Aşk ilahidir, herkes yaşamalıdır, yaşanmalıdır. Aşka gülünmez… Aşık olan yargılanmaz, sorgulanmaz…
İnsan aşksız durağandır, robota benzer aşksız kalırsa!
Düşünmek güzeldir ama yanlış yapmak da… Yanlış yaptığında teninde ve ruhunda acı meydana gelir. O acıyı hissettiğinde hemen kurtulmak istersin… Pamuktan dikeni çıkarır gibidir, ondan ayrılana kadar pamuktan nelerini deşmez ki… Acı bitti dediğinde, sen değişmişsindir, kılığın aynıdır ama hayat tarzın, uzuvlarının davranış şeklin aynı değildir. O acının yaşattıklarını unutamazsın da! Acı, ancak başkasıyla paylaştığında söner, balon gibi… O aşkın en güzelidir!
Aşka kavuşmuşsan, mutlusundur, huzurlusundur, dolu dolusundur, hayat dolusundur! Acı bitti sanırsın ama çocuk olur, onun acıları meşgul eder, o biter askere gider özlemi acıdır, evlenir seninle çok vakit geçirmemesi acıları artırır. O acının ilk tohumu aşktır. suya attığın taşın gittikçe büyüyüp yayılan halkaları gibi… O aşk halkanın içine her güzelliği alır!
Acının içindedir aşk… İstemektir, ummaktır, özlemdir, tercihtir, terbiyedir, ahlaktır… Aşığın meziyetleri çoktur. Meziyet ilk aşkın manevi olmasındandır. Çocuk, doğumundan büyüdüğü her yaşta, yaratılan her güzelliği derece derece görür ve yaşar. Irmaklar, denizler, ay, güneş, çiçekler… Topraktan çıkan sebzeler, ağaçtaki meyveler… Fırtına, deprem, yanardağlar, kar, yağmur… Yaratılan her şeyi görür, onların yaratılış gayelerini öğrenir, ona dokunur, onu anlatır… Allah’ın ilmiyle birleştiğinde aşk doğar! Yaratılışın gayesini anladığında onu tamamen Allah’a sunacak olgunluğu, aşığıyla bulur ve bu birliktelikten meyveler-çocuklar yeşerir! ilahi gayeye ulaşmak sabır ister… Temiz bir gaye ve şükür bunun temelidir. Bu gayenin acısı, sürekli değişir, sürekli yaşamaz, kısa sürelidir! Ağaçtaki dallar gibi büyüdükçe geliştikçe, kolları artar ve o kollarda çiçekler açar, meyveler olur!
Bu ilahi aşk içinde yetişmeyen aşk, maddeselliği benimser… onun ilmi, yalandır, talandır, zehirli yılandır, alış-veriştir, aldatmadır, gizliliktir, samimiyetsizliktir… Acısı, hiç bir zaman dinmez… Acıları hep artar… Tıpkı kanser gibi… İnlemeler içinde, yaşadığı hayatını zindan eder. Bu aşk, zehirdir… Anlık yaşar, sonrası ise karanlıktır. Anlık nefes aldıkça, kalp der ki tövbe et… Eden ise o kadar azdır. Temeli ilahi olan aşkı gururuyla red eder. Kabullenmez, onuruna ve nefsine ağır gelir. Kabiller, firavunlar, nemrutlar, Ebu Lehebler, Ebu Cehiller… Bu örnekler direndiler, gerçek aşka isyan ettiler. Vücutların ve ruhlarının her yerini acı tamamen işgal ettiğinde, dinmeyen o acı yüzünden ecel onları bu dünyadan kopardı. İçlerinde Mısır Firavunu vardı ki, o ölüm esnasından tövbe etmiş, pişman olmuştu. Kabul edilmedi. Artık ecel geldiğinde, o karanlıkları aydınladığında pişman olmaları onlara fayda vermedi. Toprakta ve vicdan da yok olup gittiler… Dünyadan ebedi silindiler! Kimse de anmadı…
Aşk ilahi olmalı… Aşığa gülünmemeli… Düşüncesizce yaptıkları nı görünce deli dememeli… Çöllere bile düşseler, o mecnunları yaşatan ilahi irade onları örnek olsun diye kumların üstünde gezdirdi. O kum yanmadıkça o da yanmadı… Yaşadı, şükürle! çöl yokluk oldu nefes aldıkça, dünyayı değil, aşkı hissettiler, duru bir pınardan su içer gibi, zemzem gibi…
Aşık olana saygı duymalı, sahipleneni alkışlamalı… Dünyanın kalıcı tek hazinesine kavuştuğunu cümle alem bilmeli! Ah şu ilahi aşk, kalbin tek meyvesi, yendikçe kalbin yaşadığı tek huzur… Keşke bunu herkes bilse, yaşayabilseydi… Keşke!
Saffet Kuramaz