Hikaye / Yaşamdan Hikayeler

Eklenme Tarihi : 8.02.2017
Okunma Sayısı : 1569
Yorum Sayısı : 2


Annem ilkokul mezunuydu, ancak inanılmayacak kadar bilgili ve zekiydi. Hani kendisini 
yetiştirmiş desem, öyle bir ortamı olduğunu da sanmıyorum. Tek bildiğim fırsat buldukça gazeteleri 
en ince ayrıntısına kadar okuduğu ve iş yaparken bile sürekli radyo dinlemesiydi, bunlar insanın 
bilgi dağarcığını ne kadar genişletir ki. Belkide onun ki doğuştan bir yetenekti. 

Zaman zaman anne bir şiir okusana derdim. İlkokulda ezberlediği şiirleri halen unutmayan annem, 
ne şiiri okuyayım diye sorar, eğer kedi şiiri dersem, bu defa hangisini derdi. Atatürk ve Cumhuriyet 
şiirlerinden tutun, yerli malı haftası şiiri mi istersiniz, hayvanlarla ilgili şiirler mi isterseniz. 
Yani şiir konusunda neredeyse ayaklı bir kütüphaneydi. Ayrıca özellikle, Atatürk şiirlerini veya 
Cumhuriyet, kahramanlık şiirlerini okurken çok heyecanlanır. Sesini de alabildiğince yükseltirdi.

Ayrıca babamın verdiği parayla dört çocuk okutulan bir ailede ev ekonomisini nasıl sağladığını da
halen aklım almıyor. Para konusu açıldığında ondan en çok duyduğum söz "elimiz darda" sözüydü.

Belki babamla çok iyi anlaşamazlardı ama, her ikisi de bizim için her şeyi yapmaya çabalar, şartları
sonuna kadar zorlarlardı. Mümkün olduğunca gıdamızı eksik etmedikleri gibi hemen her bayramda
boynumuz bükük kalmasın diye bayramlıklarımız bile alınırdı.

Lafı nereye getireceğim; demem o ki, canım annem evimizin neşe kaynağıydı. En zor anlarda
bile kesinlikle yaşama sevincini kaybetmezdi. Yine tüm sıkıntılarımıza rağmen mutlaka bizleri
güldürecek bir şeyler bulur, ya da bazen farkında olmadan bunu bilinçsizce yapardı. Örneğin
ocağın üzerinde yemeği unutur, sonra hatırlar koşarak mutfağa gider o an tencereyi tutmak için
bir bez aramaya zamanı olmadığı için eteğini kaldırır tencereyi eteğinin ucuyla almaya çalışırdı.
Bu şekilde defalarca karnını yaktığını hatırlarım. Koşarak yanımıza gelir bir taraftan of puf
der, bir taraftan da gülerek yine karnımı yaktım derdi.

Babamın rahatsızlığının arttığı günlerde dört kardeş de artık delikanlı, genç kız olmuştuk. İki
ablam çalışmaya başladığı için ev ekonomisi de rahatlamıştı. Hatta eskiden hafta bir ya da on 
günde bir evimize et giriyorsa, artık neredeyse etsiz yemeğimiz olmuyordu.

Gözüm sürekli babamın üzerindeydi. Durumu pek iyi olmadığı için doktor uzun süreli bir istirahat
vermişti. Sürekli televizyonun karşısında yatıyordu. Annem ev işleri ile uğraşırken bense babamın
her türlü ihtiyacını karşılıyordum. Yemeğini, eğer içebilirse çayını getiriyordum. İlaçlarını
takip edip zamanında veriyordum. Ama artık doğru düzgün iştahı da kalmamıştı. 

Et türü şeyleri çok sevdiğini bildiğim için bir gün mangal yaptım. Baba bak ne yaptım sana dedim,
yüzüme baktı, gülümsedi, ama sadece zorla bir kaç lokma yiyebildi. Hep onun sevdiği şeyler yapmaya
çalışıyordum. Kapının önünde duran arabasını çok sevdiğini biliyordum. Yine bir gün evin bahçesinde
arabasını yıkıyordum. Pencereden baktığını gördüm, elimle arabayı gösterdim yıkıyorum diye, o anı
hiç unutmuyorum, öyle bir başını sallayışı vardı ki "Sanki artık benim bir işime yaramaz araba"
der gibiydi.

Ben bu hastalığı ona kondurmak istemiyordum. Ama annem durumu çözmüş olacak ki, bana 
ablalarımın evde olduğu bir gün gizlice doktoruna gidip görüşelim diye söyledi. Dediğini yaptık 
ve acı gerçeği maalesef öğrendik.

Doktor artık son günlerini yaşıyor Ahmet ağabey, dikkatli olun her an akıp gidebilir, hiç yalnız
bırakmayın diye söyledi. O an inanamadım doktorun söylediklerine, boğazıma bir şey düğümlendi.
Annemin yüzüne baktım, o da çaresiz görünüyordu. Yolda gelirken evdekileri üzmeyelim diyerek
ikimiz de kimseye söylemeyeceğimize söz verdik. 

Eve girdiğimizde babam şiddetli bir şekilde öksürüyordu. Annem bir bardak su alarak yanına geçti,
bense odaya gidemedim ve sokak kapısının önüne çıktım.

Kapının önünde öylece kala kaldım, ağlayamıyordum da, o arada komşu çocuklarından birisinin elinde
futbol topuyla geçtiğini gördüm. Ben futbolu çok severim, ama oynamayı beceremem. O güne kadar
neredeyse topa vurmamıştım bile...

Çocuğa Saim nereye gidiyorsun diye sordum. Ağabey yandaki arsaya gidiyorum, top oynayacağız gel 
istersen dedi, tamam diyerek hemen içeri girip annemi haberdar ettim. Bu arada babamın yanına
geçtim, "Nasılsın baba" diye sordum, belkide o an babama sorulacak en saçma soruydu bu. Hiç 
konuşmadan eliyle iyi olmadığını belirten bir işaret yaptı. Gidip gitmemekte tereddüt ettim, ama
yanında duracak gücü bulamadım kendimde. Doktorun sözleri beni perişan etmişti.

Evden neredeyse koşarak çıktım ve Saime yetiştim. O gün o topa öyle bir vurdum ki, hayatımın 
futbolunu oynadım. Zaten o günden sonrada bir daha ayağıma top değmedi.

Yetmiş beşinci bölümün sonu
Mehmet Fikret ÜNALAN
  

 
( Bin Dokuz Yüz Seksene Doğru (Yetmiş Beşinci Bölüm) başlıklı yazı MehmetFikret tarafından 8.02.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.