Yaşım henüz yolun yarısı bile değil, yorgun bir bedenin anatomi-siyim. Her gece gök karanlığa büründüğünde kurtlar sofrası ayyuka çıkar. 
İnsanoğlunun şaşıran bir beşeri-siyim, her başımı yastığa koyduğumda; yaşadığım günün hesabını yaparım, ders çıkartmak adına, ama! 
Çıkartmak ne kelime, battıkça da batarım. İnsanların kaç dünyası var sorusunu hep düşünmüşümdür, ve çıkardığım sonuç nedense üçtür.

Bir, kendi ruhunun dinginliğinde, karmaşık bir kördüğümün açılıp tekrardan dolaşması (en tehlikeli olanı da budur) 
iki, yaşamak istediği,
üç, yaşadığı! 

Bu denklemlerde gidip gelmeler psikolojiyi öyle bir bozar ki öyle böyle değil. Her görev aldığımda, o an ki psikolojimle canım yanar. 

Aşk, ihtiras, hırs, tutku, nefret, yalan, bu duyguları aynı anda yaşadım mı?

Elbette değil ama yaşadım, hoş görünümüm, can yakan bakışlarımla, 
kadına nasıl davranacağını bilen, nazik, orta boyun az üstü spor salonu müdavimiyim. Bunca olgunun hakkını böyle mi vermeliydim?

Nasıl ki bir hayat kadını, bu duyguları yaşamışsa maalesef bende yaşadım. Erkek kadın eşitsizliği, erdemi olmayan mesleğimizde dahi önümüze çıkıyor. 
Erkek olmak varmış meğer serde diyesiniz mi var? Hiç tavsiye etmem, çelik sinirlerin laçkalaştığını şayet biliyorsam!
 
Orta halli memur ailenin iki çocuğundan biriydim, ablamın ellerimden sıkı sıkı tuttuğu günlerimi anımsadım, iki yaş büyüktü benden. 
Annem ve babam çalışıyorlardı, ablamı tembihleyip; aman dikkatli ol kızım, kardeşinin elini bırakma, karşıdan karşıya geçerken de aman ha dikkat diyordu.

Babam disiplinli, uzun boylu, karizmatik çalışkan, çevresinde sevilen bir beydi, annemse titiz, sakin kendini bilen ve zarif bir hanımdı, 
birbirlerini de çok sever sayarlardı. Çevrede dikkat çeken, Velhasıl mutlu bir aile tablosuyduk.
 
Öğlenci olduğumuzdan kalkma saatlerimiz saat dokuzu bulurdu bulmasına ama, ebeveynlerimizin erken kalkıp, sofrayı beraber kurmalarını kendi 
iş yerlerindeki küçük problemlerini, güncel haberleri, bizlerin büyüdüğümüzde tahsilli bireyler olup onlara bakmamızı ve kendi emekliliklerini 
hulasa, alıştığımız o tatlı sohbetlerinden uyanarak yatağımızdan kalkmadan dinlerdik, ve dahi adeta ezberlemiştik. 

Bizleri öpmeden iş yerlerine asla gitmez, sevgi dolu bakışlarıyla ikimizi de çok severlerdi. Bunun adı sevgi arsızı olmak mıydı yoksa? 

Onlar gittikten ancak iki saat sonra kalkar kahvaltı masasına oturur, yaptıktan sonrada ablamla sofrayı toplar, masada ders çalışmaya başlardık, 
bu rutin kendi tadında böyle sürüp giderdi. Ben üçüncü, ablam ise beşinci sınıfa gidiyorduk, kim sınıfından erken çıkarsa okulun bahçesinden bekleyip, 
bir diğeriyle buluşurdu. Bir gün okul çıkışında  ablamı beklerken!?
 

( Bir Playboyun Günlüğünden - 1. Bölüm başlıklı yazı GülsenTunçka tarafından 5/10/2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.