Rüya mıydı? Evet evet rüya olmalı.
O karanlık, o sisli pencereler, o kirli sokaklar rüya, hatta kâbus gibi bir rüyaydı..Sonra kocaman bir sahne gördüm ıslak tabanında kayarak dans eden ve sırıtan insanlar vardı.Şaşkındım ürpererek etrafıma baktım kimse yoktu yalnızdım.İçimde derin bir sızı ellerim titreyerek tutunacak bir yer aradım..Ve kökleri çıkmış yaprakları kurumuş bir ağaç gördüm..Ağacın her dalından içi çürümüş kalpler sarkıyordu.
Her yerde gözyaşlarından küçük göletler oluşmuştu.Birden gökyüzünde kocaman mavi bir çift göz belirdi ağlıyordu gözyaşları pıtır, pıtır ağacın dallarına düştükçe içi çürümüş kalplerden kan sızıyordu.Korktuğum her şey bir filimin son sahneleri gibi dizi,dizi sıralanmaya başladı.Yüzlerce çocuk ellerinde ucuna kırmızı bez parçalarının bağlandığı sopalarla koşuyor bilinmeyen bir yere doğru adeta kaçıyorlardı.
Öylesine üzgündüm ki durun gitmeyin diye seslendim.
Beni duymadılar bile en sondaki bir çocuk duraksadı ve bana dönerek.
Biz gitmiyor yarınlardan kaçıyoruz dedi. Kaçıyoruz çünkü doğmak istemiyoruz, çünkü geleceğin gri koridorlarında sizin tarih dediğiniz zamanların karanlığı var.
Tekerrürü halinde biz büyümeye bile vakit bulamayacağız.
Hatta büyüsek bile şu ağacın dallarında bizimde kalplerimiz çürüyecek.
Biz günah tohumları gibi anne babalarımızın hatalarının vebalini yüklenecek ve hepimiz yarınsız zamanlarda yok olacağız.
Ya bu kırmızı bezler ne niye o sopaların ucunda sallıyorsunuz diye sordum. Çocuk döndü yüzüme öyle hazin bir ifade ile baktı ki cevabından korktum sus söyleme diyesim geldi. Ama o feryat ederek cevap verdi.
O bezler sizin kana buladığınız ve aslında rengi beyaz olan barış bayrağı idi. Sizin kıymetini bilmediğiniz sulhun,barışın bayrağını da götürüyoruz.
Siz hiç biriniz vatanınız ve milliyetinize sahip çıkmadınız layık değilsiniz bu bayrağa dedi.Ah rüya olmalı bu diye çırpınıyordum.
Rüya hatta kâbustu uyanmalıyım artık, uyanmalıyım!
Aklım ve bedenim teslim olduğu tembel zevklerden bir türlü vazgeçmiyor o ıslak sahnede sırıtarak raks edenlere takılıyordu. Her kıvranışta ayrı bir hazzın kokusu adeta bilincimi sarıyor yüreğime eşsiz zevkler zerk ederek düşünmemi engelliyordu.Manaya kapanmış gönül gözlerimde bir damla pişmanlık gözyaşı olsaydı keşke dedim..O zaman yıkanır aklanır ve bu bencil uykudan uyanırdım.
Heyhat!
Bir türlü ayılamadığım gaflet sarhoşluğu içinde kişisel çıkarlarım her şeyden önce gelmemiş miydi? Kendimden öte bir şeyi düşünmez her lüksü, her zevki hak ettiğimi zannederek kalbimin nefsimle kirlenmesine ben sebep olmamış mıydım.Şimdi kökleri toprağın üstüne çıkmış artık yeşermekten vazgeçmiş insanlık ağacının kuru dallarında asılı şu çürümüş kalplerden biride bendim.Tekrar gökyüzüne baktığımda hala o mavi gözler ağlıyor yere düşen her damla bir buz kütlesi gibi ruhumu üşütüyordu..
Rüyamıydı?
Evet rüyaydı hem uyanmayı bilmeyen nefsimin ıslak sahnede dans eden rakkasesi de BEN den başka kim olabilirdi ki..
Rüyaydı uyanamadığım....
Şükran Gülcenaz AYDOĞAN / 2.11.2015 / YALOVA