Uyandığında saat 10
buçuğa gelmişti. Esneye esneye yattığı yerden kalktı ve banyoya doğru yürümeye
başladı. Dün gece başına sokmuş olduğu ten çorabını alıp sağ ayağına giydi.
Diğer çorabını da koynunda saklamış olduğu telefona sardığını hatırlayıp
yattığı yere dönüp halının altından aldı ten çorabını sol ayağına giydi.
Telefonu ıslak mendille silip sehpanın üzerinde koydu. Hala uykusu vardı,
esneye esneye büyük saksının yanına gidip akşam doldurduğu saksıdaki keyiften
sırtüstü yatan Japon balıklarını sürahiyle sulayıp büyük akvaryumun yanına
gidip solmuş çiçeklere birkaç tane yem attı ve tekrar banyoya yürüdü. Musluğu
açıp yüzünü yıkayacakken aynadaki perişan yansımasını görünce irkilerek geri
çekildi.
-“Bismillah! Ne kadar da korkunç bir görüntüm var benim! Üstelik dayak yemişim
gibi gözlerimin altı da mosmor olmuş. Acaba dün gece dayak mı yedim? Olabilir
de olmayabilir de.” Deyip elini yüzünü yıkadı. Ardından kahvaltı yaptı ve
dışarı çıktı. Hava çok güzeldi. Tam plaj havası.
-“Ayşegül olsaydı onla giderdik. Ama goril için hapse girdi gariban. Üzülüyorum
onun için; genç yaşında katil oldu. Vah zavallı vah. Keşkem ben orda olaydım da
engel olaydım ona. Neyse yapacak bişe yok, komşunun kızı Hatçe kankamı alıp
giderim plaja. Hmmmm, mayo? Dur geçen yıl denize alacalı şalvarla girmiştim.
Üzerime de babamın beyaz atletini giymiştim. İnşallah duruyordur o atlet. Bi de
su geçirmeyen 41 nambır lastiklerim vardı, hmmmm, bi de hunim var. Tamamdır bu
iş.” Deyip kendini dışarı attı. Ve bağırmaya başladı:
-“Hatçeeeğğ, kız Hatçeeeaaaaağğğ!” ıslık… “Hatçeeeeaaaaağğğğğ!”
-“Ne vaaaağğğr? Ne istiyon sabah sabah?”
-Hayde plaja gidiyoruz, hazırlan ben de hazırlanayım gidelim.”
2 saat aradan sonra kendilerini Trabzon’un halk plajında buldular. Plaj tıklım
tıklım doluydu, ve çok gürültülüydü. Nenenin biri ile dedenin biri kumsalda
sevdalık yaparken başka bir çift de birbiriyle kavga ediyordu. Ama bu kimsenin
umurunda değildi. Çocukların biri denizde çişiyle deniz canlılarını zehirlemeye
çalışıyordu. Bu acımasız fikirden kimsenin haberi yoktu; çünkü herkes kendi
dalaşındaydı. Serpa kumun üzerine çöküp Hatçe’ye güneş kremi sürmeye başladı.
Akıılı Hatçe’nin aklı yüzmedeydi.
“Haydi kız yüzelim!”
-“Dur bi Bismillah diyelim. Hele şu etrafta benim bir keşif yapmam lazım.”
Deyip elini başına attı ki:
-“Neyyy hunimm!! Hunim nerdeeeee??? Huniiiiimmm” diye bağırmaya başladı.
-“Sakin ol başkan, hunin sende yok idi. Evde bırakmışsın. İstersen ben hemen
gidip alayım geleyim.”
-“Allah senden razı olsun Allah seni en kısa zamanda yanına alsın.”
-“ehe, âmin başkan.” “neyy?”
-“Çok amin yavru kuş. Aldın hayır duamı hadi gene sen iyisin.”
-“Ne diycemi bilemiyorum. Allah razı olsun. Allah seni de en kısa zamanda
yanına alsın.”
-“Çok amin. Hadi git de gel. Daha selfieler çekinecez instagrama koyacaz. Hadi
hadi hadi.”
-“E ey, tamam ben gideyim hemen geleyim.” Deyip oradan ayrıldı Hatçe. Deli
serpa da üzerinde oturmuş olduğu kuma uzanıp uyumaya başladı. Çok geçmeden
üzerinde yattığı kumun hareketlendiğini hissetti. Ayağa fırlayıp kumu izlemeye
koyuldu. Birden orta yaşlı bir kadının öksürerek kumun içinden kalkmaya
çalıştığını gördü ve bildiği bütün duaları okumaya başladı:
-“Bismillahirrahmanirrahim, Kulhuvellahu… süb sübhanekelllahu… amin. Noluyo lan
burda??” diye haykırdı. Eline bir beysbol sobası alıp kadına tam vuracakken:
-“Dur evladım yapma beni öldürme. Ben canlıyım yapma sakın vurma bana!” diye
yalvardı kadın. Deli Serpa kaşlarını çatıp:
-“ Sıs, sen doktordan iyi mi bileceksin yat yattığın yerde zalımın karısı!”
deyip beysbol sopasını kadının başına vurup kadını olduğu yere yıktı. Ardından
kadını kumla örtmeye başlarken:
-“Ana, dur bunun cenaze namazını kılmadık? Belki de tören yapmamız lazım. Ama
Müslüman mı acaba bu kadın? Nedir ne değildir? Hay Allah, keşke öldürmeseydim
onu ya? Ama ben napayım Allah’ın işine karışıp dirilmeseymiş. Dur, bi sorayım
kendisine neyin nesi kimin fesi. Eğer müslümansa Allah rahmet eylesin diyeyim;
hristiyansa toprağın bol olsun diyeyim.” Deyip üzerindeki kumları atıp kadını
ayılttı ve kanlar içinde kalan kadına:
-“Teyze, senin dinin ne?” diye sordu. Derin bir nefes alan zavallı kadın:
-“Elhamdülillah Müslümanım!”
-“Allah rahmet eylesin o zaman!” deyip sopayı bir kere daha kafasına indirip
kadını öldürdü. Tam cenaze namazına duracakken kendisine doğru eli sopalı
öfkeli halkın geldiğini gördü ve geri geri yürümeye başladı. Halk adımlarını
hızlandırmaya başlayınca Deli Serpa da tabanları yağlayıp kumsalda bata çıka
koşmaya başladı. Kendisine iyice yaklaşan öfkeli kalabalığı görünce kendini
Karadeniz’in hırçın dalgalarına bıraktı. Deli dalgalar deli Serpa’yı
sürükledikçe sürükledi ve derinlere gömdü. Serpa bayılmıştı o sıra. Denizin
dibinde buldu kendini uyandığında. Ayağa kalkıp meraklı bakışlarla etrafını
izledi. içinde bulunduğu denizin göz alıcı güzelliğine tutulmuştu bir anda.
çeşit çeşit deniz canlıları, kristal gibi parlayan etraf. Ortama alışınca
gezintiye çıkmaya karar verdi. Kuzeye doğru gidince bir tane hamsi yavrusunun
yanından süzüle süzüle suratı asık bir şekilde geçtiğini gördü. Bu hamsi
yavrusunun başında Trabzonspor fesi olup solungacında da “Farozlular”
yazıyordu. Burnu büyük ve ağzına doğru 270 derece eğriydi. Bu durum Deli
Serpa’nın çok komiğine gitti:
-“Pişt, lan şapşik!” diye seslendi ama hamsicik tınlamadı. Deli Serpa yanına gidip ensesine bir tokat attı ve
bordo-mavi fesini yere düşürdü. Hamsiciğin olmayan aklı çıktı Serpa’ya gri
renkli çakır gözleriyle sert bir bakış fırlattı:
-“cit haburdan.” Deyip fesini yerden alarak kafasına taktı. Deli Serpa gülmeye
başladı. Hamsicik arkasına bakmadan süzülmeye başladı. Deli Serpa gülmeyi
keserek Hamsiciğin yanına gitti ve:
-“Pişt hamsicik nereye cideyusun?” diye sordu. Küçük hamsi tiz sesiyle:
-“Seni ilcilendurmez, cit başumdan. Başuna alma belayi.” Diye çıkıştı. Bu Deli
Serpa’yı daha çok güldürdü:
-“Ayyy, cit başumdan başuna alma belayi, ahahahaa!” diye gülerek hamsiciğin
başına bir şaplak indirdi. Hamsicik ağlamaya başladı:
-“Sen bağa nasi vurarsun ühühüğğ…” deli Serpa bir sigara koyup ağzına hamsiciğe
eğildi:
-“Ateşle yavru kuş.” Dedi. Hamsicik kaşlarını çatıp:
-“Ben yavri kuş diğılım taam mi? Bi da burda sigara içmek yasaktur.” Diye
uyardı Serpa’yı. Deli Serpa bir kahkaha atıp:
-“Niye? Sünger Bob denizin altında mangal yapıyo da sigara mı yasak oldu
şindi?”
-“Şuna bak hele.”
-“Tipe bak çay demle, ehehehe…” diye dalga geçmeye devam ediyordu Deli Serpa.
-“Cit haburdan, elumi kana bulamiyayim bak.”
-“Buruna bak hele buruna, ehehee seni çirkin şey”
-“cider misun?” deli Serpa dalga geçmeye devam ediyordu:
-“De bakayim sen nerelisun? Uzaydan yüze yüze mi celdun buralara? Seni çirkin
hamsicuk.”
Bu sözler hamsiciğin çok zoruna gitmişti, daha fazla orada duramazdı. Orayı
terk etmeliydi artık elini kana bulamadan. Boynunu büke büke sessiz sedasız
oradan ayrıldı. Gözyaşları denize karışmıştı giderken. Ama bu Deli Serpa’nın
umurunda değildi ve keyfini de bozmuyordu.
Sigarasını yakmaya çalıştı ama beceremedi. Türkü söylemeye başladı:
-“Divane aşık gibi
Dolanırım yollarda.
Yar senun sebebune
Kaldum İstanbullarda.” Dedi ve arkasında döndü ki ne görsün! Karşısında bir
tondan fazla hamsi sürüsü dikiliyordu. Deli Serpa kaldı öyle ve bembeyaz
kesildi. Hamsilerin hepsinde bir şey vardı. Kiminde tüfek, kiminde beysbol
sopası, kiminde tırmık, kiminde de orak vardı. Serpa yutkundu. Aralarında kaslı
ve dövmeli çılgın hamsiler de vardı. Hepsi de Deli Serpa’ya sinirli sinirli
bakıyordu. Birden kalabalık yarıldı ve o kalabalığın arasından dalga geçmiş
olduğu küçük hamsicik çıktı. Serpa’nın ağzındaki sönük sigara yere düştü.
Kalabalık hareketlenip kendisine doğru yüzmeye başladı:
-“Durun, size bi türkü söyleyeyim!” diye bağırdı Serpa. Kalabalık durdu ve
birbirine baktılar. Aralarındaki en yaşlı olanı eline bir kemençe verip:
-“ey o zaman, al habu kemençeyi başla turkiye!” dedi. Serpa kemençeyi alıp yayı
kemençeye değdirip:
-“Saksağanun kuyruği saksağanun kuyruği, saksağanun kuyruği saksağanun kuyruği,
saksağanun kuyruği…”
-“La başka bişe bilmez misun?” diye çıkıştı hamsi nene.
-“Yere değiyi yere yere değiyi yere yere değiyi yere yere değiyi yere yere
değiyi yere…”
-“La uşaklar, bu bizilan dalga ceciy, yakalayun vuralum oni!” diye bağırmasıyla
herkes bir yana dağıldı. Denizin içinde silah patlamaları, bombalar,
yanlışlıkla birbirini vurmalar. Deli Serpa biraz da olsa dayak yemişti. Kör
kurşunların arasından güçlükle kendini kurtarmaya çalışıyor, önüne çıkan
hamsilere tokat ata ata yolunu açıyordu. Ki ne görsün! Hamsinin biri bir kılıç
balığının sırtına binmiş Serpa’ya doğru geliyor! Başka tarafa kaçacakken oradan
da havlamaları yeri göğü tutan çılgın köpekbalığının üzerindeki tek gözlü
hamsiyi fark etti.Hemen belinden Ayşegül’ün boş tabancasını çıkardı ve havaya
ateş açtı. Kurşun gitti gitti gitti bir helikopterin pervanesine çarpıp geri
düşmeye başladı. Tabi helikopter de peşinden. Çok geçmeden aynı hızla kurşun
deniz suyunu delip geçerek hamsilerin birinin kafasına isabet etti. Ardından
helikopter de büyük bir gürültüyle denizin dibine battı ve yüzeye çıktı.
Hamsilerin arasında büyük bir bağrışma feryat koptu. Deli Serpa neye uğradığını
şaşırmıştı etrafına telaşla bakarken helikopterin pervanesinin bir ucu
atletinden yakalayıp suyun yüzeyine doğru çekmeye başladı. Suyun yüzeyine
çıkarken hamsilerin bir araya toplandığını görmüştü. Bir süre su yüzeyinde
pervaneye takılı bir şekilde kalınca sıcak güneşin altında mahsur kaldı ve
vücudu simsiyah oldu. Birkaç saat çırpındıktan sonra helikopter patladı ve Deli
Serpa pervaneyle beraber kuzeye doğru fırladı. Pervaneden bu şekilde
kurtulduktan sonra biraz özgürce yüzmeye başladı. Çılgın hamsilerden de
kurtulmuştu. Bir tanesi öldüğü için diğerleri cenazesine gitmişti. “ben
hayatımda öyle psikopat hayvan görmedim.” Dedi kendi kendine. Sonra : “Demek ki
‘hamsinin küçük olduğuna aldanmayın; sülalesi kalabalıktır.’ Lafı doğruymuş.”
Diye ekledi. Bir yandan kulaç atıyor bir yandan kendi kendine konuşuyordu.
Uzaktan bir kara gördü birden. “Anaa burası da neresi? Akçaabat limanına
benzemiyor? Trabzon’un Faroz’uyla da hiç alakası yok. orada minare bile görünmüyor’
Aman Tanrım ben galiba Rusya’ya geldim! Dur biraz daha yüzeyim de oraya
gideyim.” Deyip kulaçlarını hızlandırdı. Bir saat daha yüzdükten sonra karaya
çıkmasına 5 metre kalmıştı. İnsan ve araba sesleri geliyordu kulağına. “Ahan da
Rusya’ya geldim!” deyip aklına bir şey gelmiş gibi durakladı: “ama benim
pasaportum vizem yok. Üstelik kimliğim de yanımda değil. Ne yapacağım şimdi?
Pofff, neyse geri dönüp eve gideyim de alıp geleyim yine ben.” Deyip geri
dönerek Türkiye’ye kulaç atmaya başladı…