Soylu masallar biriktirdim sana, gövdenin yangın ovalarında yer aç varlığıma

Yağmur bakışlarının ülkesine ilticam var, kırarak zincirlerini gövdemi sarsana

Coşkumun sarı denizlerinde isimsiz şiirler gezer, yüreğimin fısıltısını duysana

Efsane güzelliğinin ölümsüz bağlarında şölenim var, gel yar aşkın coğrafyasına

 

İki yüzü de paslı bir kilit ve uçları yıpranmış bir halat ağırlığı gövdem. Sözümün katmanlarında tonlarca aşk, göğsümün uzantılarında inadına sevda ve ruhumun kıraçlarında yaşamak şarkıları duyulur bu yüzden. Zincir gövdemi sarar, efsane tanrılar aşklarımı kutsar, asırlardır ölümler ruhumun izbelerinde işte bu yüzden gezer. Her gözyaşı kendi ırmağını arar, bundandır isyankâr yüreğimizdeki devinimler.

 

Hayat, o kurumuş ovaların, gözaltlarımızdaki çukurların alaz gövdesindeki kuş yuvalarına benzer, yağmursuz günlerin mayınlı alanlarında bir çiy damlasına muhtaç tohumca konuklarını bekler. Yüreğimizin mor ütopyasındaki yaralı bir ömürdür yüzümüz ve bundandır örselenmiş bir tay gibi o cehennem ağzına ağır ağır yürüyüşümüz.

 

Dilim lal olur bir gün sevmelerden, sevip de dokunamamaktan. Benim coşkulu denizlerimde ipekler bir sevgilinin sırtındaki şal gibi gezer, seni düşündükçe yorgun dizlerime uzak yolların sızısı iner. Bir ip sarkar gövdemin uzantılarına kimi, gün bulutun ardına kaçar, güneş göğsümdeki yalnızlık boşluğuna iner ve böylesi anlarda yüreğime karıncalar köpükten kuleler örer.

 

Yankısını dilimizden düşürmediğimiz o çocuksu kırlara bahar polenleri yağıyordu sen giderken. Göğsündeki laleye sevdalanmam bundandır yar. Kırık sözlerimin o hicaz suları basarsa gün gelir ülkeni, şiirlerimin ebemkuşağına binerek yüreğimin köşküne gel, akla sula utangaç sevda çiçeklerimi. Ben umutların güneşine sırtımı dayıyorum seni düşündükçe, gönlüm sensizlik ateşleriyle yanmasın diye.

 

Her saçak sürgün verir öfkelerin derinliklerine ve taş sancıyı gizler sert iklimlerinde. Her aşk mağrur bir yalnızlık koyudur, bu yüzden dalgaları besler şefkatli göğsünde. Sesin su olsa şimdi, gönlümü dolaşsa ve düşünüşlerimiz yıllarla sarmalanıp okyanusları aşsa. Bir gemi olsa mutluluk sözler anlamını bulsa, duygular geniş ovalarda başağa dursa. Sevgiler olsa yaşanmamış, tüm acıları, aldanışları ve anlamsızlıkları unuttursa.

 

Ah yar! Özlemin dilsiz kuytusunda tenime alev olsa bakışların, an sussa gövdenin gökçül raksıyla. Kanımda har olsa sevilerin, bedenim yıkıntılarda kalsa da bitmese öldüren öpüşlerin. Ucuz masallar yazsa yaşlı bir adam sahipsiz hanlarda, yüreğinde efsunlu bakışlı bir kadın dolaşsa. Yoksul giysilerini soyunsa daha sonra anlar ve bir daha şafak sökmese.

 

Tınısı yüreğimizden yansıyan, tasası gerçeğimizle harlanan o suskun anların ayrık yollarında yorgundur vakit, yokluk sürerken bir adam terli alnına. Bir kavuşmanın hüzünlü gölgesi vurur göğsüne aşkın, sürgüne atılır anlar, sıkılırken boğazımızda yumruklar. Yapışkan düşünüşlerin bildik raksını yapar özlem, gülüşün dağlara çıkar, susuşun sevda olur gönlümü harlar.

 

Yıldızlarla dans ettiğimiz o uzak gecelerin koynunda bütün aşkları o yıldız tepesinde asardık, dilimizin acıdan eskiyen darağacında. Hesapsız öpüşlerin ve yasak sarılışların kandilini rüzgâr yüzümüze üflerdi, biz ömürsüz bakışların sıcacık ellerinde birbirimizin olmayı yasalaştırdığımızda.

 

Umut, yaralı bir avuç içi gibi kurşun arar sancısını dindirecek, aşkın zindanından bir kol uzanırken sevginin mezarlarına. Yıl dönümlerini anlaşılmazlıklarla ve aldanışlarla kutladığımız bir ömrün sarı coğrafyasına yeni umutlar serperiz, gece uykuların en hasını, en alasını sararken. Der şair; ’neyin çabası kalmak, gitmek ki, nereye kadar ah’. Kapanır perde, bürünür kızıl bir çaresizliğe ve vurur kapıları aşkın zincirleri kopmuş yalın bir elim sendeliğe.

 

Sevmek sağlam duruşta asildir. Süslü lafların arasına sıkışmış bir çeşni olmamalı. Bu insan seli ortasında unutulup yitmemeli. Tutunmalı yüreğe tüm haşmeti ile ve söylenmesi gerekenler söylenmeli. Bu kadar kurt kapanı varken insanların karakterlerinde, zamanın çirkin dişlerinde öğütülüyorken hayat susmak ne kadar gereksiz ve en güzel sözcükler ise henüz keşfedilmemiş bir ülke kadar gizemli. Şimdi vakit; eski bir kulübenin, her hüzünde yıkılmış bir başka duvarının ardına siperlenerek aşkın son bestesini yapma vaktidir.

 

Bir zamansızlık düşünüşünün sözleri raks edince perdede, hercai sorguların kimlikleri atılır denizlere. Yanağımızdaki yaş yüreğe yürüdükçe ve ruhumuzdaki gelgitleri sokak köpekleri kemirdikçe can bedeni arar, uzaklarda bir yaşanmışlık öyküsü hicranlı denizlerde ay ışığını bekler. Yürekler kırık döküktür hayatın keşmekeşli trafiğinde. Soluk alamadığımız anlar geçer ciğerlerimizden. Karanlıkla beraber düşer şehre bir efkâr yumağı, gün ufukta batıp giderken son gayretle boyar kızıllığına gökyüzünü. Sanki ’unutma beni’der gibi. Ama o bile ertesi gün doğana kadar unutulur.

 

Muammalarla örülü saraylarımızın anılarla sıvanmış duvarlarına yaslanarak bir soru sorarız kendimize, ’düşlerin hıçkırıkları neden sessizdir’ diye. Hayali bekleyişlerin sularında korkularımız gerçeğe taşır kimi bizi, avuçlarımızdaki düş yamalıklarına gönül iğnelerimizi batırdıkça. Sızılı bir yakarış olur düşünmek, aşkın sularını dağlardan düze aşırdıkça.

 

Kaygılarla biçimlenmiş hayat sularına rüzgârın nefesi düşer, tutuşur o an içimizdeki derin seviler. Dalgaya sarılır coşku, gönlümüzdeki özlemin önünde eğilirken keder. Sıcacık bir ömrün içinden gelip geçer hayat suları, göğsümüzdeki yeşil dallara aşk oldukça bedel. Dağ olmuş gönül davalarımızın yorgun yollarında bir ömürdür dudağımızdaki haylaz ıslık, deli bir sevda tüter avuçlarımızdan. Göz göz olmuş yaralarımızın yanık yongalarına yağmur umarız göklerden, sevdanın katarları geçerken paralanmış ovalarımızdan.

 

Yangının damarlarını hapsedince gece utançlı bir mevsim senfonisi duyulur uzaklardan sessizce. Sızılı zemheriler dönencesinde avuçlarımızdaki dünler kurtulmak ister sarı odalarından, yaman bir şarkının sözleri ilişince dudaklarımızdaki heceye. An olur kurtulur aşk, yeniden yangın olur sarmalını kucaklarken sevgiyle dolu yürek.

 

Sonsuzluk demiyle paralanmış uhdelerimizin içsel tınılarıyla raks eder gölgeler kendi ekseninde. Sızılı bir yaşamın sorgu odalarında büyür kucağımızda ayrılıklar. Kırk bir yerinden örselenmiş bir öykünün sayfalarını karıştırdıkça aslında hep aşk damlar ve sıkılı avuçlarımıza yuva yapar kimsesiz kırlangıçlar. Ruhumuzun fırtınalı denizlerinde alabora düşler kurarken biz, içimizdeki sevinçlerin kayıklarıyla çok öteleri düşleriz. Her fırtına alabora etmez amma, sonsuzluk kıyılarındaki boş kumsallarda bir başınalığımızla kaldıkça yüreğimizdeki incileri kimselere göstermek istemeyiz.

 

Hikâyesi: Ağlamak, kılıftan ayrılan bir bıçak sırtı, umutlarımızın kekre yangınlarına sürtünerek iç çeken. Ağlamak göldeki tortu, o saydam tabakayı alıp yüzümüze süren. Ağlamak düşlerin küflü ruleti, hangi yana dönsek yangınlarla tutuştuğumuz ve bir aşk hıçkırığıyla zerrelere bölündüğümüz.

 

Selahattin YETGİN

( Gülüşünün Efsunuyla Sil Gözyaşlarımı başlıklı yazı S. Yetgin tarafından 14.07.2014 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu