1.      3.BÖLÜM

KAYSERİ 

a)     Kayseri Yolları

1227 Temmuz – KAYSERİ

 

                Üç gün üç gece süren yolculuktan sonra Erciyes Dağının tepesi ufukta görünüyordu. İlk yolculuğum olduğu için biraz zor oldu. Yoruldum. Deve bindiğimiz eşeklere benzemiyordu. Hem yüksekteyim, hem de aşırı sallantıdayım. Neyse çok şükür, kazasız belasız Erciyes’in yüreği gözüktü. Başı dumanlı, tepeden aşağıya yarıdan fazla bembeyaz kar idi.

                Ey Erciyes! Kırlangıç beni bir ateşe attı, acep yüreğindeki kar, ateşimi söndürür mü? Yoksa körükleyip beni örsünde dövmeye devam mı edeceksin?

-                     Bak oğlum Erciyes’in doğu tarafındaki düzlüğü görüyor musun? Orası Tekir Yaylası, yazın sıcağında Yörükler yaylaya çıkar. Yazı orda geçirirler. Yayladan alınan ne sütün, ne yoğurdun, ne yağın, ne de etin değeri de biçilmez, tadına da doyum olmaz. Alt tarafta doğu uzantılı yeşillikler var ya orası Gesi Bağları… Türküler yakılmış,  âşıklara seyyah, bülbüle dergâh olmuş…

                İçimdeki heyecan katlanarak devam ediyordu. Kayseri ile anlatılanları bir araya getirip, gözlerimle şehri çözmeye çalışıyorum.

                Kuzeyi batıya, güneyi doğuya çizip şöyle bir haritasını beynimde oluşturuverdim.

                Büyük şehir görmemiştim ama civar köylerimizi gezdiğimizde birkaç emare belirlerim. Ve yöre hakkında ön bilgimi tasarlarım.

                Kenar mahalleden içeriye, şehrin merkezine doğru girdik. Kalenin içerisine kervanlar sokulmadığından karşıdaki Hunat Hanına girdik.

-Oğlum gel seni birkaç saatliğine arkadaşımın yanına emanet edeyim. O sırada ben malları boşaltır, akşam ezanından önce bibingile teslim ederim, dedi.

-Tamam Hüseyin amca.

Tüccar Ali Rıza Efendi alım-satım yapıyordu. Doğudan getirilen malları batıya ulaştırıyordu.

-          Oğlum nasıl buldun Kayseri’yi, dedi.

-                     Ali Rıza amca henüz şehri gezmedim, ama gördüğüm en büyük şehir galiba. İnşallah yakın zamanda şehri tanımaya fırsatım olur. Çokta merak ediyorum.

-          Tuttuğun bir iş var mı?

-Komşu köylerimiz dışında başka yere gitmedim. Biliyorsun çiftçilikle ve çobanlıkla iştigal ediyoruz. Köyümüze gelen yabancı olursa onlardan değişik meslekler öğrenebiliyoruz. Bende bizim köyden sık sık kervanla geçen debbağ ustası Osman ustadan dersler aldım. Çırak olmasam da deriyi işlemek için elimden geleni yaparım.

-Tam yerine gelmişsin evlat ! Debbağlık burada bayağı ilerledi. Sanat oldu. Genç genç ustalar yetişmeye başladı. Yetiştirdikleri, şarka ve garba gidip sanatlarını icra ediyorlar. Asıl ustaları “Ahi Evren”…

-Küçükken kervancının birinden Ahi Evren ile ilgili bilgiler duymuştum. Hatta rüyamda onla Sultanın huzuruna çıkmıştık. Hayalim, onun gibi bir usta olmaktır.

-          Allah yardımcın olsun evlat.

Allah razı olsun. Bu arada eniştemi bilir misin? Develili Molla Hacı derler Bizim oralardan davar alıp Kayseri’de satarmış.

-Bilemedim ama inşallah eniştenle bir çay içmeye beklerim.

-İnşallah.

-Oğlum Vuslat, işlerimi hallettim. Akşam olmadan bibingile bırakayım seni. Bu arada Konya’ya dönen kervancılarla babangile, “Sağ-selam Kayseri’ye vardık!” diye haber saldım.

Allah razı olsun Hüseyin Amca. Heybemi alayım hemen çıkalım. Allah izin verirse en kısa zamanda ziyaretine eniştemle gelirim Ali Rıza Amca. Haydi, şimdilik Allah’a ısmarladık.

-Allah’a emanet ol evlat. Bir sıkıntın olursa ben buradayım. Güle güle.

-Tamam amca sağ olasın.

{|{

-Gadasını aldığım, ciğerin bağına kurban olurum senin, kardeşimin kuzusu… Bir koklayayım seni… Kardeşim kokuyorsun, anam babam kokuyorsun… Maşallah ne kadar büyümüşsün! Şöyle dön bakayım… Tüh, tüh, tüh maşallah… Kırk bin gere maşallah… Kabadurak kokuyor…

-Bir ara ver bibi ! Bir nefes ver, kurban olduğum!

-Özlem kokuyorsun oğlum… Doyamadım… Kaç yıl oldu sizleri görmeyeli… Kör olası gurbet! Yakın değil ki sabah gidip akşam gelesin. Eeee ne var ne yok oğlum? Anlat bakayım, bu gece sana uyku yok, ona göre kurban olduğum…

-          Tamam bibim, aşk olsun! İki lafın belini kırarız…

Rabia söze karıştı.

-Gadasını aldığım, dayımınoğlu, galk gayri! Bugün ilk iş günün, geç kalma e mi? dedi Rabia.

-Tamam bacım, sağ olasın, şimdi gelirim sofraya.

Bibimin en küçük kızı Rabia… Benden iki yaş büyüktü. Bacım gibi severdim. İşleyeceğim ilk çizmeyi ona hediye edeceğim, hem de “Türk Kırmızısı” sahtiyan derisinden…

-Gardaşımın kuzusu, bak, bizim oralarda pek bulunmaz. Bunun adı pastırma, şu sucuk, bunlar da zeytin.

Zeytin ağacı bizim iğde dalına benzermiş. Bursa’dan gelir buraya. Ağaçtayken yeşil ve sert olurmuş. Salamuraya yatırılıp kararırmış ve böyle sofraya gelir. Yağı çok faydalıymış.

-Oğlum Hacı Bayram, pastırma imalatçısında çalışıyor. Özellikle Kayseri’de meşhur olup tüm Anadolu’da namı olan pastırma ve sucuk. Sucuk kurutulmuş koyun bağırsağın içine kıyma edilmiş et ve baharatlardan oluşmaktadır. Pişirmeden de, yağda veya yumurtayla da yenir. Senin yumurtalı dürümü sevdiğini biliyorum. İçine sucuk da attım, bir tat bakayım. Bu dilimlenmiş olan da pastırma. Danaların yan budundan yapılmaktadır. Dışı ise çemen dediğimiz çeşitli baharatlardan yapılmış cıvık bir bulamaç ile suvanmaktadır.

-          Dayımınoğlu, gadasını aldığım, rahat uyudun mu?

-          Sağol bacım, Allah razı olsun. Yorgunluğumu aldım.

-Akşam gelince Hacı Bayram’a söyleyeyim de beraber hamama gidin. Yolun yorgunluğunu çıkartırsın. Bizim köyün hamamına benzemez. Cıncık gibi olursun, gadasını aldığım.

-Tamam bibim, bana müsaade.

-Hacı Bayram’ın tarif ettiği yeri unutma, neydi ustanın adı?

-Unutmadım bibi. Debbağ Ömer Usta, Kaleiçi’nde.

-                     İyi haydı işin gücün rastgelsin. Allah yolunu açık etsin. Cenab-ı Allah gönlüne göre versin. Kurban olurum, gardaşımın kuzusu.

-                     Sağol bibi, duanı eksik etme. Rabia bacım haydi Allah’a ısmarladık. Akşama görüşürüz.

-                     İşin gücün rastgelsin dayımoğlu, güle güle kurban olduğum.

 

{|{

 

Bibimgilin evi Kaleiçi’nden iki mahalle dışarıdaydı. Eniştem Himmetdede’ye davar almaya gitmiş.

Bibimin oğulları sabah namazı ile birlikte işe gittiler. Ben de Ömer Ustanın yanına tek gideceğim. Gerçi eniştem benden bahsetmiş, usta da “Gelsin de bir bakayım!” demiş. Hayırlısı bakalım.

Allah bir kapıyı bana nasip etti. İnşallah önce kendimi, ailemi ve çevremi mahcup etmem. İçimden bildiğim tüm duaları ederek gidiyordum. Bir tarafta da şehri tanımaya çalışıyordum. Kalenin surları bibimgilden gözüktüğü için yol sormaya bile gerek kalmadı.

Kuzey kapısından içeri girdim. İlk gördüğüm debbağın yanına vardım.

-          Selamünaleyküm usta.

-          Aleykümselâm evlat, buyur.

-                     Debbağ Ömer Ustanın yerini arıyorum. Bana yardımcı olabilir misiniz?

Usta kapıya çıktı ;

-                     Oğlum şu anayolda sapmadan üçüncü yan yoldan sağına sap, sağdan beşinci yer, anladın mı evlat?

-                     Anladım usta, çıkartırım. Allah razı olsun. İşiniz gücünüz rast gelsin. Hayırlı işler.

-          Sağ ol evlat.

Bir taraftan da işyerinin içine şöyle bir göz gezdirdim. İçeriyi tanımaya çalıştım.

Debbağlık aslında madencilik gibi olmasa da ağır bir meslektir. Dayanmasını bileceksin. Çünkü derinin hem yükü hem de kokusu ağırdır. Bir de kullanılan malzemeler de ağırdır. Onun için debbağlık zor bir zanaattır.

Ben zoru severim. Zorun da beni sevmesi için gönlünü alırım. Onun için çevremde çok sevilirim. Hoşgörüm, toplum içerisinde denklik sağlar. Yaşım on beş ama insanlarda güven sağlarım.

Kalbim adımlarımla birlikte hızlanmaya başladı. Hafif terlemeye başladım. Heyecanımı bastıramıyordum.

Ah Kırlangıç! Şimdi eteğinde olaydım, menekşelerime sarılaydım; koklayıp koklayıp heyecanımı geçirirdim. Nerdesin? Sizleri çok özledim…

Üçüncü sokaktan sağ dönüp sağdan beşinci yer. Bir …,  iki …, üç …, dört … ve beş ! Ya Allah Bismillah… Allah’ım sen yüzümü kara çıkartma… Daima yanımda, doğrunun yanında, dürüstün yanında ol Allah’ım, âmin…

-          Selamünaleyküm Ustam, dedim.

İçeri girer girmez derinin kokusunu aldım. Çeşit çeşit hayvan derileri… İşyerinin holünde, işlenmiş deriler tezgâhtaydı. Rengârenk, ateş kırmızısı, Türk kırmızısı, çağla yeşili ve onlarca renkte işlenmiş deri… Hepsi de usta ellerde işlenmeyi bekliyor.

Sanat, Allah’ın kullarına ihsan ettiği en güzel uğraştır. Hem insanlık adına, hem de kendi, ailesi, çevresi adına hayırlı bir iş yapmış oluyor.

Ahi Evren’ın dediği gibi;

“Cenab-ı Allah, tekkesine kapanmış, dünyadan elini eteğini çekmiş,  sofuluğu emretmiyor, Allah’ın rızasını almak için hayatını kazanmak için diyar diyar dolaşmak ve her sanat ve zanaatı öğrenerek, öğrendiklerini de insanoğluna öğretmek gerekiyor.”

-          Aleykümselam, evlat ! Buyur bakalım.

-                     Ustam! Adım Vuslat. Eniştem Molla Hoca benden bahsetmiştir.

-          Haaa, tamam. Hoş geldin. Enişten yok mu?

-                     Hoş bulduk Ustam. Eniştem davar almaya gitmiş. Himmetdede’ye.

-                     Tamam, olsun. Seni bana emanet etti. Söylediğine göre biraz meslekten anlarmışsın.

-                     Köyde aletsiz, edevatsız, ufak tefek bir şeyler yapıyorum. Köyümüze gelen ustalardan ders almıştım.

-          Bakacağız oğlum. Hasan Usta baksana buraya !

-          Buyur Ustam…

-                     Hasan Usta, bu yiğidin adı Vuslat ! Develili Mola Hocanın yeğenidir. Biraz bizim işten anlarmış. Sen bir gör bakalım. Ona göre bakalım gayri. Tamam mı?

-          Tamam ustam.

-          Eti de bizimmiş, kemiği de ona göre.

-          Tamam usta, emaneti önce Allah’a, sonra banadır.

-          Sağ ol Ustam.

-                     Bak oğlum ! Senden Hasan Usta sorumlu. Sende benim ve ustanın yüzünü kara çıkarma. Bilmemek ayıp değil. Bilmediklerini sor. Onlar sana bu mesleğin en derin yerlerine kadar anlatıp öğretecekler, tamam mı?

-          Başım gözüm üstüne Ustam,

-                     Ellerinizde hamur olmaya, yoğrulup kavrulmaya, kavrulup yanmaya geldim ustam…

-          Ohooo maşallah oğlumuz âşık da…

-                     Estağfurullah Ustam. Dilimizin döndüğü yere kadar söylerim. Allah’ın bahşettiği dile yakışanı yakarım. Ateş ile de kavrulurum.

-                     Tamam oğlum. Sana ısınmaya başladım. Allah yolunu açık etsin. Gönlünün muradını versin. Buyur Ustam, emanet sende…

-          Tamam Usta, emanetin bende…

 

{|{

 

( İlahi Aşkım Mormenekşem - 3a.bölüm başlıklı yazı Ali Özdemir tarafından 5.10.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu