Dokuz aylık hamile hanıma tecavüz edip, başını taş ile döverek ve on aylık çocuğunu boğmak suretiyle öldürmek… Suriye’den namusuna, şerefine zeval gelmesini diyen eş, her şeyini kaybetmiş, “Artık Türkiye’de yaşamama neden olacak bir şey kalmadı!” diyerek ağlayışına bakıp, ağlamamak mümkün değil. Suriye’nin İdlip kentinde ölenler toprağa verildi ama buna neden olna vicdan nasıl yok edilebilir ki… Linç edilmeye izin vermeyen polis, halkın önünde bu canileri kanun gereği koruyor. yine kanun gereği idam olmadığı için müebbet hapisle uzun yıllar, şerefli ve namuslu milletimin ekmeğiyle, aşıyla yaşamaya devam edecek! Temennin cezaevinde, vurdum gittiye uğrayıp, öldürülmeleri…
Bu gibi kişiler ölmedikçe, Mersin’de Özgecan gibi tacize uğrayıp ölenlerin dramı sona ermeyecek. Siyasilerin, idam edilme kararını bir an önce almaları gerekiyor. Bu tür cinayetlere idam kararı caydırıcı olacaktır. İdam kararı alınmazmış, nedenmiş AB bizi kabul etmezmiş… Ya Hu, AB içinde böyle kaç tane olay oluyor ki? Onlar hem yaşam kültürü ve dini seçimleri bizden farklı, üstelik Osmanlı torunu olarak gördükleri bizleri, kendi içlerinde görmeye tahammülleri bile yok! Bunu yeni yapılan Kıbrıs’ta kalıcı çözüm çalımalarından da gördük. Bizleri kayıtsız ve şartsız masada sindirmeye çalışıyorlar. Eğer biz onlara muhtaç olsak, bir kaşık suda da hemen boğacaklar… Bırakalım AB macerasını, girsek ne verebilecekler ki, ne aldık bu güne kadar, ahlaksızlıktan, bel atından başka… Bir şeyler öldüreceksek, AB hayalini öldürelim.
Suriye’li kadının cenaze namazını Diyanet İşleri başkanı Görmez kıldırmış, çekilmiş videosunu seyrettim. Kıldırırken gözyaşı döküyordu. Öylesi içtendi bu gözyaşında… O cenaze namazını kıldırıdığı kaç kişiye bunu yapmıştır ki? Bu cinayet bu kadar etkiliydi. Nasıl da olmasın ki?
Oturduğumuz apartmanda, sokakta, iş yerinde… Nerede olursak olalım, kimseyle konuşmuyoruz. İnsanlara öğüt vermek, uyarmak; doğruyu yaşatmak ve kötülükten men etmek kaidesi uygulanmıyor. Eğer biz, konuşmazsak, birbirimizi tanımazsak, birbirimizle pikniğe gitmezsek, yola çıkmazsak, paylaşmazsak, nasıl birbirimizi tanıyacağız ki… Söylemlerimiz ya da isteklerimiz doğru olsa da, bunun yaşanılır olmaması, bu topluma ne fayda verecek ki?
Biz değişik sanal adreslerinizde paylaşıyoruz ama bunda bile binlerce arkadaşımız varken, beğeniler elliyi bile geçmiyor. Paylaştığımızı sanıyoruz. Yazdıklarımızın yaşanılır olduğu vicdanıyla teselli oluyoruz. Kimseye dokunmadan, göz göze gelmeden, gerçek ortamda paylaşmadan nasıl bir yaşanılırlık bekliyoruz ki? Sonuçta, paylaşılanların hepsi temenni, bir kitaptan dökülen satırlar… O kitaplar ki, raflarda tozlu okunmayı bekliyorlar. Üstelik uzun yazıları okuyan o kadar az ki… Okumadan beğeni yapıyoruz, hani ayıp olmasın diye de!
Birbirimizle selamlaşalım. birbirimize laf atalım, hal hatır soralım. Toplumu ayrıştırmak yerine birleştirelim. Birbirimizden haberdar olalım ki, başkasının yalan yanlış sözüyle birbirimize düşman olmayalım. Doğrularımızı yaşayarak gösterelim. doğru budur denek yerine, biz yaşayarak örnek olalım. Birbirimizi tanımazsak, ön yargılı, güvensiz ve düşman oluruz. Herkes kusurlu yaşıyor, kim mükemmel ki… Kusur aramak yerini kusurları en aza indirecek paylaşımları artıralım. Dinimiz, o kadar güzel ki, bu dini öğrenmeyi ve yaşamayı arzulayalım… Bunları yaptıktan sonra Suriye’li kadın gibi hunharca öldürülen cinayetleri okumayacağız, bu acı için ağlamayacağız; yalnızca refahı ve başarıyı yaşayarak paylaşacağız. Yalnızca mutlu olacağız. Biz buna değeriz, hem tarihi, hem vicdanı, hem dindar, hem çalışkanlığı ve güçlü mizacıyla … Ahlaklı bir topluma seferber olmakla!
Artık devekuşu olmak yerine tüm gerçekleri görerek tedavi olmaya ve etmeye ne dersiniz?
Saffet Kuramaz