KIRŞEHRİ’NE DÖNÜŞ
1246
Ocak – KIRŞEHRİ
Aylardır beklediğim cevap
gelmişti. Ahi Babam Konya’dan gelen haberi bizlerle paylaştı. Artık Kırşehri’ne
gitme vakti gelmişti. Ben de bu anı bekliyordum. Çünkü köyden çıktım çıkalı ilk
kez dönüyorum. Hasretler sona erecek. Ama benim en büyük arzum bir an önce köye
gidip anamı babamı razı edip, onları Denizli’ye getirip Menekşe’yi ailesinden
istemekti. Bir an önce Menekşe’me kavuşmak istiyorum, “Mor menekşem”e…
Ahi
Babamız ilk kervan ile yola çıkacağımızı, ona göre hazırlanmamızı istedi.
Ayrıca eş, dost ve sevdiklerinizle vedalaşın dedi.
Muhtarın kızı Menekşe! Gör beni ne hallere düşürdün! Bugün
akşam olmadan ona büyük müjdeyi vermem gerekiyor. Aslında kısa süreli bir
ayrılış olacak ama ondan uzaklarda olmak yanan ateşimin üstüne kızgın yağ
dökmek gibi bir şey olacak… Onun yanında olmasam da aynı şehirde bulunuyordum. Babadağ’dan
esen seher yeli yârimin en güzel kokularını bana kesintisiz ve soluksuz
getiriyordu…
Ey seherde esen, yârin en güzel
kokularını yanan ateşlerin üzerlerine çiğ damlası gibi serpen rüzgâr! Kaf Dağının
arkasına da gitsen bana “Mor menekşem”in kokusunu getirir misin?
“Yol uzak!” dersen, ister kokusunu
hapset bir şişeye ne zaman ihtiyaç hâsıl olursa damla damla üzerime damlat; bir
damlasına kıyamam; istersen de damıt ruhumu, en saf halimle “Mor menekşem” beni
özlediğinde nisanın kırkikindi yağmuru gibi sellere kapılırcasına ıslat onu,
ruhum bitende ben küllerimden yeniden doğarım…
{|{
-
Ey Babadağ, sana yeminler olsun! Senin emanetini
sana emanet ediyorum! Ola ki kavrulmaktan Erciyes’in damarlarına benzeyen bu beden
senden emanetini alamazsa… Ola ki yolculuğun sonunda “Allah bilir” deyip yoluna
kurban olduğuma kavuşamazsam! Senden dileğim, küllerimi bağrına bas! Koynunda
büyüttüğün menekşelerin ruhlarına ek beni! Ki “Mor menekşem” benim yokluğumu,
kokladığı menekşelerinden alsın…
-
Tövbe de Vuslat! Ben seni ölüme göndermiyorum ki!
-
Menekşe, içimde sana kavuşamamak gibi bir his
var… Sanki bu ateş dünyanın sonuna kadar yanacak!
-
Allah korusun Vuslat’ım. Ben senin sevdana giden
yolum… Kavuşacağız; hiçbir yere gitmek yok… Bana aşkın tarifini yapabilir misin?
-
Aşk
ateşte yanmaktır. Aşkı yakan İlahi Ateş’tir. Neden dünyanın merkezi yanıyor?
Biliyor musun? İlahî Aşk’a kavuşmayı beklediği için, Vuslat’a ermek için için
için yanıyor… Ancak aşkına kavuştuğunda yüreğinin ateşi sönecektir. Samanyolu’nda
sönmüş yıldızlar var ya, işte onlar aşkına kavuşanlardır, vuslata erenlerdir…
-
Yani gökyüzündeki sönmüş yıldızlar vuslata
erenler mi?
-
Evet, gece ışıldayanlar ise vuslata ermek için
sırasını bekleyenlerdir…
AŞKA
TARİF
Ne
anlatsam, ne yazsam, ne okusam,
Yüreğimden
geçenleri kalbine dokusam,
Etrafına
bir bak, eğer ortalıkta yoksam,
Yanmış,
kül olmuşum, işte aşkın tarifi…
Âşık
yanar ateşte, tabipler bakakalır
Merhemi
olmaz, ümitsiz, çaresiz kalır,
Hayata
bağlanma iksirini âşıklardan alır,
Bülbüle
gül olmuşum, işte aşkın tarifi…
Her âşık
ateşi bilmez, ateşte yanamaz,
Yandığını
farz eder, odun bile olamaz,
Gülün
katranlı dikenlerine bile konamaz,
Altın
kafeste bülbül olmuşum, işte aşkın tarifi…
Çöllerde
yeşerir gül olur, gülistan olurum,
Önüme
çıkana, ecel olur, kabristan olurum,
Yârimin
aşkına talebe olur, asistan olurum,
Bahçesinde
sümbül olmuşum, işte aşkın tarifi…
-
Sen bayağı yanıksın Vuslatım… Yüreğin acı acı
yazar…
-
Yakan sağ olsun, Menekşe’m…
-
Ben mi yaktım şimdi?
-
Kim yaktı ya?
-
Seni Kırlangıç’ın menekşeleri yakmış!
-
Neyse kızma hemen. Ha sen yakmışsın, ha
Kırlangıç’ın menekşeleri yakmış… Yani yakan yakıyor Menekşe’m…
-
Ne zaman yolculuk Vuslat?
-
Allah izin verirse yarın sabah namazından sonra
yola çıkacağız.
-
Hayırlısı ile gidin. İnşallah ailenle birlikte
en kısa sürede geri dönersin.
-
Tek dileğim sana kavuşmak Menekşe’m. Bu yolda bir
ömür verdim, gerekirse bin ömür veririm…
-
Allah’ım senden tek dileğim, Vuslat’ımın
hayırlısı ile “mormenekşe”sine kavuşmasıdır…
-
Menekşe’m, Allah’ın izni en kısa sürede anamla
babamı alıp geri döneceğim… Her şey Allah’tan gelir… Eğer ola ki geri dönmezsem
bil ki bu yola kurban olan bu gariban, dünyada kavuşamadığı “Mor menekşe”sini
ahretin kapısında bekleyecektir. Yani sen benim hem dünyalığım, hem de
ahretliğimsin… Ahirim sensin Menekşe’m…
-
Sen de bunu bil ki, Allah şahit olsun ki sana
kavuşamadıktan sonra bu dünya bana haramdır, senden önce ahretin kapısında seni
bekleyeceğime, Allah’ın huzurunda yemin ederim…
-
İçimde hiçbir zaman, senin beni yakan menekşe olmadığına
dair şüphem olmamıştı ama bugün anladım ki sen benim menekşemsin… Allah’ıma
şükürler olsun…
-
Sen de benim Vuslat’ımsın. Senin yoluna kurban
olurum!
-
Menekşe, gitsem iyi olacak! Çok kötü oldum, eğer
gidemezsem burada kalırım, sana da kavuşamam…
-
Doğru söylüyorsun… Gurbete esir olduk. Ne olurdu
aynı yerde dünyaya gelseydik! Allah sevenlerin yanındadır. Bak, bugün gideceksin,
yarın yanımdasın…
-
Öyle mi dersin?
-
Haydi canım… Haydi yiğidim, git!
“Menekşe”nin yüreği sana
ait!
Allah İlahî Aşk’ımıza
şahit!
Dönemezsen Allah yolunda
şehit!
Haydi canım… Haydi
Yiğidim, git!
-
…
{|{
Doyasıya, koklaya koklaya, sarıla sarıla vedalaşamadım…
Gözlerini yaş içinde bıraktım.
Ey Allah’ın Rahmeti !
Ey canlıya can suyu veren
Rahmet!
Ey kuru tohuma can veren
Rahmet!
Ey tüm kötülükleri
örtüsüyle örten Rahmet!
Ey kuraklık olanda
dualara mazhar olan Rahmet!
Rahmetini Menekşe’mden
esirgeme!
Senin
Rahmetin ile Menekşe’min akan gözyaşlarını sakla ki ağladığı gözükmesin!
Onun bir damla gözyaşına
kıyamam…
Varsın dünya ikinci tufanı yaşasın! Kıyametler kopsun…
Yeter ki sevdiceğimin bir damla gözyaşı yetmiş bin milletten ırak olsun…
O gece uykular bana haram oldu. Sabaha kadar odada baştan
aşağı -hapis günlerimi hatırlatırcasına- adımladım… Köyüme gideceğimin, anama
kavuşacağımın heyecanı sönük kaldı. Menekşe’mden ayrılık bana zor geldi ve
gelecekte.
Bir taraftan kervana yüklerimizi taşırken bir taraftan ince
ince sicim misali gözyaşlarıma hâkim olamıyorum. Sicimler urgana dönüşmeden
kollarımla inceltiyorum. Allah’ım sana değildir isyanım, haşa! Ayrılık
olmasaydı gözyaşı da olmazdı…
Sabahın seher yeli sözünü tutuyordu! Yârimin kokusunu
inceden inceden incitmeden rahmet gibi üzerime döküyordu. İnşallah Kabadurak’a
kadar bu böyle devam eder.
Ohhh mis gibi… Menekşe kokuyor!
-
Oğlum Vuslat! Hazır mıyız?
-
Hazırız efendim !
-
O zaman kervancıbaşına komut ver yolumuza
çıkalım!
-
Peki efendim.
Yolcular; Ahi Babam, Fatîma Anam, Sinan ve ben. Kervan
Konya – Aksaray üzeri gidecek. Allah izin verirse 12 inci veya 13 üncü gün
Kırşehri’ne varırız. Konya’ya uğramayacağız.
-
Sinan, Ahi Babam biraz tedirgin galiba!
-
Bana da öyle geldi, Ağam.
-
Kırşehri, inşallah Ahi Babamıza hayırlar getire!
-
Âmin
-
Sen iyi misin Ağam?
-
Nasıl iyi olacağım Sinan?
-
Yine de sonunda bir kavuşma olacak ya Ağam! Sonu
hayırlı olsun. Değil mi?
-
Doğru dersin Sinan! Sonunda kavuşmak olacaksa…
İnşallah…
{|{
Konya’ya uğramadan gittik
Aksaray’a doğru. Yol boyu bir iki parmak kar vardı. Akşamları ayaz oluyordu.
Bir an önce sıcak yuvamıza kavuşsak !
Aksaray’da Sultan Hanında mola
verirken Konya’dan atlı bir haberci geldi. Ahi Babama haber getirdi. Alaeddin
Çelebi haber yollamış. Yolculuğumuza eşlik edeceğini ve yola çıktığını
söylemiş.
Alaeddin Çelebi, Mevlana
Celâlettin Rumi’nin ortanca oğludur. Karanlığa aydınlık yüzü ile dimdik ayakta
duran biriydi o. Ne Gıyaseddin Keyhüsrev Sultanın adaletsizliğini kabul etmiş,
ne de babası Mevlana Celâlettin Rumi’ye ve yandaşlarına boyun eğmiştir. Ahi
Babamla da Konya’dayken dostlukları vardı. Mutlaka önemli bir durum vardı ki
kervanımıza katılmak istemişti.
Handa akşam yemeğine
otururken dışarıdan bir hareketlilik yaşandı ve beklediğimiz misafirin geldiği
haberi verildi. Üzerine kar yağmıştı. Giysilerindeki karları çırpmadan içeriye
hızlı adımlarla girip Ahi Babamın yanına vardı. Sarmaş dolaş oldular. Bir yıla
yakındır birbirlerini görmemişlerdi. Alaeddin Çelebi’nin dünya görüşü Ahi
Babama yakındı ve bu nedenle de Ahi Babamdan fikir alıyor, onun yüksek
bilgilerinden istifa ediyordu. Akşam
yemeğini beraber yedik.
-
Efendim Konya’da gök yine dumanlı. Sisli hava
rahatsız etmeye başladı. Dumanlı, sisli havayı solumak istemiyorum. Eğer
müsaade ederseniz Kırşehri’ne beraber gitmek ve bundan sonra yolunuzda yürümek
ve size eşlik etmek istiyorum.
-
Sana karşı her zaman bir baba, bir ağabey, bir
kardeş oldum. Oğlum üç iken dört oldu. Başımın üstünde yerin var!
-
Başınızla beraber efendim.
-
O zaman Allah izin verirse sabah namazından
sonra yola beraber çıkacağız.
Alaeddin Çelebi’nin bizimle beraber Kırşehri’ne yol alması
oldukça düşündürücüydü. Babasını karşısına alıp gelmiş, tüm olumsuzlukları
sırtına yükleyip çıkmış, başına gelecekleri kabullenmiş…
Bundan sonra bizler için hayat daha da zor olacak. Her
taşın altına bakmak gerekiyor. Ya zemin çürük, ya da taş, taş olduğunu kendine bile
inandıramaz. Her şeye rağmen yolumuza
devam edeceğiz. Biz bu yola baş koyduk. Yolumuz Allah yoludur.
Adalet, doğruluk her zaman haksızlığın karşısında yer
almıştır. Ki bu baba ve oğul arasında bile kolaylıkla fark edilir. Asıl olan
Allah yoludur. Yolunuzu şaşırmadıktan sonra, yanlardan gelecek her türlü
tehlikeye göğüs gerersiniz. Yeter ki Allah yolunuzdan şaşırtmasın.
Alaeddin Çelebi’nin Ahi Babamızın yanında yer alması
Konya’da rahatsızlık verecektir. Teşkilatın Kırşehri’nde devam etmesi oldukça sağduyulu
bir durum.
Gün ola, harman ola…
{|{
Memleketimin kokusunun yârimin kokusu ile karışmaya
başlaması köyüme yaklaştığımı fakat Menekşe’den oldukça uzaklaştığımı gösterir.
Sensiz geçen bu yollar bana yıldızı olmayan gökyüzünde kaybolmak gibi. İnşallah
anamı babamı razı ederim de yazdan önce Denizli’ye gideriz.
Kesikköprü’nden
geçmekle akşama doğru Kırşehri’ne gireceğimizin göstergesi. Akşamın batımı ile güneşin son
ışıltıları Dinekbağ’ın bahçelerini cennet bahçesine dönüştürmüş. Ama soğuk bir
bahçe… Kar toprakta olsam mı olmasam mı edasındaydı. Ama şarkta bile bizim
yörenin ayazı sorulur olmuş. Çok soğuktu. Geceye kalmadan misafir olacağımız
konağa bir an önce varsak da sıcak bir tarhana çorbası içsek.
Bu
arada Kesikköprü Hanındayken Ahi Babamız Kırşehri teşkilatının başkanına haber
saldı. Gece yarısı da olsa şehre gireceğimizi ve bizi karşılamasını istedi.
Kervan
Selgâhtan girerken üç atlı yanımıza yaklaştı. Ahi Babamızı karşılamak için
gönderildiklerini söyleyince rahat bir nefes alarak şehre doğru ilerliyoruz.
Çok
şükür kazasız belasız memlekete geldik. Bizi getiren kervan yarın akşama
Konya’ya geri dönecekmiş. Menekşe’me haber salacağım, “Sağ salim Kırşehri’ne
geldik!” diye. Ama Konya’dan sonra tembih ettim Denizli’ye haber salsın diye.
Kervancıda bana söz verdi, haberi sağlıklı bir şekilde Denizli’ye
ulaştıracağına dair. Beni biraz olsun
rahatlattı.
{|{
Sabah olunca Ahi Babamdan izin
istedim. “Akşama dönemem ama ertesi gün akşamdan önce Allah’ın izniyle geri
dönerim.” diye söz verdim. Halimi Ahi
Babam anladığından sözümü ikiletmedi.
-
Evlat en kısa zamanda aileni ziyaret edeceğimi
söyle. Selamlarımı ilet. Allah yardımcın olsun.
-
Allah razı olsun efendim. Selamınız başım
üstüne…
Uzun Çarşı’da bulunan handan bir at kiraladım. Bir an önce
hasretimi sona erdirmek istiyorum. Bu arada anamın babamın haberi yok, ne zaman
geleceğimden. Tuttum atın yelesinden, bozkırın ayazına karşı dörtnala
gidiyordum. İkindiden önce köye kavuşurum. Anamın yumurtalı dürümünü özledim.
İçine analık duygusunu kattığı için mi lezzetli oluyordu?
Mucur’a yaklaşırken Kırlangıcın tepeleri gözümü ilişti. Burnuma
burcu burcu sanki menekşe kokuyor… Ölü toprağın altından bana selam
söylüyorlar, bana kucak açıyorlar sanki…
Kurban olurum,
menekşelerin ve Menekşe’min yoluna…
Ey Kırlangıcın dağlarında
eşkıya olan menekşeler!
Ey Kırlangıçta yolcuya
geçti vermeyen menekşeler!
Ey Kırlangıcın çiçeklerine
sultanlık yapan menekşeler!
Ey Kırlangıçtan ali
kesen baş kesen menekşeler!
Ey yüreğime ateşi atıp
güzün toprağa saklanan menekşeler!
İşte geldim! Hem de
Menekşe’min yüreğini çalıp ta geldim!
Çıkın saklandığınız yuvalarınızdan bugüne kadar hep siz
beni yaktınız bundan sonra da ben sizi yakacağım !
Mucur’a girmeden Şatıroğlu sapağına saptım ve köyümle arama
bir dağ arasını bıraktım. Köpekli Dağı ile Kırlangıç beni aralarına alarak
ovaya inmem için el veriyorlardı. Atım kem gözlerden ırak hiç teklemeden
getirdi beni…
Hey Seyfe Ovası!
Çek donmuş sularını,
kır yüzündeki buzlarını!
Giderken beni bir daha
gelmez zannettiniz!
Size Denizli
Acıgöl’den selam getirdim!
Sizin suyunuz da,
acınız da sizde kalsın!
Acıgöl’ün suyu acı da
olsa yüreğimi söndürdü.
Kurban olduğum köyüm! Sana
canımı, cananımı, kanımı emanet ettim! Eğer zerresine zarar eylediysen, seni
etrafındaki yetmiş köyle birlikte Seyfe’nin suları ile gömerim! Adını batık köy
diye tarihe yazarım! Ağgölün batığına gömerim seni !
…
Köyümdeki evler bacalarından
sevinç yüklü dumanlar veriyordu. Kışa esir düşen sığırcıklar gökyüzünde bana
selama durdular. Sanki özlemler banaydı.
Tarlalar arasında dörtnala giderken kış uykusuna yatan
fareler, yılanlar hepsi esas duruşa geçtiler. Hoş geldin yiğidim dercesine
selam veriyorlardı.
Bizler dağ Yörükleriz, şimdilerde köyümüz ovada da olsa Yörüklüğümüzü
yitirmedik. Onun güzel örnekleri de
köyde sokaklarda oynayan çocuklardı. Uçan kuşu donduran ayaz bizlere vız
gelirdi. Çocukların çığlıkları kulağıma kadar geliyordu. Bizim ev Ağgöl
tarafındaydı. Köye yaklaşınca ata biraz hafiflik verdim. Atım da kendine bir
asalet duruşu sergiliyordu. Kendine aheste süsü verdi.
Çocuklar beni tanıyamadı ama pencereden bakanlar vardı.
Beni de zor tanırlar zaten. Attan
inerek adımlarımla yürümeye başladım… Kış olmasaydı köyde kimseyi bulamazdım. Şimdi
herkes sobanın başındalar. Sokakta sadece çocuklar vardı.
Dışarı açılan tahta bahçe kapısı yıllara meydan okuyordu. Kapıyı
açarken seslendim.
-
Ana Vuslat’ın geldi !
Anam hem
bağırıyordu hem de kollarını açmış beni kucaklamaya çalışıyordu…
-
Yiğidim, aslanım, Vuslat’ım! Anan yoluna kurban
olsun… Yiğidim…
O an bayılıverdi,
garip anam, çilekeş anam! Yüzündeki kırışıklar yıllarla kıyasıya savaşmış,
kılıç darbeleri ağır yara açmıştı. Ah anam! Keşke kucağından indirmeseydin
beni… Bugün ellerinde taşların acısı değil benim gözyaşlarımın tuzları olsaydı…
Kocaman, dağlar gibi büyük ailemle kucaklaştım, koklaştım,
hasret giderdim. Yılların özlemini çıkardım. Herkes değişmişti. Değişmeyen
sadece benim menekşelere olan hasretim.
Anam beni alladı, pulladı, boncuklar cincikler takmaya
başlayınca meseleyi açtım.
-Ana sana bir müjdem
var !
-
Hayırdır oğlum? Sen geldin ya, senden iyi müjde
mi olur?
-
Daha büyük bir müjde…
-
Daha ne olabilir ki?
-
Evleniyorum anne, evleniyorum!
-
Tamam oğlum, biz de seni bekliyorduk! Taliplerin
evde kalacaklar nerdeyse?
-
Kimmiş taliplerim?
-
Emmilerin kızları, bibilerin kızları, teyzelerin
kızları… Daha sayayım mı?
-Dur anne dur! Ben
bunlarla evleniyorum demedim ki ?
-
Ya kimle evleneceksin?
-
Bu âlemde tek, eşi benzeri yok… Ay yüzlüm,
menekşe gözlüm, ceylan bakışlım, kalem kaşlım, Elif nakışlım, sırma saçlım…
…
-
Dur oğlum yeter, kimdir, neyin nesidir?
-
Anne ne sen sor, ne de ben cevaplayayım!
-
Niye?
-
Anam güzel anam… Kurban olurum anam… Babamı razı
et de kızı istemeye gidelim!
-
Ah benim Vuslat’ım! Sen bayağı karasevda
olmuşsun… Oğlum anlatsana kim bu kız?
-
Ana Denizli’de gördüm ve âşık oldum. Adı
Menekşe. Kınıklı Köyü Muhtarının kızı…
-
Hem de muhtar kızı, öyle mi?
-
Ana kurbanın olayım! Ne olur hemen gidelim
isteyelim!
-
Oğlum hele bir babana danışalım, o razı olacak
mı? Ben razı olacak mıyım? Bir de şu kış günü bizi yollara düşürme!
-
Ana, ayaklarının altına kurban olurum! Ben
başkasını almam! Ben sevdiğimi alacağım!
-
Sana kurban olayım oğlum! Sen sevdiysen, sen
bize uygun gördüysen bize aslanlar gibi gider gelinimizi isteriz!
-
Anaların anası! Babama ne zaman söyleyeceğin?
-
Tamam oğlum, için rahat olsun, sen sevdiysen
arkanda koskoca anan var!
Anamın öpmedik yanakları kalmadı. Beni hiç kıramazdı, ilk
göz ağrısı olduğum için. Bir de diğer kardeşlerime beni örnek gösterirdi.
Annemin uygun görmesi, babamın da onaylaması demektedir. İnşallah kısa zamanda
Denizli’ye gideriz… Bu arada sevdiceğim kulakların çınlasın ! Bekle beni,
Vuslat’ın yola çıktı bile…
-
Ana yarın akşamdan önce şehre geri döneceğim!
Ahi Babam beni bekliyor. Bir an önce teşkilatı toparlamamız gerekiyor. Ahi
Babamla Fatîma Anam da en kısa zamanda ziyaretimize gelecekler. Ben sana haber
yollarım. Zaman bulursam da izin alır gelirim güzel anam… Sen gönlünü ferah
tut. Bir de gelinini getirirsek değme keyfimize…
-
İnşallah oğlum. Her şey gönlünce olsun yiğidim.
Ben senin yoluna kurban olurum!
-
Anaaam, garib anaaaam !
Köyün muhtar konağına indim. Akrabalarımla, eş ve
dostlarımla hasret giderdim. Teşkilatımız
hakkında bilgiler verdim. Köyde de en azından debbağ atölyesi kurulması
temennisi bulundum. Gerekli tüm maddi yardımları temin etmek için elimden
geleni yapacağımı söyledim. Ayrıca atölyede ustalık yapacak bir yiğidimi köye
yerleşmesi için ikna edeceğimi söyledim. Köylülerim benden oldukça memnun
kaldılar. Bu köyden bir debbağ ustanın yetişmesinden ve o ustanın Ahi Evren
Hazretlerinin elinden yetişmesinden gurur ve onur duydular.
En kısa zamanda muhtarlığın elinde olan boş bir odaya
atölye kuracağım. Yiğitlerimden birini köye getireceğim. Köyümüzdeki gençleri
meslek sahibi yapacak. Belki kısmet olursa eniştemiz olur… Hayırlısı bakalım.
{|{
Anamla yengeme güzel içli çöreklerden yaptırdım. Allah izin
verirse öğlen ezanından sonra şehre geri döneceğim. Herkesle vedalaştım ama
gayri uzak bir mesafede değilim. Bir günlük mesafedeyim. Ne zaman anamı
özlesem, atımla gider gelirim. Anamla Hıdrellezden önce Denizli’ye gitmek için
anlaştık. O zamana kadar kendi çapında hazırlanacaktı. Şehre gidince de
Menekşe’me haber salacağım Hıdrellezi beraber kutlayalım diye. Baharı menekşe
bahçeleri arasında karşılarız…
Allah’ım senin yoluna çıkarken sıkıntılarım oldu ama gayri
o günler geride kaldı… Artık baharlar gelsin! Menekşeler açsın gönlümde!
-
Haydi, cümleten Allahaısmarladık! Allah’a emanet
olun!
Bu gidişime anam göz pınarlarını açmamıştı. Çünkü artık bir
günlük mesafe kadar uzaktaydım. Ara sıra gönlünü almaya gelirim. Eğer gelini de
gelirse ara sıra yanıma getirtirim… Garip, çilekeş anam.
Kışın en soğuk günleri artık… Kış, bizim ovada da çok sert
hissedilir. Anamın kendi koyunlarının yünlerinden ördüğü hırkayı üstüme giydim
ki şehre kadar karşıma çıkacak soğuğa meydan okuyacağım.
Bu gidişim hayatımı bir düzene koymak olacak. Evlenerek
yuvamı kurmayı, yerleşik bir hayata geçmeyi ve kendi atölyemi işletmek
istiyorum. Ahi Babam da teşkilatı sağlam temeller üzerine kurduktan sonra
inzivaya çekilir herhalde, yaşı da artık çalışmaya izin vermeyecektir.
İkindi ezanından önce şehre ulaştım. Ahi Babam konaktaydı.
-
Evlat hoş geldin! Nasıl ailenle hasret giderdin
mi? İnşallah afiyettedirler!
-
Hoş bulduk Efendim! Çok şükür kavuştuk. Hepsinin
ayrı ayrı selamları var. Hepsi sıhhat ve sağlık içerisindeler.
-
Aleykümselam. Getiren götüren sağ olsun. Çok
şükür. Haydi, içeriye gidelim. Anlat bakalım biraz, ne yaptın?
{|{
Kırşehri’ne geleli iki ayı geçmişti. Şehrin bahçelerinde
çiçekler açmaya, bülbüller şakımaya başlamıştı. Kervansaray Dağı, kış boyu
kucağında sakladığı karları eriterek Kılıçözü deresine havale ediyordu.
Zaman da karlar gibi eriyip gidiyordu. Önceki gün
Menekşe’mden haber geldi. Benim Kırşehri’ne geldiğim haberin aldığını ve en
kısa sürede bizleri Denizli’ye bekliyordu. Menekşe’m de bir an önce kavuşmamızı
istiyordu.
Allah’ım yolları bize
adım eyle!
Günleri, ayları, kısa
tut, an eyle!
Kavuşmak takvime, zamana kalmasın!
Yarabbi! Anımızı nagehan eyle!
Birkaç günde bir anamı
yokluyorum. Bir taraftan gönlünü alırken bir taraftan da işi sağlama alıyorum;
olur ya bir sinek mide bulandırırdı, sinekleri uzak tutuyordum.
Şehirde teşkilatımız oturmuş, Anadolu’daki Ahiliğin idare
merkezi olmuştu. Ahilik ile birlikte şehirde hareketlilik başlamış, ticaret ve esnaflık
en üst seviye gelmişti. Yalnız farkındayız, kara bulutlar üzerimizde gezinmekle
kalmıyor ara sıra koyu bir sis gibi çörekleniyordu. Yani her şeye güllük
gülistanlık değildi. Konya’dan uzakta olsak karanlığın eli şehrimize
uzanıyordu.