Sürgünler diyarında hızla geçip gidiyorken zaman
renksiz hayatın siyah beyaz karelerine tutuluyorum
nereye dokunsam gene çentikli yollar bana çıkıyor
Buzlu dağların en yükseğine
sevdalı tuzlarımı serptim
su oluyorken aysberg dağım yanıyor içim
hani gönlüm de baharda yeşermeyi bekleyen bir deli
içimdeki şair ;
kelimelerimi uçuruyor
bulutları düşürüyor
sonra yağmur düşüyor
damla damla ıslak kelimelerime
anlayan yerimden acıtıyor
içimdeki su coşmuş selim
kelimeler arasında sen
beyazlarımda sen
geleceğimde sen
geçmişimde sen
gönlüm senli sel
ilk mısrada tanıdığım ben
beni derinden delecek sözleri
işte ben bana ben diyor
Ey çiçeklere yayılan son nefesim ;
avuçlarıma kırmızı çizgilerin kanıyor
çok özlüyorum
günah nedir bilmeden
feryat ediyor hüzünler
sorgu nedir anlamadan
gülümseyen mavi gülüşlerin ayak sesleri
çıplak ölümlü can çekiştiriyor sensizliğe
kapılar kapalı
penceresiz toprak ufkuna açık
kapına gelmiş kul misali gecikiyor sabahlar
ah adını semaya yazdığım mavi suyum
kaderim misin ecelim misin nesin sen !
pencere kenarında yarsız
yuvasız kuşlar gibi bekleyişlerime
kollarında yuva çiçekleriyle çıkıp gelsen
kalbinden kalbini yedirsen ellerinle
Ey ince nazım ;
asılmayı bekleyen
idam mahkumunun yolları aşktır
Ey gönlümün takvimine şir olan yazgım ;
avuçlarımda aynalar
sabret bitmez donmalar
düşünsen !
sende sürdüm toprağın en bereketlisini
nimet gibi başaklandım
mukaddes su gibi kutsandım
kuşlardan sesin oldum
şayet birgün sesim gelmez ise
toprakla nişanlanmış ruhumun suskunluğuna ses ol
sonra ...
kuş kanadından ucu yanık mektup taşıyor turnalar
yanık selam getiriyor o yardan
hey turnalar hey
hey turnalar uçun
tüy kanadından selamını aldığımı söyleyin o yâre
bil ki mahşerde kayıpsızlığa düşmüş sesini arıyor olacağım
bil ki ucu yanık mektup taşır turnalar
Gülay GÖKTÜRK