Hayatın doğal manası zıtların ve benzemezlerin yasaksız ilişkisiyle biçimlenir. Hayat, zıtların ve benzemezlerin ilişkisiyle mana yapar ve mananın biçiminde yasaksızdır. Hayatı yasaklı biçimlere sokan insan uygarlığıdır.
Ne söz, ne düşünce ne de bir eylem olgusu hayatı anlamaya yeterlidir; aşk bile yetmez. “Hayat hem hiçliğin hem varlığın anlamıdır”, dense bile anlaşılmış sayılmaz; çünkü hayat anlamsızlığın manasını da içerir.
Hayatla tanıştım tanışmasına da, kendimi anlamlandıran
bilgisinden ötesini bir türlü çözemedim… Kendi var oluş amacıma verdiğim anlama
“hayatım” diyebilirim. Benden ötesi de hayattır elbette; ancak benden öte kalan
anlam beni değil tanrıları ilgilendirir...
Bir anlam versem hayata
Bilemem hangi manada
Kendim olmaktan başka…
Yaşamak, hayattan sorumlu başarıyla
mana kazanır.
Hayatın anlamını aramaya gerek
yoktur; insan kendine bir anlam yapsın yeter.
“Kendine bir anlam arayan
tek varlık insandır” demiş Albert Camus. Ben de böyle düşünüyorum. İnsan aynı
zamanda kendinden başka varlıkları da anlamlandıran tek varlıktır. Evrende kendi
kaderini hayatın varoluş bilgisiyle yapabilir olan tek varlığın henüz insan
olduğu gerçeğinden bakınca, insanın hayatı anlamlandırmak için yaratılmış çok
özel bir varlık olduğu görülür. Hayat kendiliğinden belirgin nitelikte bir
amaca yönelik anlam ifade etmiyor olsa da, hayata anlam kazandıracak olan insandır.
Ve insan bunu ancak kendine biçtiği anlam ile yapabilir.
Hayatı genel olarak bir manaya
sıkıştırmak haddime değil. Çünkü bana göre hayat herkesin kendi varoluşuna
verdiği anlam kadar gerçeklik sunar. Eğer insan kendi varoluşunu bir kelebek
kanadında, şiirde, dünyanın bir ucunda açlık çeken çocuğa yardımda
anlamlandırmışsa, bunların hepsi onun hayat gerçekliğidir artık. Aslında ne ve
nasıl olduğumuz hayatın umurunda değildir. O seçmez güzel çirkin. Bir mucize
gibi gelir geçeriz hayattan; mucize biterken ölüm durağında, ister soğuk ister
sıcak içsen üstüne bir son yudum hayat suyundan ne fark eder? Hayatı yaşarken
umursamak gerek. Hayatın umurunda olmasak da, hayatı umursamak bizim kadersel
varlık nedenimiz olmuştur. Bardağımızdaki suyu onu içemeyenlerin ellerinden
içmeyelim; kendi ellerimizle doldurduğumuz bardağın dibini olsun içemeyenlere
ayıralım. Belki bir gün hayatın da umursadığı bir gerçekliğe anlam olur kendi
kaderimize biçtiğimiz anlam...
"Her
şeyi çok ciddiye alıyordum; sanki ölümsüz müşüm gibi" der, Jean Paul
Sartre. (Bense ölümlü olduğumu hatırladıkça her şeyi daha ciddiye alıyorum; ne
de olsa bilirim, ölümlü yaşamak ölümsüz düşünmek kadar ciddi bir iştir.)
*
Muharrem Soyek