ÖNSÖZ
Aşk
ateşte yanmaktır.
Aşkı
yakan İlahi Ateş’tir.
Neden
dünyanın merkezi yanıyor biliyor musunuz? İlahî Aşk’a kavuşmayı beklediğinden…
Vuslat’a ermek için, “için için” yanıyor…
Ancak aşkına kavuştuğunda yüreğinin ateşi
sönecektir.
Samanyolu’nda sönmüş yıldızlar var ya, işte
onlar aşkına kavuşanlardır, vuslata erenlerdir…
isimsiz bir sevdayım ben
isimsiz bir sevdayım ben,
hangi yöne baksan beni görürsün...
eğer görmediğin bir an varsa,
o zaman aşk beni yakmış, kül etmiş, toz olmuşum...
“Mor menekşem”
(26.06.2009)
1. 1.BÖLÜM
VUSLAT’A DOĞRU
1247 Ocak- KINIKLI
Saçlarını
okşayamıyordum. Her teline değdikçe sicim sicim gözyaşı döküyordu. Beyazlaşmış
saçlarından dökülen her damla gözyaşı kalbime birer damla siyanür gibi yıkıp
geçiyordu.
Başına
bağlamış oldukları kırmızı tülbendi hafifçe kaldırdım. Şöyle masum bir buse
kondurdum. Vücudunda hafif bir serinlik oluştu…
Ah
sevdiğim, sana kavuşmak için ömrümü verdim, ömrümü yol ettim…
Göz
kapaklarımın her açılıp kapanışında gözyaşlarımı dökmemek için kaslarımı
sıkıyor, gerginlikten içerimdeki liflerin çatır çatır koptuğunu hissediyordum.
Senin
mor menekşe gözlerine âşık olmuştum.
Kırlangıç’ın
tüm mor menekşeleri senin için ağlıyor… Akan gözyaşları sel olmuş, köyümü Seyfe
Gölüne çevirmişti.
Menekşeler
kıskanırdı seni.
Bize
yazmadığı şiirleri, bize göstermediği sevgiyi, bize dökmediği gözyaşlarını bir
çift mor menekşeye verdi.
O
benim vuslatıma ateş idi.
Yaktığı
ateş ağır ağır sönmeye başlıyordu. Köz ateşi gibi…
Ölme
sen kurban olduğum…
Kıraç
dağlarımın menekşelerini öksüz bırakma. Ben gitti gideli zaten yetimdiler. Sen de
gidersen öksüz kalırlar.
Menekşelerin seslerini duyar gibi oluyorum.
-
Sen
bizim babamızsın! Senin yokluğuna alıştık, ama bizi anasız bırakma.
-
Onun
sayesinde biz dağlardayız.
-
Onun
sayesinde biz gönüllerdeyiz.
-
Onun
gözleridir bizim yaşam pınarımız…
Göz göze gelirken ben ondan, o da benden
kaçıyordu. Birbirimize söz vermiştik. Ölüm bizi ayıramayacaktı. Azrail kimin
karşısında durursa önüne geçip meydan okuyacaktık.
Ellerimde
eriyip gidiyordu…
İşaret
parmağımı, kurumuş, ateşten kavrulmuş dudaklarında gezdirirken, yüreğimi de yakıyordu.
-Allah’ım senden istediğim tek bir dileğim
var, o da “Mormenekşem”in acısını bana göstermeden canımı al!
Dayanamam,
bir gülen gözlerine yedi düveli yakarım. Yakamazsam yıkarım. Taş üstüne taş
koymam.
Kurban
olduğum n’olur çaresiz çaresiz bakma bana. Dayanamıyorum…
Avluya
çıkıyorum, yanında dökemediğim gözyaşlarını bizim yukarı çeşmenin oluğu gibi,
bahar seli gibi döküyorum.
İsyanım
sana değil Allah’ım. Affet beni. İsyanım çaresizliğe…
Bir
ömür feda ettiğim “mormenekşem”e illet bir hastalık peydah olmuştu. Benim ise
yüreğimi dağlamaktan başka bir şey gelmiyordu. Ciğerim parçalanıyordu. Döküm
ateşi benim yanımda buz kalıbı gibiydi.
Ey
güneşi doğudan doğurup batıdan batıran…
Ey
ovaları büklüm büklüm büküp dağları yaratan…
Ey
milyonlarca canlının, “bana kulluk ediyorlar” diye geçmiş günahlarını affeden…
Ey
Er-Rahmân, (Esirgeyici)
Ey
Er-Rahîm, (Bağışlayıcı)
Ey
El-Gaffâr, (Mağrifeti pek çok)
Ey
El-Vehhâb, (Her türlü nimeti devamlı bağışlayan)
Ey
El-Kerîm, (Lütfu ve keremi çok bol, çok geniş)
Ey
Es-Sâmed, (İhtiyaçları ve sıkıntıları gideren tek merci)
Ey
El-Evvel, (İlk)
Ey
El-Ahir, (Son)
Ey
doksan dokuz güzel ismi kendinde toplayan“Esmâü’l-Hüsnâ”
Bir
garip kulunum. Ellerim sadece senin rızan için,
sadece senin için semaya kalkar, sadece sana kulluk eder… Dileğimi geri
çevirme Allah’ım
VUSLAT YOLUM
"İsimsiz
Sevda" idim,
bir
"ad" koyamadım,
Aşk
çarptı beni, "mormenekşem" oldum,
aşkıma
doyamadım,
Vuslata eriştik derken,
felek
aldı sevdamı,
Kader
imiş, Vuslatı beklemek...
akan gözyaşlarımı sayamadım...
(VUSLAT-I MOR - (04.05.2010 – 21:15)