Karanlıkta Yalnızım
Uzun zaman
oldu. Bedenen olmasa ‘da ruhen yorulduğumu hissediyorum. Kokusunu, tadını
alamadığım bir dünyada yaşıyor ,amaçsız bir hayvan gibi sokaklarda dolaşıyorum.
Aslında hani önümde yürüyen gence imrenmiyor da değilim iri, sağlıklı, güçlü
bedenine rağmen nasılda tirtir titriyor soğukta. Seine nehrin den geçen yatlara
bakıyor ve kimbilir ne düşünüyor.Benim bir hayalim bile yok. Ne kadar acı demi.
İşte yıllarca insanları izleyerek, onların hayallerine imrenerek, onlar gibi
ağlamak, onlar gibi sevmek ,aşık olmak nefret etmek isteyerek yaşadım. Bu
duyguları hissetmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki, neye benzediklerini bile
hatırlayamıyorum artık. Bu güzel Avrupa kenti bile beni bu duygulardan herhangi
birini hissettirmeye yaklaştıramadı bile.
Oysaki başlarda her şey ne kadar farklıydı
.Doğduğumda o kadar masummuşum ki anam bana anlamı kötülük den uzak duran;
Affan ismini vermiş. Eğitimi Yeniçeri dergahında tamamladıktan sonra Sultanımız
Fatih Sultan Mehmet Han hazretleri beni Constantinopolis in Şile bölgesine
Tımar beyi olarak atamışdı. O güzelim deniz kokusunu, tenime vuran güneşi ,
konağımın bahçesinde ılık rüzgarla dalgalanan ağaç dallarının çıkardığı
hışırtıyı hala unutamıyorum. Yine anam saolsun beni Açel ya ile orada
tanıştırdı. Çok sevdik birbirimizi. Bazen öpmezdim karımı. Onun yerine burnumu
yanağına değdirip koklardım. Teninin sıcaklığı, kokusu o denli hoşuma giderdi.
Çok geçmedi iki tane güzeller güzeli kız verdi bana Bedia ve Banu. Evim,
uşaklarım, karım, kızlarım ile renkli mutlu sıcacık bir yaşantım vardı. Hayatım
da güzel olan herşeyin kaderin bir pençesi ile dağılacağını nereden bile
bilirdimki.
1470 yılında çıkan veba, sel gibi önüne çıkan
herkesi aldı götürdü. Tabiki bu hastalıktan nasibimi bende aldım .Keşke ben
hasta olsaydım, ama ihale karım ve iki kızıma çıktı.Cenazelerine eksik olmasın
sultanımız bile geldi. O günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. 10 yıl
kadar mutsuz ve amaçsız yaşadım.Hiç unutmam bir kış günü gördüm onu. Arnavut
kaldırımlı birbirine bitişik kerpiç evlerin önünde titreyerek yürürken karşıma
çıktı. Gece zifiri karanlıktı karların üstünde durmuş öylece bana bakıyordu.
Donuk dimdik duruyordu. O kadar zarif o kadar güzel bir kadındı ki bir an
soğuktan ölüp cenete düştüğümü ve bir cennet hurisiyle karşılaştığımı
zannettim.Bir han na girene kadar takip ettim onu çıktığı odaya çıktım kapı
açıktı içeri girdim.Bu olaylar okadar uzun zaman önce olduki o güzelim hatunun
yüzünü bile hatırlamıyorum şimdi. Ama kulağıma eğilip bana söylediği şeyi hiç
unutmadım.Kollarıyla kaçamayayım diye beni sardıktan sonra kulağıma fısıldadı.
“Seni seçtim ve sana bir sır vereceğim” Sabah uyandığımda yanımda yoktu ancak değiştiğimi
hissettim. Artık karımda kızlarımda okadar önemli değildi, Boynumun arka
kısmında bir yara vardı çok ağrı yapıyordu ancak kendimi çok sağlıklı
hissediyordum ne mutluydum nede mutsuz
çok açtım susuzdum han görevlisinden yemek
istedim ama yediğim açlığımı içtiğim susuzluğumu geçirmez olmuştu .Ancak Han
içindeki herkesi öldürüp kanlarını içtiğimde anladım ne illete dönüştüğümü
korkmuyordum ama kaçmak mantıklı geldi.Lakin kapıdan çıkmaya çalışınca tek
zayıflığımın güneş olduğunuda acılı bir şekilde öğrendim.
Aradan tam 542 yıl geçti tabi her şeyi tam
hatırlıyamıyorum.Ancak şundan eminim o gün o kadının bana verdiği sırrı
başkalarıyla paylaşma zamanım geldi.Önümde yürüyen ve soğukta titreyen bu genç
güçlü adam benim seçilmişim olacak.Benim sırlarımı paylaşacak.
MEHMET BURAK YÜKSEL