inek girer; bahçe
sahibinin oğlu babasına koşarak gider ‘’baba, bahçeye bir inek ve bir Giritli
girdi’’ der. Babası dönüp çocuğa ‘’inekten korkma yiyeceği kadar yer çıkar ama
Giritliden kork, tüm bahçeyi toplar götürür’’ der.” Yani bu sevimli fıkradan da anlayacağımız gibi ota düşkün
insanlarız.
Yemeklerimiz hep zeytinyağlıdır.
En meşhur yemeğimiz Favadır; birde kabak çiçeğimiz var ki, yemeyen bin pişman
olur. Eskiden, sofra kurulduğu zaman, öyle bir iki çeşit yemekle geçiştirmek ne
mümkün, binbir çeşit meze ve yemekle masa donatılır, adeta süslenirdi.
Giritlinin kapısı
hep açıktır. Kim olursa olsun içeri girip sofralarına oturabilir. Misafirperverlerdir.
Evlerine gelen her misafire hürmet ederler ve ağırlarlar; ne kadar yiyecekleri
varsa çıkarıp misafirin önüne koyarlar; ister zengin olsun, ister fakir. Bir
Giritli paylaşmayı çok sever…
Ben çocukken pamuk
gibi bembeyaz saçlı ninelerimiz ve dedelerimiz vardı. Bize hep özlemle Girit’i,
mübadeleyi anlatırlardı. Çektikleri acılar yıllar geçse bile hep gözlerinde
yuvalanmış bir göz yaşıydı. Bütün sevdiklerini ve evlerini Girit’te bırakıp,
kocaman bir gemiye binip, acılar içinde bu ülkeye gelişlerini anlatırlardı. Giritliler,
hayatları boyunca insanların gözünde, Girit’te Türk, Türkiye de gavur gözüyle
görülmüşlerdir. Oysa ki, Giritliler gerçek Türklerdi; savaş dönemlerinde, canı
pahasına çekilmeyenlerdir. Hatta Atatürk’ün muhacirler üzerine söylenmiş sözü de
vardır;
‘’ Muhacir diye küçümsenenler,
tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani "Düşmanla sonuna kadar
dövüşenler". Çekilen ordunun ri'cat hatlarını sağlamak için kendilerini
feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir.
“Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.” M. Kemal Atatürk
17.01.1931
Tamamlanamayan yarım bir hikayeydi Girit onlar içinde, benim içinde. Girit,
geçmişime dönüp baktığımda özlem duyduğum Atalarımdı, kanımdı ve hep
çocukluğumdan bu yana eksik kalan hikâyemdi ve bu hikayenin bir gün
tamamlanması umuduyla yaşadım. Bir gün mutlaka Girit’e gidip, atalarımın
yaşadığı yeri görmeliyim, yoksa bu hikaye ömrümün sonuna dek eksik bir hikaye
olarak kalacak bende.
Giritte Türk, Türkiye’de Gavur olan Giritlilerimize Sevgiyle…
Melike Melis