Hasretle anıyorum senli günleri. Bir türlü
unutamıyorum son görüşmemizi
İçine mi doğmuştu da söylemiştin o sözleri. Dönüp dönüp sarılmamız da o yüzden miydi?
Herkesle vedalaştın, dedin ki;
‘ölümlü dünya, bir daha görüşemeyiz belki’ Bu sözünün üzerine dönüp tekrar öpmüştüm seni. Son
görüşmemiz olduğunu bilerek
sarılmıştık sanki.
Beklemediğimiz bir anda
tam görüşmemizden iki
gün sonra acı haberin gelmişti.
‘Kim gelir ki salımızın ucundan tutmaya’ derdin ya hep. Kar-kış aldırmadan herkesler geldi… Gözyaşlarımızı yanaklarımızdan düşmeden donduran bir soğuk vardı. Sevildiğini biliyordun değil mi?
Cansız bedenine sarılırken derin bir uykuya dalmış gibiydin, bir türlü kabullenemedim öldüğünü. Birkaç gün sonra gazetede gördüm resmini. Acil servisin sedyesinde çekmişler seni. Tam o an ebedi yolculuğa çıkmışsın… Kalk dedim resmini görünce kalk hadi, ne işin var orda. Ama duyamazdın ki…
/Sen geçersin içimden, yüzümde buruk bir tebessüm, gözlerimde senli zamanlardan kalma nem/
Sonra, şehrin ortasında kurumuş bir zerdali ağacına takılır gözlerim. İşte o an; arka bahçemizdeki zerdali ağacının altında sevgiyle bakan çakır gözlerini özlerim.
Şafak sökerken gidecek üzüm bağı da yok burada. Olsun o alışkanlıkla erken kalkıyorum hâlâ.
Dün rüyamda gördüm; elma bahçesine aşı yapmaya gittik seninle. Çocukluğuma duyduğum özlemle at
arabasını ben kullandım yine. Yolculuğumuz ne güzel
geçerdi türkülerinin eşliğinde… Her türkü de biraz sen varsın şimdi de, sesini bile özlemişim… Rüya da olsa hasret giderdik erik ağacının gölgesinde
Doyamadım yine sana.
Gözleri harelim, çakır gözlüm, ah dedem, dedeciğim. Çok özlemişim be çok özlemişim…
Sözünü unutmadın değil mi?
Gökyüzüne bakıyorum şimdi.
Bulutların arasından bana el salla hadi…
Ev kedin....
Yazarın
Önceki Yazısı