Gurubun kızıllığına bir özenti miydi
Saatler öncesi gök kuşağımın
Her dakikanın hatta her saniyenin önemi
Bu kadar yoğun yaşanıyorken
En azgının-dan gri bulut çekmenin
Ne alemi vardı semanın saman sarısı rengine?
Yüreğin alaca yangınlara düşsün
Ahvalinden ben cismim
Yılın yarısından sonra
Canım eylül sancısı
Yine sen düşerken günümün sonbahar boşluğuna!
Gökyüzü kızılından kor çarşaf
Güneşim niyetli ayımı görmeye
Ama ne gezer saklanıyor zahir
Kumpas bulutlar, bir yavan ötesinde
Gün geceye saniyesinde doymamışken
Şirazesinden çıkmak da neyin nesiydi
Çelimsiz gök bilim teorisinde?
Oysa Şira yıldızı
İki yıldızdan müteşekkil değil miydi
Vahim inmişken
Arafta can evine
Aynı semanın altında doludizgin!
Sahiplenmişse yürek, kıskanır
Özümser içinde,
Bu kendime olan güvensizliğim değildi ki
Sen, eskimeyi isteyen
Israrında eskitilen sevgili
Özgürlük mü istenilen al senin olsun
İstediğin doğrultunda, sınırsız!
Kalemini damıtıp adımın
Her harfini zincirleyip afağına assan
Bunca iniltiyi duymadın sevgili
Sularım ısınıyor değme dağ kaynaklarına nazire!
Yıldız kümelerim dağılıyor
Yavaş yavaş
Nasıl da belli akşamdan kalma oldukları
Tadımın olmadığı gün yüzü, aşikar
Varlığınla yokluğun arasında
Bir gidip geliyorken
Arafta su, su diye
Lekelendi takım yıldızlar yuvasında
Kırgın sevdamdan yoksun
Ezgisinde, süzgüsünde, dizgisinde yar kumpasım!
Boğazıma dizilen anılarını yutkunarak
Eylül sancısını şimdiden çektiriyorsun ya
Her yılın yarısından sonra
kelimelerim ses boğumlarımdan bir haber
ne söylemek istediklerimi arz edebiliyor
ne de duymak istediklerim dile geliyor
Ağır aksağından, en kısık!
Sen daha çok beklersin
Ben sevdasında gözü tütün gibi sen kokutan
Gülen gözlerinden ise sen akıtan aşk-ı nazeni
Demem o ki, bilsen de olur bilmesen de!
Küme evi bilinen saman-yolundan
Şira yıldızımı kaydırdım
Buzul ülkesi olan evrenime
Ben avcılıktan, var gücüyle
Olmadı, rahvanın-dan feragat
Şifresinde suskun, nice lehçede Şira misali
Buzdan öte buzuldan sular yangın!
Gülsen Tunçkal