Bir ömür öyküsünün kilometrelerini aştım seninle, ayaklarımda aşkın nasırı
Gözlerinin denizlerinde kürek çekiyorum varlığına, hazırla sevdanın hasırını
Seninle gönlüm şen, varlığınla doluyum, söndüremezsin ne yapsan yangınını
Masallarla, öykülerle doldurdun yüreğimi, kâinata kazıyacağım yüce aşkını
Sıkışık gölgelerin ölgün duvarlarına öfkeli bir anın resmi çizilir, rengini sudan alan mevsimlerin şafaktan sonraki kahkahalarına polenler üşüşür, kımıltısız bir gecenin içinden güne açarız gözlerimizi, dün biter, zaman içimizdeki sevinç olur. Soframıza kuşlar konar, hayat sularımıza cemre çiçekleri düşer ve işte o an göğsümüzdeki sızı coşkumuz olur. Gülüşlerin miadını çıkarırız gün dökümlerimizden, gecelerin savruk nidasına yürümeden biz daha, o içimizdeki sır koçanları hapsimiz olur.
Unutulan yaşanmışlıkların argın koylarında anıların küpeştesine yorgun iner şafak, göğsümüzdeki mor gecenin nefesine sokularak. Avuçlarımızdaki kelimeleri serperiz hayat ovalarına, kanayan yüreklerimizi kendi düşlerine bırakarak. Her gidişin ve bir zaman sonra ruhumuza dönüşün ardından sallanan veda mendilleriyle gözlerimizi silerken bir bekleyişin resmi çizilir ufuklara. Yürekteki dargın beklentiler kendisini süzerken, şiirler sokulur umutla yürekten inerek satırlara.
O içimizin suskun atlası dile gelse, kanasa mor düşünüşlerimiz içimizin pul pul coğrafyasında masumane düşlerimizle. Bir el olsa alsa avuçlarımızı yeniden, kaybolsak bir ulu gövdenin dik dallarında, sarılsak tükenmiş bir ömre, sevda yüklü gemiler gibi, gitsek çok uzaklara. Gündoğumlarının alaca sancıları bitmeden henüz bir ağlayış tülbendine düşer gözyaşlarımız. Sevgiler kundaklanır hayata, avuç içlerimizdeki çizgiler büyümeden aşkı öğrenir, aşka vedalarla gözlerimizi son kez nemlendiririz.
Yokluk ağrılarıyla kelimeler astığımız gösteriş panolarında avuçlarını arardı kadın, düş ülkelerinden gelip geçen insanları izlerken. Her renk bir çilenin örgüsüydü, duman içlenişlerin kıyılarından geçen gemileri göz ucuyla süzerken. Kırk parçalı yalnızlığın duraklarına akşam inerdi o an, yitip giden bir günün ardından yaşlı gözlerle hüzünlerini saklarken.
Ele avuca sığmayan sokaklarda gökyüzünün içine dalarız, yüreğin aşk tuzağına düştüğü bu sokaklarda hırçın bir ize dikeriz gözlerimizi. Kendimizden başka tüm gölgeleri teğet geçtiğimiz ve geceye kaçarak hüzne sarıldığımız damar yalnızlıklarda içimiz kanar, uyumsuz sesler dudaklarımızdan usul usul çıkar.
Belki de, en çok kendimiz için sustuğumuz bir anın içindeki düşünüşlerden yarattığımız kumdan kalelerdir düş sahillerimizde bizi bekleyen. Yanaklarımızdaki sevi tozlarıyla yürüdükçe sevi kaldırımlarında bir sevginin ustası oluruz. Aşk, gecikmeli esen bir rüzgâr hıçkırığıdır, sevgiliye sorduğumuz soruları uzaklara alır götürür.
Suyla yarışan sözlerin kırık hıçkırıklarına uzatınca ellerimizi bir ömrün gelgitleri düşer yine suya. Anlamını sulardan beklediğimiz hayat dökülüşlerinin kıyılarına akşam geç iner, bundandır alabora düşlerimizle avuç açmamız aya. Yok olmuş bir miadın arkasına kulak kabartınca önce perdesiz ayrılıkların çağını yaşardık.
Sızısı içerden geçen, gönül denizlerimizde güneşiyle bize mevsimler yeşerten, yağmuruyla yüzyıl ötelere geçiren bir sevdanın adıdır güzellik, kaybolmuş bir ömrün içinden gelip geçen kayıp simyacılara sormak gerekir. Yüreğin atışlarına hükmeden, bakışlarıyla cennet-i alayı ayaklar altına seren ve sevgisiyle yeryüzünün bütün ırmaklarını birbiriyle birleştiren bir mutluluk yankısıdır. İnanmamak terstir hayatın felsefeli akışına, severken kavuşamayanlar o kadar çok iken bu atlasın üzerinde, sevip de ayrılanların kaderi içsel bir aldanışın buruk nidasıdır.
Ufuk çizgilerini izlerken kırmızı bir düş yansımasını ayırırız zaman ayraçlarından, kımıltısız bir döngünün hicran seyirlerine sarılırız. İçimizin engin koylarında bizi bekler oysa an, vakitsiz kırıklıkların gözlerinden düşerken hicran. Düşer harfler günlüklerin alyansından, erguvan kokulu bir düş gezintisi olur kıymetini yıllar sonra bilebileceğimiz zaman.
Yüreğimizin yosunlu oltalarına güneşin ışıkları takılır, avuçlarımızdaki geçmiş zaman pullarını derimizden koparmadan zaman. Işıklar yüzer saydam sularda ve bir güneş dans eder yanık gölgeli yapraklarda. Duruşması ertelenen sevda kıymıkları içimizin tırpanı olur, yaşamak kırıntısını gagasında taşıyan aşk kanatlı martılar da gün gelir rehberimiz olur.
Yamalıklarla parsellenmiş sevda duvarlarından bir sızının gözyaşı sızar, içsel yaşanmışlıkların kıpırtılarıyla biz sonsuzluk serüvenlerine kuşanırken. Kırgın gemilerle uzaklara taşırız sevda kar düşünüşlerimizi, her yaşanmışlık vakti gelince açan bir hazan olur. Göz olur bakar, yaş olur akar ve özlem olur içten içe yanarız ve kavuşmanın yollarını sabırla arşınlayıp cenneti parsellere ayırırız.
Öpüşlerle iyileşecek yaralarımızın dikiş yerlerinde arsız bir kabuk büyür, dingin okyanusların sevda kulaçlarından gözlerimizi alamaz iken. Umutlar yükleriz hicran kervanlarına, dudaklarımızdaki yaşamak dualarını göğsümüze siper eder iken. Irmaklar dökülür türkülere, gölgemize sığınan çiçekler gibi aymaz düşünüşlerin kırık yelelerine tutunarak biz, alaz yangınlara tutarız bedenimizi, ecel dualarıyla aşk bizi bekler iken.
O sıkışık zamanlarda kayıp günlükler ararız, içimizdeki hicran sevilerine ellerimizi sürerek. Sıcacık bir türkü dolarız dilimize, donmuş ırmaklarda yürürüz, kendi yüreğimizin sesini dinleyerek. Her adım kendimize verilmiş bir söz, dilimizdeki her nakarat içimizin karanlığını aydınlığa çıkaran bir nefestir ve biz hasretle demlenmiş bir bardak çaya dudaklarımızı sürer, yaşamın karanlık dehlizlerinde yine kendimizi ararız.
Hayata dair telaşlarımızın yanık tarlalarında çıplak ayaklarımızla yürürken kendi sızımızı unutarak bakarız üryan acılara. Hep içimizdekilerin tuhaf yansımalarıdır aslında. Ardımızdaki gölge ve biz mutluluk ovalarından geçerken en çok önümüze bakarız, göğümüzdeki güzelliklere yüreğimizi dönerek. Hayat, kendi sesiyle biçimlenen düşler tarlasıdır, bunun için hasat mevsimlerinde hep hüznü toplarız.
Selahattin YETGİN