Hani derdik Mektuba başlarken, selam eder büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim. Sonra hasretimizi acıyla ve gözyaşıyla anlatır ve temennileri sıralardık. Mektubun sonunda da çok özledim, ah bu gurbet derdik… O mektuplar kaldı mı, Hayır… Onun yerini telefon, mail veya sohbet aldı. Üstelik görüntülü… Ne kadar uzakta olsak, özlediğimizi görüyoruz! Ama bir şeyler eksik kalıyor yinede, sarılmak ve dokunmak… Beden sıcaklığını hissetmek! Yanaktan öpüşün, gerçek ortamda görmenin, el ele sıkışmanın yerini yine de tutmuyor. Mektuptan daha fazla özlem bizi sarıyor. Gözümüzle gördüğümüz için, sevdiğimizin yanında olmaya can atıyoruz. Söylenen sözcüklerde mektup gibi içten değil, o kısa roman yazılamıyor artık!
Hani, teselli de bulsak, yavan geliyor gördüğümüz, yazdığımız sanal ortam. Sanki yalanı paylaşır gibi işte… Sanırım bu yüzden yalan söylemeye, birbirimizi aldatmaya, boş vermeye daha fazla esir olduk… Güven duygusunu bu yüzden arıyoruz! Sanalın etkisi, içtiğimiz şarap gibi, yahut uyuşturucu gibi… Sanal ortamda sevdiğimizi gördüğümüzde mutluluk tepe yapıyor, sonrasında yere yığılıp kalıyoruz… Sorgularda ve niçinlerde ise baş ağrısı, kendisini sıkıntıyla ortaya çıkarıyor…
Hani beklediğimiz mektuplar… Posta memuru geldiğinde, yedirdiğimiz içirdiğimiz, hatta azda para verdiğimiz o günler. Sevincimiz, mektubu açıp okumakla kat kat artardı… Her kelime de bir hayal ve eylem gözümüzün önüne gelir, anlatılan bu özlemle göz yaşı muson yağmurlarını andırırdı. Aynı duyguyu paylaşmak ve yaşamaktı bu… İçinde ne yalan, ne aldatma ne de güvensizlik vardı. Her denilen, kalbimizde ki fırtınayla sele dönüşürdü…
Yeni nesil mektubu, bu özlemi bilmiyor. Her şeyi hazır alıyor ve hiç bir şeyinde kıymetini bilmiyor. Ne alırsa bir bedeli var ve parasıyla ödeyip alacağını sanıyor. Oysa, insanın ruhu ne alınır ne de satılır… Oysa, özlem duyan kalp, asla aldanmaz ve aldatılamaz da… Oysa, insan durduk yere, rol yapıp ağlayabilir mi? Kısacası, o ruhu hisseden samimi bir okuma… Rabbimin ilk ayeti “Oku” ya! O yalın mektupları okudukça, insanın kıymeti, zamanın değeri, sevginin mucizesi ortaya çıkıyor, içten bir sesle dua ediyor, “Rabbim bizi kavuştur, ölmeden! “ diyor!
Teknolojiyi ret mi edelim, Hayır! Ama ihtiyacımız kadar kullanalım. Mesela, bakkala veya metro durağına yürüyerek gidelim. Kısa mesafelere otobüsü kullanalım. Eğer zorunlu isek, arabamızla gitmeyi tercih edelim. Yani hiç bir şeyden, paramız bile olsa israf etmeyelim! Bedenimizi çalıştıralım, hareket ettirelim. Her şeyi hazırda aramayalım! Fazlayı, mümkünse Allah rızası için paylaşalım. Bu zekat, sadaka, fitre, yardım adı altında ne olursa olsun yapalım. Eğer vermeyi öğrenirsek, almanında ne kadar zor olduğunu anlayabiliriz. Muhtaç olmanın hiçte kolay olmadığını görebiliriz. Bunları yaşadıkça, o mektup yazar gibi yeniden insan olur, yeniden nefes alır, belki de diriliriz.
Yeniden mektup yazalım ama Teknolojiyi red etmeden, hiç bir şeyi israf etmeden…İnsan gibi, adam gibi fıtratımızı bozmadan! Mektup gelir gibi yine diyelim, her mesaj geldiğinde,
Bak bir mesaj geliyor
Sinyali kulak deliyor
İnsan merak ediyor
Okuyup da gülüyor!
Saffet Kuramaz