Tırnak içindeki diyalogların sonuna ünlem, soru ve virgül noktalama işaretleri konur. Sadece atasözlerinde noktaya yer verilir. Cümlenin tırnak dışında devam eden sözcüğünde büyük harf kullanılmaz. Tırnak içi ve dışı tek cümledir. Nokta, bir cümlenin sona erdiğini belirttiği için tırnak içindeki diyalog sonuna konmaz. Daha önceleri kullanılan düz çizgi diyaloglarının sonunda virgül olduğu gibi. Anlatı ve diyalog bir cümle olabilir. Örnek:
“İş bulursan, sana tekrar kredi açarım,” dedi Martin’e. “İş yok, yemek de yok. Bu işler böyle işte.” Sonra bunun nasıl bir önyargı değil de iş hayatındaki bir ileri görüşlülük olduğunu anlatmak için, “İstersen eve içmeye gel,” dedi. “Yine de arkadaşız.” Jack London’un “Martin Eden” romanından.
“YAZIM,
KÜLTÜR; YAZIN, SANATTIR” adını verdiğim değerli çalışmamı yazıcıdan çıktı
yaparak göz önü dosyasına dönüştürdüm.
İnternet ortamında, edebi bilgiler taraması
yaparken, “Kayıp Edebiyat,” adlı sanal bir edebiyat sitesiyle karşılaştım. (Ne yazık ki iyi bir edebiyat sitesi olan bu yayın
organı kapandı.) Yazdığım öyküleri okuyucularla paylaşmak hem de eleştiri
alarak yeni bilgiler edinmek amacıyla siteye öykü göndermeye karar verdim. Yıllar önce yazdığım “Mektep
Çocuğu” adlı öykümü gözden geçirip siteye gönderdim. Dolu dolu yirmi sayfalık öyküm, ertesi günü
siteye kondu. Bir gün sonra ilk yorum geldi.
“Uzun yazıları okumam. İlk defa bu uzunlukta
bir öykü okudum.”
Okunabilir
bir metin yazmanın huzurunu duydum. Öyküyle ilgili olarak yazım, anlatım ve yazı planı konularında eleştiri bekledim
ama yapılmadı.
Başka
edebiyat siteleri de buldum. Onlara, direkt öykü asılıyordu. Her hafta bir öykü
yayınlamaya başladım. Hep beğeniye yönelik yorumlar yapılıyordu. Aradığım övgü
değil, öğretici eleştiriydi. Bunu şuna
bağlıyordum. “Yazım kuralları yönünden
düzgün yazıyorum ki, dolaysıyla yazılarımda eleştirecek bir husus
bulamıyorlar.” Bu konudaki yanılgımı kısa süre sonra anladım. Yazılarımı
bir başka siteye asarken gözden geçirdiğimde, gözümden kaçan hataların olduğunu
belirledim. Buradan şunu anladım. Kişi,
yazdıklarında bakarkör oluyor.
Bütün
bu eksikliklerime rağmen, sitelerde yayınlanan öykü ve denemelerdeki yazım
hatalarını gördükçe bu konuda epey aşama kaydettiğimi fark ettim. Belirli
seviyede bazı kalemlerin gelişmesinde yararlı olacağı inancıyla yazılarındaki
hataları belirterek, öğretici yaklaşımla doğrusunu göstermeye yöneldim. Yapıcı
yorumlarıma olumlu yaklaşım gösterenler çoğunluktaydı. “Dikkat etmeye çalışırım,” gibisinden eleştiriye sıcak
bakmadıklarını ima edenler de oluyordu. “Yazılarıma
yorum yapın,” diyenlerin yanı sıra, “Bundan
sonra yorum yapmanızı istemiyorum,” diye mesaj atanlar da çıkıyordu. Bir kadın kalemin yazdığı bir öyküdeki
cümlede tam yetmiş küsur sözcük vardı. Yorumum
şu oldu.
“Bu cümleden en az altı- yedi cümle çıkar.”
Karşı
yanıt:
“Yazarı taciz etmeye hakkınız yok.”
Tacizci(!)
damgası yediğim için bir daha o kadın yazarın(!) yazılarına yorum
yapmadım. Yazılarında, uzun cümleye yer vermiyordu. Tacizim(!) işe
yaramış...
“Hatalarımı düzelteceğim,” deyip yine
aynı hataları yapanlara yorum yapmaktan vazgeçiyordum.
Zamanla anladım ki, edebiyat sitelerinde özde değil de sözde yararlanma var. Ayrıca, aşırı derecede edebi yozlaşma hüküm sürüyordu. Sanki marifet işliyorlarmışçasına yazım kurallarına uymadan yazmalar… Kafalara göre noktalama işaretleri… Tşk gibi sözcük yontmalar, gülen, üzülen çizgi ve renkli suratlar… Ve yerine (&) gibi yabancı işaret ve özentiler.…Daha neler neler…
Bir
başka garabet de, kimi kişilerin, sözde edebiyat adı altında siteleri siyasi,
etnik, dini ve kişisel çıkarlarına alet etmeleri idi…
Tüm
bu olumsuzlara rağmen bu tür edebiyat siteleri yayınlarını sürdürmeli.
Yazdıklarını başka yerlerde gün yüzüne çıkaramayanlar için bulunmaz bir nimet
bu siteler. Eleştirim, edebi kaliteye önem vermemeleri. Sitenin, amaç dışı kullanıl-maması. “Üye olsun
ve yazsın, gerisi önemli değil” mantığıyla olsa gerek, siteler arası rekabet,
edebi kaliteyi düşürüyor…Bazı çatışmalara sahne oluyor…
“Güzellikler paylaşıldıkça değerlenir. Kötü
olaylar arttıkça kanıksanır.”
Bu özlü söz, edebiyat açısından da geçerli olması gerekirken ne yazık ki, güzel edebi yazıların paylaşımdan daha çok, kötü yazılar giderek kanıksanıyor…
Yorumlarım sırasında bir de şunu tespit ettim.
Yorumlarıma selam vererek başladım hep. Merhaba, İyi Günler, İyi Akşamlar Ali Bey, Ayşe Hanım gibi. Yorum sonunda da, başarı dileklerimle saygı ifadesi belirtirdim. Acı bir gerçek de şu. İyi kötü bir şekilde edebiyatla uğraşanlar da selamlaşma ve saygıda duyarsızlar. Din, kardeşlik, dayanışma gibi konularda, mangalda kül bırakmayacak şekilde yazı yazanlar bile, “Allah kelamı” selamdan yana nasipsizler. Yazı yazdığım edebiyat sitelerinde, yazı yazanlar arasında selam ve saygı ifadelerinin yaygınlaşması için yorumlarda değişik ifadeler kullandım. Çok kere, Kuran’ı Kerim’in Nisa suresindeki 86. Ayetiyle bir hadisi belirttim. Yüce Allah; “Size selam verildiği zaman, ondan daha iyi bir sözle selam verin veya aynısıyla karşılık verin.” buyurmuş. Ayrıca; kutlu peygamberimiz de, “Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olamazsınız. Sevmenin amentüsü de selamdır.” demiş. Ayet ve hadisi sıkça belirtmeme rağmen çok az “selam karşılığı” buldum-buluyorum.
“YAZIM,
KÜLTÜR; YAZIN, SANATTIR adlı dosyayı, dört bölüm halinde yazı yazdığım edebiyat
sitelerine yolladım-astım.
Dosya başlangıcına aşağıdaki açıklamaları yazdım.
“Bir metni
okunabilir kılan, sözcüklerin doğru olarak kullanılması ve dil bilgisi
kurallarına uyulmuş olması; yani edebiyat yapılmasıdır.
Edebiyat,
duygu ve düşünceleri söz ya da yazıyla etkili bir şekilde anlatma sanatıdır.
Her şeyden önce yazım ve noktalama kurallarına uygun yazmak, Türkçeye saygı duymak
demektir. Dil bilgisi kaynaklı bu yazıyı kendim için hazırlamıştım. Küçük bir kitapçık halinde hep masamda durur.
Bir noktalama işareti ya da bağlaçta öyle mi değil mi diye kararsızlık
çektiğimde açıp bakarım. Ara sıra baştan sona okurum. Yararını öyle bir gördüm
ki…En başta, kendime özgüven geldi.
Benim gibi sizleri de edebi bir aydınlığa kavuşturacağına inandığım için
bu bilgileri sizlerle paylaşmak istedim. Lütfen, siz de çevrenize duyurun ki,
yazım kültürü yozlaşmasın. Hatta, eğitim-öğretim çağındaki evlatlarınıza, temel
ders olarak aşılayın ki konuşma ve yazma yetenekleri gelişsin. Bu bilgi
kaynağını yazıcınızdan çıkararak devamlı gözünüzün önünde bulundurun. Çünkü,
insanoğlu unutkandır. Ayrıca, eksik ve yanlış bulduğunuz ne varsa bildirin ki araştırayım ve doğrusunu öğrenmiş
olayım. Yazım, sözcüklerin nasıl
yazılacağını belirleyen kurallar ve kullanımlar bütünüdür. Ve bir kültürdür.
Çünkü; duygu, düşünce, düşsellik ve olayları bünyesinde toplayan yazın, ancak
doğru bir yazımla toplumun anlayabileceği şekle girer.
Yazın, bir sanattır. Duygu, düşünce, düşsellik ve olayları, yazımla bütünleştirilen edebi değerdir. Kurgu, olayların örgüsü, düşünce deryası ve duygular olağanüstü güzel olsa bile, yazım aksaksa o eserin sanatsal bir değeri yoktur. Yazım çok nefis; yazın kurgusu kötü, olayların örgüsü berbat ise o eserin de sanatsal bir değeri olamaz. O nedenle, yazım ve yazın bir bütün olarak ele alınmalıdır.”
Sitelere astığım ve yazar adaylarının alfabesi sayılacak bu çalışmama epey övgü almama rağmen bir ilave gönderen ya da şurası yanlış diyen olmadı. Yararlanacağını yazan bazılarının “eski hamam eski tas” uygulamalarını görünce toplumun; edebi aydınlanmada da vurdumduymaz olduğunu anladım…
Edebiyat sitelerindeki öğretici ve yönlendirici yorumlarım zamanla azaldı. Yazdıklarında bir edebi ışık gördüğüm kalemlere yorum yapar oldum.
Gerek düzyazı ve gerekse şiir yazanların ezici çoğunluğu, yazdığının okunmasını istiyor. Kendileri okumuyor. Okumadıklarını, yaptıkları yazım ve anlatım hatalarından belli ediyorlar. Edebiyat sitelerinde asılan gayet düzgün yazılardan yararlanmadıklarından belli oluyor. İnternet ortamındaki edebiyatla ilgili eğitici yayın yapan sitelere hiç uğramadıklarından anlaşılıyor.
Buradan
şuraya gelmek istiyorum. Belki ağır bir
ifade olacak ama, toplum olarak öğrenme özürlüyüz. Bunu biraz yumuşatırsak,
öğrenme açlığı çekmeyen bir toplumuz. Bu kanıyı, edebiyat sitelerinden ve geniş
sayılacak eğitimli çevremden edindim. Kişi başı okunan kitap sayısı ve
gazetelerin tirajları, açıklamalarımın bir başka kanıtı.
Okumanın
yararını okuyan insan daha iyi anlıyor ve bunun sonucu daha fazla okumaya
yöneliyor. Bu farklılığı kendimde
görebiliyorum. Kitap okumak, beynin geliştirmesine katkı sağladığı için hafıza
kaybını engelliyor. Bilgi dağarcığını ve sözcük hazinesini zenginleştirdiği
için genel kültürünü artırarak insanı “bir
bilen” yapıyor. Hayal gücünü geliştiriyor. Hayata daha olumlu bakmayı
sağlıyor. Duygu ve düşünceyi besleyip
geliştirdiği için her bir şeyi sorgulayarak öğretiyor insana. İçe dönük
sıkıntılarından uzaklaştırıyor insanı. Sorunları bir süreliğine soğuttuğu için,
daha doğru karar verme yetisi sağlıyor.
Kitap okumak bir aydınlık…
Okumanın değeri,
Sümerlerin kil tabletlerinde bile belirtilmiş. Işık hızlı teknolojik gelişmenin
yaşandığı bu yüzyılda, kitap okuyan uluslar bu gelişmelerde en öndeymiş…
Suçlamak değil de,
Müslüman dünyasında genelleme yapmaksızın ülkemizle ilgili bir gerçeği ortaya dökmekte yarar var.
%98.6’sı
Müslüman olan topluluğumuzda okumak, en önde gelen bir ibadet olmalı. Kuran’ı
Kerim’in ilk ayeti “Oku” olduğu için…
İki bin on altı yılında, yetmiş yaşına ayak salladım. Okumayı ve araştırmayı seven birisi olarak, edebiyatla ilgili konularda mutlaka yeni bir şeyler öğrenmeye çalışırım. Düzgün yazılan ve sorgulayarak öğretici bulduğum yazıları çok fazla önemserim. Bu yaşlardaki bir insan, geç öğrenip çabuk unutuyor. Bu nedenle, çok önemli bulduğum bilgileri bilgisayarda ya da eski sistem dosyalarda toplarım. İki-üç ayda bir dosyalara mutlaka göz atar, o gün için önemli gördüklerimi okurum. Tazelenen bilgilerle yazma ve okuma ufkumu genişletirim. Dolaysıyla, sorgulayıcı öğrenme yoluyla belleğime canlılık katarım.
“Yazmayı
öğrenme” uğraşım devam ediyor. Ömür
biterken, bu konuda gözlerim açık gidecek gibi…Ben değil, en yakınlarım
söylüyor bunu…
Bu kadar edebi bilgilerle
aydınlandıktan sonra romana ne mi oldu? “Yazmadan
önce yazmayı iyi öğrenmeniz gerekir,” diyen ajans edebi direktörünün
eleştirisinden sonra üç kere daha gözden geçirdim romanı. Neredeyse
kitaplarının tümünü beğenerek okuduğum dünyaca ünlü yazar Ernest Hemingway’e
özendim. Üstat, her eserini dokuz kez
kontrol eder, on sene beklettikten sonra son kez gözden geçirip öyle
yayınlatırmış. Yaşım nedeniyle bu süreyi beş seneye indirip, romanı da
sekizinci kez gözden geçirmekle yetineceğim.
Edebiyatçı bir kimliğim olmasa da
edebi bir aydınlık içinde görüyorum kendimi. Geçmişimle ilgili olarak “keşke” dediğim pek olmamıştır. “O zamanın şartları öyle gerektirmiştir,”
diye fikir yürütürüm hep. Şimdilerde bir konuda diyorum bunu.
“Şu edebi aydınlığa keşke otuz-kırk sene önce erişebilseydim…”
Veysel Başer