-Deli gibi sevdim, diyor.
-Yani!
-Bu sevme şekli nasıl bir şey?
-Açıklar mısın arkadaş?
**
O da tebrik edip gitti. Dedikoducu tebrik edenleri kastederek konuştu:
-Meşhur olmak başa bela Kargacı. Gerçi sen de milli kahraman olarak aynısını yaşadın, o nedenle bilirsin. Ne yapalım, katlanacağız.
-Kaç dakika geçti hala anlatmaya başlamadın. Beni oyalama!
-Dinle öyleyse: Ben daha önce birçok kere bu Tek Kulak'ı bazı güvenlikçilerle çok samimi bir şekilde konuşurken görmüştüm. Konuştuğu kişiler hep aynıydı, yani dört tane güvenlik elemanı. Ne konuştuklarını çok merak ettiysem de bir türlü öğrenemiyordum. Dördünü de bir araya alıp konuşmuyordu. Tek tek... Bir gün gene bir güvenlikçi ile onu konuşurken yakalayınca yanlarına yaklaştım. Sırtları bana dönüktü, konuşmaları fısıltı şeklindeydi. Duyamadım. Önlerine geçip dudaklarını okumayı denedim, Tek Kulak beni görünce bastı küfürü ve saldırıya geçti. Zor kaçtım. Nihayet dün bir tesadüf eseri bulmacayı çözdüm ve bu hayırlı sonucun ortaya çıkmasını sağladım.
-Hayırlı sonuç dediğin, İmparator'un hayatını kurtarmak mı?
-Tabii öyle! Yoksa sen bu görüşe katılmıyor musun?
-Yok canım, ben o anlamda sormadım.
-Kargacı milli kahraman olmasan bu sorudan sonra senden de şüphelenir ve gidip yönetime ihbar ederdim. Ama bir milli kahraman devletine karşı ihanet içinde bulunamaz diye düşünüyorum.
-Tabii ki öyle... Lütfen devam et.
-Şu karşıdaki çimenlerle karışık yabani otları görüyor musun. Boyları ne kadar yüksek. İşte dün oraya uzandım, yatıyorum. Kimsenin beni orada görmesi mümkün değil. Hava ne soğuk ne de sıcak. Orası gölge değil ama güneş rahatsız etmiyor. Bir ara iki kişinin konuşmasını duydum. Birini sesinden tanıdım. Tek Kulak'dı. Diyordu ki: “-Bu gece işi bitiriyoruz. Arkadaşların hepsine tek tek anlat hazır olsunlar. Şu kâğıdı al, uygulama planımız orada yazılı. Ne yapılması gerektiği ayrıntılı bir şekilde belirtildi. Anlaşıldı mı?” “-Tamam, anlaşıldı.” Başımı kaldırıp da geçekten konuşan o mu diye bir türlü bakamıyorum. Konuşma da kesilmişti, gitmiş olmalılar; ama gene de biraz bekleyeyim dedim. Sonra kalktım, çok ilerde farklı yönlerde yürüyen iki kişi gördüm. Bunlardan biri daha önceleri Tek Kulak'la konuşan güvenlikçi, diğeri de Tek Kulak'tı.
-Şans zaten hep senden yanadır.
-Hayır hep değil. O gün şans benden yanaydı. Bu konuşmalardan Başkana karşı bir suikast girişiminde bulunacakları sonucunu çıkardım. Üstelik o gece... Zaman fazla kalmamıştı ve benim bunu kimseye duyurmadan Başkana iletmem gerekiyordu. İşte işin en zor tarafı burasıydı. Çünkü beni saraya sokmazlardı, diyelim ki bir şekilde girdim, o zaman da başkan benimle görüşmezdi.
-Bakanlardan birine söyleseydin.
-Ya o söylediğim kişi de İmparator'dan kurtulmak istiyorsa! Her şeye rağmen saraya gidecektim. Kararımı vermiştim. Sarayın kapısına yaklaştığımda kulübedeki nöbetçi hemen dışarı fırladı. “-Dedikoducu, fazla yaklaşma. Önündeki çizgiyi geçersen ateş edeceğim. Ne istediğini oradan söyle!” Dedi. Önüme baktım, çizgiyi gördüm. Ayağımın ucu azıcık geçmişti. Hemen geri çektim. “-Başkanla görüşmek istiyorum.” dedim. “-Sen kimsin de Başkan seninle görüşecek? Sana bir saniyesini bile ayırmaz. Bas git buradan. Kendini de bizi de zora sokma.” dedi. “-Sadece Başkana söyleyebileceğim çok önemli bir bilgi var.”dedim. “-Neymiş o bilgi? Önce bana söyle!” dedi. Tabii Başkana suikast yapılacağı bilgisini öğrendiğimi ona söyleyemezdim. Hemen bir yalan uydurdum. “-Bir yurttaş yüklü miktarda bir servete sahip ve bunu gizlediği yeri ben biliyorum. Kim olduğunu ve nerede sakladığını sadece Başkana söylerim” dedim. İnandı. Hemen Başkanın kapısında bekleyen korumaya telefon edip durumu anlattı.
Dedikoducu o anı yaşar gibiydi, heyecandan ağzı kurumuştu. Konuşurken zorlanıyordu.
-İstersen biraz dinlen! Daha sonra devam edersin.
-Hayır, yorulmadım. Susadım. Şu çeşmeye kadar gidelim mi?
Gittik. Elini musluğun altına koyup su içmeye başladı. İçtikçe içti... Ben,
-Yeter artık fazlası dokunur, deyince su içmeyi bıraktı.
-Başkanın karşısına çıkınca apışıp kaldım. Kötü kötü bakıyordu bana. Acaba kendi ellerimle sonumu mu hazırlamıştım? Sadece elim ayağım değil bütün vücudum titriyordu. Kafam hacıyatmaz kafası gibi sallanıyordu. “-Konuş bakalım Dedikoducu! Bu adam kim ve serveti nerede saklıyor?” dedi. “-Şey efendim şey... Servet yok, ben sizinle konuşmak için bu yalanı uydurdum. Aslında şey, şey...” dedim. Birden kükredi, üzerime yürüdü. “-Sen benimle alay mı ediyorsun? Bu ne cür'et! Ben seni gebertmez miyim?” dedi. Kendimi topladım ve son bir hamle ile “-Efendim, asıl meseleyi söyleseydim herkes duyardı ve iş bozulurdu. İşin aslı şu: Tek Kulak size karşı bir darbe hazırlığı içinde...” deyip bütün bildiklerimi bir solukta anlattım. Beni dinledi. Konuşmam bitince birkaç dakika hiç konuşmadı. Acaba inanmamış mıydı?
-Cesur adammışsın Dedikoducu! İşin ucunda pisi pisine gitmek de varmış. Dedim.
-Haklısın Kargacı, şimdi düşünüyorum da nasıl cesaret edip de saraya gittiğime ben bile hayret ediyorum. Başkan konuşmaya başlayınca yüzünün yumuşadığını gördüm. İnanmıştı. Ama gene de dedi ki “-Dedikoducu, söylediklerin doğru çıkarsa dile benden ne dilersen... Ama yalan çıkarsa, o zaman da kendine ölümlerden ölüm beğen!” Ben iş daha garantili olsun diye “-Efendim, benim sizden bir ricam var. Beni makamınızdan yalan söylemekle suçlayıp, kovar mısınız? Böylece nöbetteki elemanlar da bir şeyden şüphelenmiş olmazlar.” dedim. Dediğimi seve seve yaptı, dışardaki güvenlik elemanını çağırıp “-Bu yalancıyı derhal buradan atın. Bir daha da böylelerini sakın ola ki karşıma çıkarmayın!” deyip bana bir tekme attı. Tekme o kadar kuvvetliydi ki üç metre ötedeki güvenlikçinin kucağına düştüm. Adam beni bir eşya gibi sürükleyerek kapıdan çıkardı. Çıkarır çıkarmaz da dövmeye başladı. Bahçe kapısındaki güvenlik elemanının yanına götürünceye kadar dövmeye devam etti. Daha sonra da teslim ettiği bu bahçe kapısındaki güvenlik elemanı bir posta dövdü. İki büklüm çıktım sarayın bahçesinden, ağrımayan yerim yoktu. Tabii yüzümde morluklar, hatta kanamalar da vardı. Hiç kimseye görünmek istemiyordum. Çünkü gören ne olduğunu soracak ve ben de yeni yalanlar uydurmak zorunda kalacaktım.
Bu sefer duyduklarım karşısında ben heyecanlanmıştım ve ağzım kurumuştu. Tam o sırada bize doğru yaklaşan üç kişi vardı. Dedikoducu'ya:
-Ben çeşmeden su içip geliyorum, dedim.
(Devam edecek...)