“Arayışlar, Yollar” üzerine Yazar Asu Sanem Kaya diyor ki:
(Parantez yorumları benim eklememdir)
Taaa nerelerden, (Tanrı’nın huzurundan) eksiklik duygusunu temel alarak geldik buralara. Tamamlanmaya (kendini bilmeye) itilişimiz en temel kodlanmış güdümüzden kaynaklıdır: Eksiklik sezisiyle tetiklenen arayış güdüsü. (Arayış) yoluna girmiş olanların çoğuna baktığımda, bir derin darbe yemişler yaşamlarının bir bölümünde. Hayatta bir şekilde doyuma ulaşan, ya da ulaştığı yanılsaması yaşayan biri, böylesi bir dibe vuruşla sarsılmış olan kimseden daha güçlü bir arayış güdüsüne sahip olamaz. (Bu arayış güdüsü aynı zamanda, ‘Daha başka bir cennet yolu olmalı, ya da ben kendime bir cennet yolu açmalıyım’ arzusunun bileyleyicisidir. ‘Kaybedecek artık neyim kaldı ki?’ dedirten dibe vuruş deneyimlerinin diriliş ifadesidir). Tüm bağlarından kurtulup (sonsuz zaman içi gerçeklikte) hiçbir şeye sahip olunamadığını görebilen insan sorar, ‘Ben neden buradayım?
(Burası en dip mi, yoksa dip ben miyim? İnsan mı dibe, dip mi insanın içine düşer? Yoksa dip diye bir şey yok da, insan sadece kendi içine mi dalar? Daldığında kendini bulamaz da, “Ben kimim ve neden kim olduğumu bilmek istiyorum?” demelere mi başlar insan? Yola giriş diyorum ben buna. Bazıları sığ sularda o kadar çok oyalanır ki, dibe vurduğunda yola çıkacak gücü bile bulamayacak kadar gecikmişlik bezgini olurlar. Bazıları da derin sularda nice diplere dala çıka kendi varlık boyutlarının sadece farkına varırlar. Farkına varanların bazıları da varlık boyutlarının bilincine ermenin bilincini yapmaya başlarlar. İşte bu azınlık anlamıştır ki bütün diplerden çıkış yolu sadece özgürleşmiş benliğe ulaştıran kendini bilme yoludur)
Aranış, sezgisel bir yeniden olma güdüsünden başka bir şey değildir. (İşte bu yeniden olma güdüsünün azmiyle bilgiyi kuşkucu sorgulama ve yargılamayla çözümleyip doğuştan gelen ve sonradan öğretili bilinci kendini bilme hâline yürüten yol bilgelik yoludur. Kendi dünyasının kurucusu ve yıkıcısı olabilme azmiyle hayat yolunda ilerleyen insan, yaşantı izlerinin sorumluluğunu peşinen üstlenecek kadar yiğit olandır) ‘Sen benim neler yaşadığımı bilmiyorsun’ ile başlayan, yaşam özetleri bana hep gereksiz (gevezelik) gelmiştir. (Nedense kendi acımız herkesinkinden hep daha fazla, kendi dibimiz hep daha derindedir)
Kendi emeğimizle yarattıktan sonra zaman zaman kapana kısılıp kaldığımız dünyalarımızda, ‘Ben ne yapabilirim ki?’ diye yakınarak kendi sorumluluklarımızı başkasına, (hatta ilâhi yazgıya) atfederiz. Bu yüzden (olamadıklarımız) ve olmayanlarımız hep “Allah’ın dediğinden” olmuştur. (Oysa ‘kader gayrete âşıktır’; yani yeterli ve bilimli gayret gösteren insanın önünü açan da ‘Allah’ın ol dediği’ kaderdir)
İnançlarımızı, tanrılarımızı (düşünüp sorgulamadan sezgisel algıyla yaptığımız tüm varoluş bilgisi kadar) bizler gerçek yapıyoruz. Bazan aynı aranış yolunda karşılaştıklarımızla inanç birlikleri oluşturuyoruz. İnançta bir olan o topluluklar içinde bile aranılan varoluş kaynağı bireyden bireye farklılıklar gösterebiliyor. Benim seçtiğim yol, yargılamayan, sorgulamayan, cezalandırmayan ve ödüllendirmeyen, sadece hayat kaynağı bir tanrıya ulaşırken, eşimin, dostumun yürüdüğü yol (yaşam faturasını cehennem azabıyla ödettiren ve cennet nimetleriyle ödüllendiren) bir başka tanrının huzuruna çıkabiliyor. (Hatta bazılarının tanrısı günahkârların cezasını bu dünyada ‘sevgili’ kullarının eliyle kesebiliyor)
*
-Epey bir dibe dalmışım Asu Sanem’le birlikte. Aslında mevzu derinlerde olsa da biz derine indikçe mevzu içimize dalıyor ve bizimle yüzeye çıkıyor. Bu konuda biraz kafa yormalıyım.
Arayan kimse yolların birliğiyle yürüyebilirse bulacaktır ne aradığını ya da ne kaybettiğini. İster neyi aradığını bulsun ister neyi kaybettiğini bulsun; arayan bulacaktır mevlâsını kendini bildiği yerde… Sadece düşünüp sorgulayarak kendini bilmeye yürüyenler kader içinden bir kader seçme özgürlüğünü hak ederler…
Of, off… Her dibe vuruştan sonra dipte kalışın ve dipten çıkışın seçimlerimizle şekillenen sonsuz olası hâlleri var. Aranışlarımıza, “Kimim? Neden? Nasıl? Nereden? Nereye? Ne zaman?” gibi sorulara yanıt ve yorum katarak başka bir varoluş yoluna gireriz. Ta ki dibin ve yüzeyin sadece bizi kendimiz yapan emeğin bilgisi kadar yakın olduğunu kavrayana dek… İşte ancak o kavrayıştan sonra kendini bilmiş insan olarak cennet yolunu yapabiliriz.
*
Sanılmasın yıkıldık
Sanılmaya çöktük
Bir başka bahar için
Sadece yaprak döktük
Hz. Mevlana
*
Hatırladığıma göre, Mevlana der ki: “İnsan aradığı şey kadar değerlidir.” Yoksa “İnsan aradığı şeyin kendisidir” mi demişti? Ne fark eder ki? İnsan aradığı şeyin kendisi olunca zaten bulduğunun değeri kadar olur. İki kapı da aynı odaya açılıyorsa hangi kapıdan içeri girdiğim çok da fark etmez. Ben gene de, “İnsan, arayıp da bulduğunu anladığı kadardır” diyorum. Çünkü asıl yolculuk bulunanı anlayınca başlar. İçeri açılan kapıyı arayıp bulmamdan bile daha önemli olansa dışarı çıkacağım doğru kapıyı buluyor veya yapıyor olabilmemdir.
Yollar da yolcuyla birlikte yürüyor. Asıl olan bu yüzden yollarla birlikte kendini bilerek yürümektir. Kendini bilmek haddini bilmekle onurlanır. Bu da ancak yürüdüğüm yolu yoldan ayrılabilecek kadar kendime bilinir ve kendimi de yoldan çıkacak kadar yolda güvenilir yapmamla olasıdır. Aksi durumda yol yürür ve ben hep geç kalırım…
Muharrem Soyek
(
Arayış Yolcusu başlıklı yazı
M. Soyek tarafından
25.12.2017 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.