ÂSIM’IN NESLİNDEN SES GELDİ…
“Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.”
Bu sade ve alelade şiirden alınmış
bir beyit değil; vatanın her karış toprağını düşman çizmeleri kirletirken
âtideki gelecek neslin Milletin namusunu çiğnetmeyeceğinin “Kimi Hindû, kimi
yamyam, kimi bilmem ne belâ...” türünden yedi düvele manifesto seklinde
haykırıştır.
Öyle zaman dilimleri vardır ki;
hatırlanması bile insana üzüntü ve keder verir. Üç kıtada egemen olmuş büyük
bir medeniyetin kurucusu Osmanlı Devleti’nin yıkılış dönemi de bu zaman
dilimlerinden biridir. Pek tabi olarak Millet’e ümitsizlik hâkim olmaktadır.
Ancak Millet’in ümitsizliğine rağmen Mehmet Akif hiç ümidini yitirmemiştir. Gelecekteki beklediği neslin Asım’ın nesli olacağını herkese müjdelemiş, Milleti harekete geçirmek için de cepheden cepheye koşmuştur. O, insanlara, ümitsizliğe düşmemelerini, güçlü ve ümitvar olmalarını ısrarla telkin etmiştir.
Mehmet Âkif, Âsım’ın Nesli olarak
nitelediği idealindeki gençliği ayrıntılı olarak açıklar. Bu gençlik; Vatanını,
milletini, değerlerini ve tarihini seven, haksızlığa tahammülü olmayan ve
haksızlık karşısında susmayan bir gençliktir. Bu gençlik gücünü şahsî çıkarları
için değil, ülkesi, milleti, toplumun yararları ve geleceği için kullanır.
Kavgacıdır, ama onun kavgası Milletin yararınadır.
Ülkenin geleceğinin iyi yetişmiş
nesillerle mümkün olacağını düşünen Âkif, gelecek olan nesle Âsım diyerek
bakmakta, Âsım’la teselli bulmakta, Âsım’ın iradesi ile ülkenin kurtulacağına
inanmaktadır. Âsım, inancı tam, ülkesini işgal etmek isteyenlere karşı aklıyla,
gücüyle mücadele eden Müslüman Türk gençliğini temsil eden ideal bir semboldür.
İstiklal Marşının kabulü gününde “Akif ne yaptı!.. Öyle mi?” başlıklı
yazımda Akif’in ne yaptıklarını bir bir sıralamış ve sözümü; “Ruhun şad,
mekânın Cennet olsun derken; özlemini çektiği Asım’ın neslinin bir çığ gibi
çoğalıp gelişlerinin ayak seslerini duyduğumu müjdelemek istiyor, saygılar
sunuyorum.” Diye bitirmiştim.
Şükürler olsun ki ayak seslerini duyduğum nesil artık çok uzakta değiller. Seslerini bile duyabiliyorum artık. İşte o ses verenlerden Çorumlu Asena Beyza Biçer, Malkara Anadolu Lisesinde Türkiye Birincisi olduğu “Son Kale Çanakkale” isimli şiirini okumadan önce “, İstiklâl Marşı’nı hiç bir karşılık beklemeden çok zor şartlarda yazan Mehmet Akif Ersoy’u anımsatarak, “Ecdadımıza samimiyetimi gösterebilmek için bu ödülü almamaya karar verdim. Mehmet Akif Ersoy soğuk kış günlerinde sırtına giyecek bir paltosu bile olmadığı hâlde ve kimi zaman yazacak kalem bulamadığı için Tacettin Dergâhı’nın duvarlarına tırnaklarıyla kazıdığı İstiklâl Marşımız için konulan ödülü kabul etmemişse, benim bugün, yumuşak yatakta ayaklarımı uzatıp, sıcacık çayımı yudumlayarak peş peşe sıraladığım kafiyeli kelimelerin karşılığında bir ödül kabul etmem mümkün olamaz.”dedi ve kazandığı 1915 TL.’yi ihtiyaç sahibi kişilere verilmek üzere iade etti.
Asena Beyza Biçer geçen yıl da Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından düzenlenen “Gençlerden Ecdada Mektup” Yarışması’nda Türkiye ikinciliği elde etmişti.
Sevgili Dostlar;
Bu nesil görülür de Akif’in
dualarının kabul edildiği düşünülmez mi? Böylesi gençliğin çoğalması için hep
birlikte dua edelim derken isterseniz derece alan şiiri bir görelim ne
dersiniz? İşte o şiir:
SON KALE
ÇANAKKALE
Çanakkale!
Her nerede okusam ve duysam ,
Uhud’u ,
Bedr’i, andıran, o şerefli adını …
İçim sızlar,
soluğum kesilir, elim titrer.
Gözümün
önüne gelir, on beşlik yiğitler.
Dün,
kitaptan okuduğun, bin yıllık tarihi.
Bugün
cephede, yeniden yazmaya gelmişsin.
Asım’ın
nesli olmandan mı cesaretin?
Yoksa senin
de, Asım olmak mı niyetin?
Mektepte, küf kokulu sıralar, şimdi bomboş durmakta.
Dilinde
tekbir, yiğidim, cennet hayâli kurmakta.
Burası kutlu
hedefe giden meşakkatli yol.
İster
çelikten kalkan ol, istersen Hakk’a râm ol
Hasan
Çorum’un gülü… Durmuş Tekirdağ’dan…
Kimi
Hayrabolu’dan, kimi Malkara’dan.
Mirza
yârdan kopmuş gelmiş, Ali anadan.
Hepsi de
kınalı kuzu, esirgesin Yaradan.
Bin yıllık
vatanında… Hayret, elmiş gibi,
Savaşa değil
de Mehmet, düğüne gelmiş gibi.
Yürekte
imanı, saçında kınası, seviyor süsünü.
Hem yazıyor,
hem söylüyor, Çanakkale Türküsünü.
İngiliz yoksun dengeden, Fransız ayardan.
Koşup gelmiş
Anzak, kıtalar ötesi diyardan…
Türk’ü
silmeye and içmiş, kuşanmış silâhını
Nerede,
çekerler bilmem, bu zulmün günahını.
Dayanmış
kapıma nâmert, arsızca, edepsizce
Ey beşeriyet
bu mu çağdaşlık, bu mu edep sizce?
“Kimi Hindu,
kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ.”
An geçmeden
bir şehide, selâ üstüne selâ…
Cehenneme
dönmüş cennet beldem Seddülbahir.
Boğazı
geçerse zâlim…Bilirim karanlık bana âhir.
Gelibolu,
Arıburnu, Conkbayırı ... Kan oluk oluk,
Çanakkale’m
, mavin kızıla dönmüş, yeşilin soluk!
Mübârek
topraklar , yurdun giriş kapısı
Çanakkale
mahremim , Türk’e kesilmiş tapusu…
Harcında şehit kanı, duvarı imandan,nurdan çatısı
Şu dirence
bir bak ,kul değil ,belli ki Allah
yapısı
Sinirler laçkalamış, düşman çokça gerilmiş.
“Bir hilal
uğruna Yâ Rab ” binler toprağa serilmiş.
Tüfek atmaz,
top patlamaz,elde üç beş cılız silah,
Bir mermiyle iki düşmanın, nişan emri verilmiş
İçmeye su yok, toprağa, taşa teyemmüm.
Namaz,
zikir, dua… Yüzlerde garip tebessüm.
Kuru ekmek, şekersiz
hoşaf , kalan son erzak.
Geldiği
günden beri, kaçmanın derdinde Anzak
“Ey
onbeşli onbeşli”,neden gözlerin yaşlı?
Baksana
düşman, senden daha telaşlı.
Resul-ü
Ekrem arkanda, önünde siper şühedâ
Cennetle
müjdelemiş, seni Hazreti Hüdâ
Elizabet ve
Agememnon, ürkek ürkek yüzüyor.
Haberi yok
ki Nusret, gece mayın diziyor.
Dayan kurban
olduğum dayan, sana zafer yakın.
Cenab-ı Hakk düğümü, teker teker çözüyor.
Bouvet ile
Ocean, boğazda deniz anası.
Ciğerimi
yaktı benim, soyu sopu yanası.
Anla
artık gâfil ,ÇANAKKALE GEÇİLMEZ!
Kimsenin
haddi değil, Türk’e kefen biçilmez.
Taarruz
değil Mehmet’e , ölüm emri verildi.
Seyit’in
bünyesinde, cümle vatan irkildi.
Destan,mucize
,efsane…Ne dersek adına
Dayanamaz
sanılan , hasta adam dirildi.
1915’te
, boy boyladık,soy soyladık.
Çanakkale’de esaret ile ,istiklâli oyladık.
O muhteşem
tarihe ,yeni bir destan eklendi
Bir an bile
yılmadan, hep şehâdet beklendi.
18
Mart…Maddeyle mananın,amansız vuruşması…
1453 ’ün
,beş asırlık duruşması…
Gereken
cevap verildi,beşerin belâ devlerine.
İki yüz bini misafir,kalan uğurlandı evlerine.
Asena Beyza BİÇER