Son günlerinde popüler
şarkılarından biri aslında ''Aşk kaç beden giyer'' bana biri bunu söylese ilk
vereceğim cevap, belki çoğunuzun da vereceği cevap olurdu ''Doksan altmış
doksan'' diye herhalde. Doksan altmış doksanı açacak olursak göğüs doksan, bel altmış
ve kalçalar doksan olarak özetlenebilir. Bu şarkıda aşk kaç beden giyer diye
sorulduğuna göre aşk demek ki canlı bir organizma...
Aşk bu sağı solu hiç belli olmaz. Bazen dibinize kadar geliverir, bazen de
aylarca yıllarca yanınıza uğramaz, uğramaz uğramasına da siz de ona yine
küsmezsiniz. Amiyane tabir ile şeytan tüyü vardır bu aşk denen merette.
Sevdiğiniz terk edip gitmiştir sizi, belki de sizin ile adamlığı kıyas kabul
etmeyecek birine, ama yine de her gece yanınıza gelir, uzanır yatağınıza, sarılırsınız
ona hayal olarak bile olsa...
Sevmeyen var mı aranızda? Hiç sanmam. Hem şair olacaksınız hem de çocuklukta
gençlikte yüreğinizde birilerini misafir etmiş olmayacaksınız. Şaka yapmayın
bana. Peki, o güzelim aşk şiirlerini kime yazıyorsunuz o zaman, hepsi kurgu
olamaz, yanılıyor muyum?
Senin yüreğin pırpır ediyor, karşıdakinin yüreği de pırpır ediyor. Ee bunlar
durup dururken pırpır etmiyor ya, aşk hiç canlı bir şey olmasa insanın canına
can kanına kan katmasa, kanını kaynatmasa yürekler pırpır eder mi? Pırpır etse
bile kelebek ömrü gibi iki üç günlük bir şey olur, eğer aşk canlı bir organizma
olmasa...
Bazen karşılaşıyorum genç sevgililer arasında tanıdık ya da tanımadık,
birbirlerine ne iltifatlar ne övgüler, aşkitom diye seslenmeler, hayatım diye
ağızdan çıkan kelimeler. Sonra bir duyuyorsunuz ki ayrılmışlar. Hani nerede o
aşk sözcükleri daha bir kaç gün öncesine kadar birbirinizin gözlerinin içine
bakarak karşılıklı söylediğiniz cümleler, kelimeler. Demek ki araya şahsi
çıkarlar girince aşka meşk kalmıyor ortada. Oysa böyle mi olmalı? Ferhat denen
arkadaş dağları delmeye kalkmış aşkı için, bir de sizin yaptıklarınıza bakın
hele hele...
20.yy. büyük düşünürlerinden Dr Erich FROMM Sevme Sanatı adlı kitabında bu
konuya şöyle değinmektedir...
''Sevmek ile ilgili bir diğer sorun da, kişilerin, aşka düşmek ile âşık
olmak/kalmak arasındaki ayrımı yapamayışıdır. Başta birbirine yabancı olan
kişiler, ansızın onları ayıran duvarın küçülmesi ve nihayetinde ortadan
kalkması ile büyük bir coşku yaşamaktadırlar. Bu yakınlaşma, cinsel çekim
ve/veya birliktelik ile desteklenirse, çok daha kuvvetli hisler açığa
çıkmaktadır. Ancak, önceleri hayret veren bu durum, zaman içinde kişiler
tarafından kanıksanmakta ve sıradanlaşmaktadır. Bunun sonucunda, baştaki coşkunun
yerini, hayal kırıklığı, öfke ve düşmanlık almaktadır. İlk zamanlardaki bu
delilik hali; çoğunluk tarafından aşkın, sevginin büyüklüğüne yorulsa da,
Fromm'a göre bu, yakınlaşmadan önce bireylerin ne kadar yalnız olduğunu
göstermektedir. Kişiler, yalnızlıklarından kurtulmuş olmanın coşkusuna
kapılmakta; ancak, daha sonra bu durum, onları, baştaki kadar tatmin edemeyen
bir hal almaktadır.''
Bir de dikkatimi çeken hususlardan biri televizyonlarda ki evlilik programları.
Arkadaşlar soruyorum size, evlilik, sevgi, aşk bir insan ile hayatını
birleştirmek ve onun ile bir ömür geçirmeyi düşünmek bu kadar basite
indirgenebilir mi? Bu mudur yani? Paravanın arkasından hiç tanımadığım bir
kadına veya erkeğe beş on tane soru soracağım ve bunun sonunda onun ile hayatımı
birleştirmeye karar vereceğim. Hadi canım, bir kere daha hatta hadi canım.
İnsanlar bir iki sene nişanlı sözlü kalıyorlar da yine de aralarında
anlaşamayıp ayrılanlar oluyor...
İçinde emek ve yürek olmayan sevgi ancak menfaat birlikteliğidir kanımca. Ne
diyelim Allah bizleri ve tüm sevdiklerimizi böyle çıkar için sevgi sarhoşu
görünen kullardan korusun. Tabi hepinize en derin sevgi ve saygılar yine...