Dargın Bakışlarımdaki Sevdalı Gülüşümsün
Avuçlarımdaki yokluğun düşüyor seni düşündükçe sulara, mevsimlerden güz
Aşk kayıp bir yıldız, yalan iklimlerde bekleme gelişimi, gül bile açmaz susuz
En son yazgılar tükenirmiş sevgili, adın hicran yarası, ruhum nicedir özsüz
Düşlerin ovalarında kar var şimdi, gel gönlümdeki mor halkaları sil nefessiz
Hep masallarla ovuşturduğumuz bir hayatın orman saklılarında büyütürüz sevdalı yüreğimizi, gökyüzü asık suratıyla yağmuru biriktirirken. Uzayan bir günün yelesine yapışarak akşamlar içeriz kanlı göllerden, hicranla biz güllerimizi büyütürken. Umut düşeriz yıpranmış günlüklere, adımızla sarmalarız gittikçe üşüyen gülüşlerimizi, aşk kayıp bir yıldız gibi uzaklarda yer değiştirirken.
Çaresizlik sularında kendimizi izlerken bir yalnızlık girdabına takılır gözümüz, vakitsiz sızılara dönüşür dalga. Yamacımızda açan menekşeler rüzgâra ıslık yükler, gönlümüzün derinlerinde sevda üşür iken. Her aşk kendini süzen bir düş yansımasıdır, gözlerimizdeki mor halkaları kucaklamadan düşeriz yollara, bizi mağrur bırakan tek gerçeğimiz olur o veda. Yeni bir toparlanışın kucağından duraksamasız yolculuklara çıkmadan, önce gönül topuklarımızı yoklarız, nasırlı bir geçmişin porlu taşlarından şiir örerek. Yalan iklimler göverir yaban bahçelerimizde, avuçlarımızdan mor ütopyalar sızar, bir martı kanatlarında taşıdığı emsalsiz şiirlerle yaşamın denizleri üzerinden ihtişamla geçer.
Düşlerin prangalarına sürülen umut sızılarıyla bir başka parıldar oysa bu küre. Her şafak kendi yazgısını tüketen bir gün ışığı olsa da içimizdeki varsıl denklemlerle tutunmalıyız doğan her güne. Sonsuz pişmanlıkların utanç tarlalarında yürümektense, onsuz yaşanılırlıkların sarı denizlerinde kulaç atmak dik bir duruştur. Sonsuzluk dalgaları er geç güneşe boyun eğecektir, unutma. Beyaz bir örtü altına sokuldukça düşler ekili tarlalarımız, dudaklarımızdaki zemheri ıslıklarla biçilir aşk ovalarımız. Dargın bakışlarımızdaki o unutuluş şarkılarıyla mevsimler susar, sevda kendi penceresinden hep uzaklara bakar ve yorgun zamanların terkisinde bir kadın düşlerini avuçlarında saklar.
Çıkınına sardığı bir öfke bulamacıyla düşer yollara umut, bir tadımlık yol nedir ki! Sıralar yalnızlığını kaldırımlara, tutuşur bir yangın gibi, karışır yıldız altındaki ışıltılara. Uzakta çoban köpekleri birbirlerinin nefeslerini koklar, pervane böcekleri âşıklara yol gösterir. Az değildi, uza ulaşmak, bir kader ninnisiyle uykulara dalarlar. Gece üşümeye başlayınca birbirlerine sokulurlar. Sevdanın çiyi yağar kadının saçlarına, buluşur elleri, ısınmadan henüz yangına da yer açarlar.
Kıvrım dudakların nöbet kar tavrına dökülünce avuçlarımızın tozu, yıldız dökülür gökyüzünden, anılardaki sevda gemileri buzlu yollarda üşür. Hicran günlükleri birikir gönül raflarımızda, suskular en çok mevsim geçişlerinde yalnızlığımızı bölüşür. Gecikmiş bir sarılışın kasırga oymaklarında bir sevgili'nin gelişini izliyorum şimdi, kulağımda rüzgârın o dingin sesi, ruhumda ömrüme ömür veren kokunun bütün zerreleri. Senli bir duruşun resmi ellerimde, avuçlarımdaki kader çizgilerinde ise dudağının izi, öpüşünün o onurlu gizi, bedeninin onulmaz ateşi.
Usumun uzak dağlarındayım, göğümün çeperinde mis gibi yufka kokusu. Düşlerimin nadasında ruhum dingin bir yaşamak molasında. Gölgeli bir yatak olsa özlemin, Gövdemin ağrılarını dindiren şifam olsa ellerin ve tadını verse bal özlü dillerin. Ben ovada uçkun, dalda erik, ağaçta yaprak olsam, hoyrat bir yel olup essem kadın göğsüne gündelik. Sen aşk olup tenime sokulsan, dağlarımı mordan başka renklere de boyasan ve kahkahalarınla kâinatımı inletsen. Zaman biz olsak, biz zamanı durdursak, ama sonsuza dek durmasak ve bu yalan küreyi a defalarca aşkla dolaşsak.
Seni düşünüyorum şimdi, kundakta sevim, beşikte belenen o minicik bebeğimsin. Dokunuyorum varlığına, evet sensin. Sen benim ruhumdaki en özel rastlantı, ben senin varlığının duvarlarında mutlu bir resim ve ben varlığınla bu dünyanın en güçlü neferiyim. Bana biçtiğin bir aşkın tüm dikişlerinde yürek ilmeklerini görüyorum, iplik hasretlerin sevda mevsimleri başımda dönerken. Islak bir düşün ılık rüzgârlarına gözlerimi asıyorum, yürek haritamdaki odalara slüetin girsin diye. Ardından kapıyı kapatıyor ellerin, gülüşüm sen, bedenimdeki tüm bekleyiş yaraları iyileşir, ben senli sarılışların gül bahçelerinde o hoyrat dikenlere aldırmadan yine seninle yuvarlanırım.
Sorduğun bütün sorularda sevi vardır oysa gülüm, bütün çiçekler senin varlığına açar, bütün ağaçların dallarında ruhunun meyveleri lezzet bağlar. Sorgum kabına çekilir, iç sesinin klorlanmış sularıyla bedenim aniden aklanır. Saçlarına dolarım parmaklarımı, yeniden bir sarılışa çekerim bedenini, uzaklıklar tamam olur, seviler sevincimiz olur ve tüm bekleyişlerimiz bir şarkının dizeleri gibi bizi bir yatakta bulur.
Çözümsüz tümcelerin yaşam hırkasını atıp çileli omzumuza bir devriâlemin düş sağanaklarına terk ederiz bedenimizi, iç sesimizi çakallara, isyanımızı kar üzerinde avını süzen aç kurtlara, hesabımızı da gökyüzünü arşınlayan o yaşam kanatlı kartallara söyleriz. Nefesimizdeki o buzullarla kabaran ateş imparatorluğuna suskular asarız, korkumuzun derin uçurumlarında güller açar ve biz o mor kınalı ellerimizle geçmişimizi arar, gökyüzümüzdeki simsiyah bulutlarda da ALDANIŞ ve HİCRAN'ı saklarız.
Bir sevdanın gamzelerini özlerken, yüzümüze yayılan sevinç tufanlarına geçmez sözümüz yar. Ruhumuzdaki küflü yalnızlığın damarlarına arada baharlar uğrar. Renklerin mor tabakalarına bir çentik daha atar üşümüş parmaklar. Her çığlıkta bir utku, her geometrik şekilde şiir olur yaşanılanlar, şarkılarda isyan olur anlar ve gün gelir usumuzdaki en derin yalnızlık olur ağıtlar.
Selahattin YETGİN