Davut peygamberin çocuğu olmuyor. Yaşı, öyle seksen doksan da değil. Kırklarda.
Bir gün tanrıya, “Bana bir evlat nasip eyle. Sana kurban etmezsem
namerdim,” dileğinde ve söz verişinde bulunuyor. Tanrı, dileğini kabul ediyor. Davut peygamber çocuğunun, genç ve asil karısı Hatçe’den değil de yirmi
küsur senedir kahrını çeken kölelikten azat ettiği karısı Sema’dan olsun
istiyor. Aslında, tanrının vaadini sınıyor. Bir süre sonra hakikaten, bunca yıl
kısır olan Sema kadın gebe kalıyor. Tabi, dünyalar onun oluyor. Genç ve asil Hatçe
kadın küplere biniyor. Dokuz ay on gün sonra Sema kadın, dünyaya bir kız çocuğu
getiriyor. Geniş bir dini törenle suda kutsanan bebeğe İsminaz adı veriliyor. Hatçe
kadın, köpürüyor görünse de, “Bizim adam kısır değil. Yakında beni de hamile
bırakır” diye içten içe seviniyor. El bebek gül bebek büyütülen ve cici bir kız olan İsminaz,
kırlarda kelebek kovalamayı çok seviyor. Kızını kurban etmeye kıyamayan Davut
peygamber, sözünden caymak istiyor. Hatta
bir keresinde;
“Ben kadın
mıyım ki sözümde durayım,” bile diyor.
Ama, iyilik meleği geceleri rahat bırakmıyor kendisini.
“Kızın İsminaz, kurbanlık çağa
geldi. Sözünü yerine getir. Namertliğe
toz kondurtma. Söz vermek başka bir şeye benzemez,” diyerek kafasına devamlı
fit sokuyor.
İyilik
meleğinin baskılarına daha fazla dayanamayan Davut
peygamber, Sema karısına yalan söyleyerek
kızını kelebek tutmak
için dağa bayıra götürüyor. Yolda giderlerken iyilik meleği Davut
peygamberin kulağına,
“Vazgeç. Sözünden bir kere dönmekle bir şey olmaz,” diyor.
Davut
peygamber de; “Sözüm söz. Yoksa, namertliğe halel getirdin
diye tanrı beni cezalandırır,” diyerek kararlılığını belirtiyor. Davut peygamberi
kandıramayan iyilik meleği bu defa cici kızın kulağına;
“Baban seni kesecek. Annene kaç,” diyor.
“Babam beni çok sever. Asla kesmez,” diyen İsminaz, sekerek gitmekte iken
dönüp babasının elini tutuyor. Birlikte yürüyorlar. Bir kayanın dibine gelip
durduklarında Davut peygamber, niyetini
kızına söylüyor. Güzeller güzeli İsminaz;
“Kurban
olmak istemiyorum!” diyerek feryadı figan ediyor.
“Hani beni çok
seviyordun? Sen nasıl babasın? İnsan kızını kurban eder mi? Aklından zorun mu
var?” dese de babasını sözünden döndüremiyor.
Davut peygamber;
“Cehennemde yansın bu dilim
Bir söz
verdim ki dönemem…” (1)
Şarkısıyla
kızına bir mesaj vermek istiyor ama gerisini getiremiyor.
Yere yatırdığı kızının ellerini ve
ayaklarını bağlıyor. Yalvarıp yakaran
dilini susturmak için ağzını
bantlıyor. Debelenen kızını diziyle
bastırıp,
torbasından çıkardığı satırın keskin
olup olmadığını kontrol için yan
tarafındaki kayaya vuruyor. Kaya, peynir
dilimi gibi ikiye ayrılıyor.
Davut peygamber, bir ustura
keskinliğindeki satırı kızının gırtlağında çalıp onu boğazlayacakken gök
gürlüyor. Şimşek çakıyor. Rüzgar savuruyor.
Bulutlar yarılıyor. Azrail, boynuzundan tuttuğu bir keçiyle iniveriyor. Davut peygambere;
“İsminaz’ın yerine aha bu keçiyi kurban et,” diyor.
Bu öyküde
adı geçenler ve sözler külliyen yanlıştır.
Ayrıca öykü,
Kuran-ı Kerim’in bir suresinde kısa olarak geçen bu dini olayı alaya
almaya yönelik de değildir. Bu yanlışlama öykü, sürekli yanlış yapanlara,
kıssadan hisse olarak değişik adlarla kısadan anlatılır. Az buz öykücü
geçiniyoruz ya, biraz süsleme yaparak az sonraki olumsuzluklara geçmeden önce
yüzlerde küçük birer aydınlık olsun istedim…
Bu öykü neden mi dile getirildi?
Ülkemizde; akla hayale gelmeyecek öylesine yanlışlar oluyor ki, öyküdeki
yanlışlıkları katlamalı solluyor. Hele bazı olgular var ki bunlar, yanlışlıktan da öte. Kadı kızındaki hatayı
bile görürken kendimize toz kondurtmuyoruz. Sanırım yanılgılarımızın temel
nedeni bu…
Bana göre en büyük yanlışlardan birisi de halk oylamasıydı. Daha
başlangıçta kendisi apayrı bir sorun oldu. Darbe girişimi sonrasında oluşan birlik
beraberlik ortamını bozarak ayrışmayı daha da körükledi. Halk oylamasına konu
olan olgunun sonuçları da, söylendiği gibi olmayacak.
“Geçmiş, geleceğin aynasıdır,” derler. Bazı şeyleri görmek için müneccim olmaya gerek
yok. Geçmişi iyi okumak yeterlidir.
Ülkem ve milletim için yanılmış olmayı diliyorum…
Veysel Başer
(1)
Rahmetli Kayahan’dan uyarlama.