En çok elmanın kurduna üzülürüm senin sende bildiklerin sende kalsın
Hani yemesin bir tırtıl dipte kalanları dibe çökenleri… Tortuları/
Gün doldurduğum gün aşırı kustu benden/ kan kustum
Kızılcık şerbeti şıraları gırlaydı benlik yitimlerimde…
Mesela; eskiden duvarlar insanlık kokardı, perdeler lavanta sandıklar naftalin
İnsanlar yataklarında verirdi son nefeslerini son sigaralarını, günde bitenleri
Elde kalanları, yitip gidenleri herkes gider fakat yeri dolar mı? Onu bilmiyorum...
Hiç ayrık otuna sarılmadı bakışlarım beni benden eden bakışlar oldu lakin sonra,
Bunun bomboş hikâyeler barındırdığını geçte olsa anladım… Aşk sizi on defa dürterse
Siz sadece size kalanı bulursunuz. Sonra post modern bir yalnızlığa evrilirsiniz neden mi?
Bir kere eskiden yalnızlık begonvil balkonların terasında komşuyla yapılan bir muhabbetti
Dost sohbetlerinde içilen ve hatırı kırk yıl sayılan kahve telvelerinde biterdi… Herkes yine o kapalı mekânlara girerdi lakin camdan seslenirdi komşusuna bir ihtiyacı var mı? Bir derdi diye şimdi ah şimdi… Face’den dürtüyorlar instagramdan layklıyorlar twitterden yokluyorlar…
Karın tokluğuna oynuyorlar kıvıran yerlerinden saydırıyorlar, insanlık nereye? diyesim var…
Acılar kendi kabuğunda kanıyor yelkenler yalnız fora ay çekirdeğini doldurmayan meselelerden cinayetler işleniyor… Çocuklar fişleniyor kadınlar töre kurbanı/
Gün emekliyor bir şair şakşakçıları gırla/gırla gidiyor rakı masalarında şiir… Şiir yalnız şiir manifestodan uzak şiir kendi yalnızlığında, Kitap okunmuyor ortalık şair kaynıyor…
Yalnızlık cenderesinde…/
Demem o ki;
Sol yanı kanayan yaralarım var benim kendi içimde vurulmuşum Leylayı çöllerden kitaplara düşürdüğümden beri iflah olmam ben/kırgın yalnızlıkların beton kokan çiçeğiyim/
Bir demliğe dolmadan dem oldum ben içmeden sarhoş çarka girmeden çarkçı başı
Post modern bir yalnızlığın kırılgan kölesi şimdi beni bir çocuk bakışı bile vurur benliğimden…