Yüreğinin kutsanmış nehirlerinde ışığını arayan bir kelebek gibiyim
Gözyaşımla yıkanan mendildir aşk, dudağımdan sızan imzadır şiirim
Yıldızlarına sevdalı çobanım ben, viran gönlümdeki hazdır sevincim
Kınalı bir mektuptur özlem, seni özledikçe ülkeler aşan bir serçeyim
Günleri iyiliğe bölen ve dostluğu süpüren insan harmanında kendimi arıyorum, göçmen umutların hüzün saplarını yüreğime batırarak. Acıyan ruhumun köşkünde gazel dokunuşlar, kalabalıklar arasında gölgesini arayan insancıklar. Hakir gönlümün fakir sofrasında mevsim yolculukları, göğsümün yasak sedirinde aşkın bitimsiz sarhoşlukları. Öfkemin ezeli duruşmalarından müebbedimi diliyorum, kırık kanatlı kuşlarla bunaldıkça sevdaya küsüyorum. Gökte kasvet, güneşim gülüşüne hasret, tenim tenine değerse bilirim ki anlar ebediyete dek cennet.
O masal yılışığı ruhumuzun siperlerine yağmurun düşerdi, ben sesinin türkü geçişleriyle bu şehri parsellere bölmeyi istediğimde. Farklı insanların içinden gelip geçerdim adı yaşamak olan hazin tutkuya, gün üşürdü anlatılarınla, ısınmak için sesine sokulurdum. Aynı coğrafyanın birbirine uzak dallarında iki serçeydik, anlamlar aradığımız bu kargaşanın içinde rüzgârın savurduğu taneler gibiydik.
Seninle kırılırdı haylaz ve asi buzlarım, kekre yaşlarım meridyensiz bir infial olurdu aniden, bu mor atlasta yanık tenli çocukların ruhunu sıvazlardık. Yolcularını beklerdi uzaktaki gemiler, uçmaktan yorgun martılara seslenir, gönlümün paralanmış bordalarındaki ıslak ipleri sulara atarak umuda yürürdüm. Senli düşler bırakırdım ufuk çizgilerine, martılara düş atarak önce sevdaya, ardından birbirimize sokulurduk.
Ucu ucuna eklenen, diktikçe ek yerlerinden sökülen bu ömür urbalarının yırtık ceplerine şiir doldururum senli dünlerin antika koltuklarında aşkı düşledikçe. Nereye gitsek bizi izleyen nemli gölgeler gibidir hayat, kangren dalgalarla beslenen denizlerin kırık faylarından özlem çıkarırım seni özledikçe. En puşt darbesini indirir zakkum yüreğime gerçek, sermayesiz içlenişlerin kavruk yapraklarına gözyaşlarım düşecek ve sen uzanıp uçuklu dudağımdan sevdayı öpersin. Nafile geçişleri başlar ardından mevsimlerin, dalda kuşlar gelişine adaklar bağlar, yanık evlerin gölgeliklerinde ruhum ağlar. Yokluk düşer yakamdan anlayacağın, olmazlığının uzak masallarında aşk hep yapayalnız düşünüşlerimizle bizi sarmalar.
Yılışık geçişlerinde vakitlerin, insanlar tozlu geçmişini sarardı uslarına. Sokaklar daralır, uzun kuyruklara sokulurdu düşlerimiz. Gökyüzüne mutluluk ekerdi simyacılar, bizden sonrakilere bir tutam haz bırakmak için. Bir adam adım başı aşka yaşam karıştırıp özlemin çaputlarını bağlardı yanık yüreklere. Hüzün kaynatırdı kadınlar eskimiş evlerde, yoksul heybelerde umut çürütürdü gelinlik kızlar. Yasak düşünüşlerin vardiyaları geceye açılırdı, mutlak bir yok oluşun dualarını okurken falcılar. Zaman aşırı duruşmaların sedef oymalı çadırlarına yağmur düşerdi, gökyüzünün masum rüzgârını kanatlarıyla okşarken yorgun kuşlar.
Ötesine geçemediğimiz çağların kayıp bahçelerine güneş eker simyacılar, toprağı aşkla okşayarak küfü taştan sıyırırlar. Nedeni sevda olan ölümlerin kanlı sayfalarını karıştırır âşıklar, ruhu candan ayırır sonu olmayan masallar. Miadı dolmuş anların yasak sularına güneşi asar bu yüzden kadınlar, neyin aşındırdığı dudağıyla aşkı yazarken kanamalı yürekler. Özlem kınalı bir mektuptur, ne masala inanır, ne ruhtaki yangınları kucaklar. Aşktır özlemin gerçek adı, bu yüzden asırlardır karanlığı kucaklar.
Her gün tersine sarılan anların karmaşık yumağına gönlümüzün hicran teri bulaşır, mavi denizlere gömdüğümüz korkuların yapışkan kiridir durmaksızın yıkadığımız. Engin derinlikleri özleyen nesli tükenmiş balıkların hıçkırıklarını saklar faylar, yenilenen öykülerle ve devrilen gövdelerle yeniden döner bu garip küre, ruhundaki o karmaşık serüveniyle gün gelir bizi de alır o asil ve mağrur kollarına.
Kayıp günlüklerin polenlerini taşıyor başka yüzyıllara yarasalar, özünü içerek aşka kıymet biçtiğinde terziler, kuyulardan yanık sevda suyunu çekerek içecek âşıklar. Umutların kınalı elleriyle bahar ekilecek dağlara, ölgün ışıkları hasat edecek sevdalı avuçlar ve dalgalı yalnızlığımızın soylu şarkılarını söyleyecek kuşlar. O yaren nakaratıyla mevsimlerin yosunlarına sarılacak asırlardır gün yüzü görmeyen ağlar.
Selahattin YETGİN