VUSLATA ERMEK BU MUDUR?
1247Ocak
– KINIKLI
Evveline de ezeline de can veren Allah’ım!
Bir damlasına kıyamam… Akan her damla yaş bana cehennemde
rahmet olsun… Acılarımı dindirsin…
Etlerim lime lime dökülüyor… Dayanamıyorlar yârimin
erimesine…
Hani vuslata ermek sevgiye ermekti, sevgisine ermekti…
Yâre kavuşmaktı…
Bi’tanesine kavuşmaktı…
Nur tanesine, nar tanesine, inci tanesine kavuşmaktı…
İsyanım sana değil Allah’ım… Haşaa… haşaaa…
Kavuşmanın tanımına isyanım!
Hani benim adımdı kavuşmak?
Bak Menekşe’m! Sana Kırlangıç’ın menekşelerini getirdim! “Ona
bir şey olursa bizler yaşayamayız.” diyorlar. Hepsi de senin ayağa kalkmanı
istiyorlar. “Eğer isterse biz bin asır açmayız… Yeter ki Menekşe’mizin gözleri
kapanmasın…”
Dışarı çıkıyorum… Konağın arkasına… “Erkekler de ağlar.”
diyorum. Yekta yanıma geliyor… “Erkekler ağlamaz!” diyor… Ama bu acıya hangi
erkek dayanır ki? Hâlise anamı görünce hiç dayanamıyorum…
-
Oğlum, Vuslat’ım… Anan yollarına kurban olsun…
Yok mu Menekşe’me çare yok mu? Kaç tane hastayı iyileştirdiniz... Menekşe’me
yok mu çare? Ey derdi veren Allah’ım kızıma derman yok mu, ilaç yok mu?
-
Enişte ablam gözleri ile seni arıyor galiba!
-
Koştum Yekta Bacım!
Ey bir çift göze sevda yazan…
Ey bir dal çiçeğe destan yazan…
Ey Ustaların Ustasına Ustalık yazan…
Menekşe’ne yazacak, Menekşe’ni ayağa kaldıracak bir çift
yazın yok mu?
Bir ilacın yok mu?
Bir merhemin yok mu?
Bir duan yok mu?
“Ya men la ya`lemü
keyfe illa hüve ve ya menla yebluğu kudretühü feniruhu gayruhü ferric anni”… “Ey
kendisinden başkasının; kendisinin nasıl olduğunu bilmeyen (Allah'ım)! Ey
kudretine kimsenin erişemediği (Rabbim)! Benim bu sıkıntımı gider." Âmin…
Âmin… Âmin
Elim bağlandı…
Kollarım bağlandı…
Dillerim tutuldu…
Gözlerim görmez oldu…
Kulaklarım duymaz oldu…
Allah’ım çekilecek çilem bitmedi mi bu dünya da?
-
Öleyim ben… öleyim… ben öleyim… Menekşem,
kurbanın olduğum! Sen ölme… ben senin yoluna kurban olurum! Allah’ım çaresizler
içerisinde çaresiz bırakma!
Ellerini tutuyorum… Öpemeye
kıyamadığım ellerini… Buz gibi olmuş… Ellerini avucum içerisine alıp
ovuşturuyorum… Bir an ısınmış gibi oluyor… Sonra yine buza çeviriyor… Başı ateş gibi… Sirkeli sular ile ateşi
düşürmeye çalışıyorum… Ama nafile…
Hastalık başlayalı altıncı günde… Vücudunda lekeler
oluşmaya başlamış, üzerlerine basınca kanayan lekeler… Temiz bezlerle vücudunu
temiz tutmaya çalışıyorlar… Nafile… Çaresizlik…
Adı batasızca hastalık… “Kara Ölüm”müş… Karaları kendine
bağlarsın inşallah… Yurdun yuvan olmasın! Cehennemin yedi kat dibinde kara
ziftlerde yanasın! Kararmış kazanlarda yanasın!
…
Çaresizim… Menekşe’m eriyor… Eriyor Menekşe’m…
-
Vuslat Ağam, Vuslat Ağam! Kendini de yakacaksın!
Uzak dur! Sana da bulaşacak…
Sinan
kardeşim beni odanın dışarısına çıkartıyor… Ama ben koşarak içeri gidiyorum…
-
Menekşe’m hani vuslat bizi bekleyecekti? Hani
vuslatı yol eylemiştik? Hani sen beni bekleyecektin? İşte buradayımmmmm…
Menekşe’mmmm…
…
Allah’ım ona dokunma!
Onun yerine benim canımı
al!
Onun yerine ben öleyimmmmm…
Al Allah’ım, al canımıııı
!
…
Zemherinin son günleriydi… O kadar soğuk geçmişti ki kış… O kadar da
soğuk geçiyordu ki kış… Tipiler, boranlar, ayazlar… Kışın hastalık az olur
derler ama “Kara Ölüm” ne yaz dinliyordu ne de kış…
Hıdrellezle birlikte düğünümüz olacaktı… Ben Denizli’ye
gelecektim. Sinan kardeşimle birlikte zaviyeyi yürütecektik. Yiğitler
eğitecektim. Ustalık yapacaktım onlara… Babadağın menekşelerini Menekşe’min
bahçesine dikecektim…
Anamda sevmişti Denizli’yi… Onu da yanıma alacaktım… Bugüne
kadar gün görmediydi… Ona gelin getirecektiiiimmmm… Allah’ım bütün
çaresizlikleri bana mı yükledin !
Yedinci akşamın geç saatleri idi… Gücüm yettiğince Allah’a
dua ediyorum!
İsyanım sana değil Allah’ım… İsyanım çaresizliğedir… Ben
Menekşe’me söz verdim! Son nefesimi vermeden gözlerinin kapanmasına izin
vermeyeceğim! Menekşe’m benim hem dünyalığım hem de ahretliğim… “Beni ahiretin
kapısında bekle.” demiştim! Sözümde durmalıyım! Ben Vuslat’sam, adım Vuslat’sa
sözümde durmam gerekir! Adıma laik olmalıyım. Menekşe’mi kapıda bekleyeceğim…
Abdestimi aldım… Boş bir odaya gittim… Birkaç rekat namaz
kıldım… Ellerimi açtım arşa;
-
Ey Allah’ım!
Bu canı sen verdin sen
alırsın!
Cana kıymak büyük
günahtır!
Haşaa… haşaaa… senin
nimetine kıymak bana düşmez!
Ama beni çaresiz
bıraktın!
Beni çaresizler
içerisinde bıraktın!
Ben Menekşe’me söz verdim!
Adım Vuslat’sa sözümde
dururum!
Menekşe’m son nefesini
vermeden beni canımı al!
Azalarım beni bana
bırakmıyor Allah’ım!
Elim yüzüğün zehrine
gidiyor…
Mecalim kalmadı…
Kapıda Menekşe’mi
beklemem gerek!
…
Gözlerim kapanırken odayı gözlerimi kamaştıracak, kör
edecek bir ışık demeti ile doluverdi.
Etrafım birden sis bulutu ile doldu…
Miski amber ile doldu…
Hayatım boyunca görmediğim beyazın en saf rengi ile çevrem
doluverdi…
Dünyanın sesi kesildi…
Kuşun kanadından daha az sessizliğinde, daha yumuşak bir
çırpıntı geliyordu yukardan aşağıya doğru…
Önüme çevremin beyazından bir iki ton daha koyu renkte bir
bulut kütlesi oluştu…
Sessizlik bir an bozuluverdi:
-
Ey Ademoğlu!
Ey Allah’ın
sevgili kulu! Cenabı Allah kendi yüzünü insanların en sevdiklerinin yüzünde
gösterirmiş. Cenabı Allah kendi yüzünü senin güzelliğinde gördü! Ey Ademoğlu! Cenabı
Allah senin çaresizliğini gördü! O “Eş-Şehit”tir… Sen O’nun sevgili kulusun… Sen O’nun emirlerine karşı gelmedin! Sen
insanlığa hizmet ettin! Seni duydu! Çünkü
O “Es-Semi”dir… O merhametlidir… O “Rauf”tur… O seni ödüllendirecek! Tut elimi! Menekşe’yi kapıda bekleyelim…
…
-
Allah’ım sana şükürler olsun!
Allah’ım sana şükürler
olsun!
Allah’ım sana şükürler
olsun!
Seni kimseyi çaresiz
bırakmadın…
Menekşe!
Menekşe!
Menekşe!
Sözümü tuttum… Seni
bekliyorum!
{|{