Sahiller gecelerin şimendiferi…
Karanlığa gelip gidip vurdukça dalgalar düşman saldırısını hissettiren siren
sesiyle çınlatır sesini kulaklarda. Sultan Abdülhamit’in hayalini süsleyen
rayların, istikbal beklentisi yansımaları ile parıldar demirlerin üstünde,
denizin yakamozlarında. Çökmüş, çöktürülmüş Osmanlı ve yeni tesis edilmiş
onlarca yeni devletlerin, topraklarında sahile vuran bedava gelinlikleri giymiş
kızlarla evlenmişler gibi, aynı halklar ayrı yerlerde balayına çıkarcasına uzanırlar
sivrisinek dolu ihanet sahiline. Ayrı ırklardan eşler ama evlilik modeli aynı. Yıllarca
kirlenen bulanmış ırmaklarında akan sorunlarına çözüm bulamadıkça daha da bulanır,
kokuları berbat, geçmişindeki paklığını arar gibi mahzundur. Ah Osmanlı, Ah…
Demekten kendini alamıyor o sahilde bir kaç ihtiyar, sallanırken oturağında!
Dalgalar suskun, suskun olmasa ne
yapacak ki… Sahili düzgün ancak çok yorgun görünüyor. Lodos sinsi meltem
kurtuluş, biraz sonra ne olacağı asla belli değil. Halklara, dalgaların içindeki ay bir önder,
yakamoz bir iz. Liderini arıyor hala ulus olamamış bu halklar. Yiyeceği bitmiş,
geçim şartları zorlaşmış, ilişkiler kopma derecesine gelmiş, adeta bir güneş
doğmalı seherinde-kurtarıcısı olsun yeter ki…
O sahilde sivrisinekler, her
geleni ısırıyor. İlaç kullanmak faydasızdır. Neden acı veriyor ki? Sanki o
sahili keşfetmeye çalışan herkesi bıktırmak için oradalar. Geçmişinde yaşadığı
huzuru unutturmak istercesine vampir gibi vahşiler. Amerika’yı keşfeden
beyazlar gibi afları yok, ne görseler sokup yaralıyorlar. Tek dertleri leşi yemek
ve yemekten payını almak isteyene karşı vahşice saldırmaktır. Zalim sömürücülerdir
bunlar, güçlerini şeytandan almışçasına caniler! Ölmekten korkan her bireyin
teslimiyetine cevap, buna benzer acıyla olacaktır ancak. Ölümü yokluk gibi
gören ve ecdadına şerefi ve onuru savaşarak bırakacağı bir ülke yerine,
özgürlüğü karşılığında her verdiği tavizle daha fazla esaret altına giren,
anlamsız ve düşüncesizce teslimiyettir bu. Dalgalar ve cennet vari böyle güzide
mekânlar oldukça, bu sivrisinekler sayesinde onu güden çoban, sürünün içinden daima
kurgulayıp eğittiği bir lideri çıkarmaya devam edecektir.
Fırtınalar aniden ortaya çıktıkça,
sömüren bu zalim putların ellerinde bulunanları da alaşağı ediyor işte. O sahil
gürlüyor, o bedbaht ve acizlerin yerine. Elbette kendilerinin de derme çatma
eşyalarını da yok ederek. Neyle geçinecekler ki şimdi. Acınacak halimize acırız
işte böyle, ders alacağımıza…
O acizler fırtınaya suç
buluyorlar. Oysa sivrisinekler ölmüş. Sömürenler bu sahilden umudunu ve el
eteğini çekmiş, suçlu arıyorlar kaybettikleri nimetlerine kendilerince. O bakir
sahil sunuyor aşkını, evlenin benimle dercesine. Bu bir fırsat, çok çalışın,
birlik olun, güçlenin diyor sanki. Dalgalarında köpük köpük gelinlik,
tembelliği yıkın diyor bağırırcasına. Oysa kısa zamanda içinde alışkanlıklar
zalimin yaptığını unutturmuş, sanki başlarına bir felaket gelmiş gibi, nerede
sivrisinekler dercesine veryansın ediyorlar. Ah Suriye, ah Mısır, ah Filistin, ah
Bosna, ah Libya ah Tunus ah…
İnsan nasıl susuz yaşayamazsa
sahilleri de sivrisineksiz düşünülmelidir. Suçlu sahiller değil, onu yanlış
kullananlarda… Orada, yüzmek yerine, yürümek yerine yaşanılır olmasını
sağlayacak önlemleri almak yerine, eğlenmek, kirleterek sivrisinek üretmek
yerine, o doğallığını koruyacak özgürlük için doğal faaliyetleri tesis edip, yaşatmaya
gayret etmeli ama…
Yeşiller gibi fantezi peşinde
değil, saf insan gibi doğal davranmalı ve devraldığımız bu sahilleri ve ona
yansıyan ormanları korumalıyız. Özgürlük ancak ortak faydalar için birleşip paylaşıldıkça
doğacak ve genişleyecektir. Birbirine kenetlenmiş milletleri asla sivrisinekler
rahatsız etmeyecek, sömüremeyecek, yeni bir çoban üretemeyecektir. Sivrisinekleri
öldürmek içinde boşa ilaç aramaya gerek de olmaz böylece…
Saffet KURAMAZ