Onu bir Mart ayında kaybettik: 21 Mart 1973. O'nun bir tek isteği vardı: Hatırlanmak... O nedenle dedi ki:
Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın
Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca, yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın…
**
O, 1894 yılında Sivas’a bağlı Şarkışla ilçesinin Sivrialan Köyünde dünyaya geldi. Anasi Gülizar, bir yaz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; oracıkta bir yol üstünde doğurmuştu Veysel’i ve göbeğini de kendi eliyle kesmişti.
Babası Ahmet de, bebenin adını Veysel koymuş. Yıllar geçmiş aradan büyümüş, konuşmuş, yürümüş Veysel. Böylece yedi yaşına varmış. O yıl bir çiçek hastalığı salgını olmuş Sivas’ta. Küçük Veysel de yakalanmış. Sol gözünde, çiçeğin beyi çıkmış kendi deyimiyle… Göz akıp gitmiş. Sağ gözüne de perde inmiş, önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni’ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var.” demişler. Sevinmiş Ahmet emmi. Gel gör ki talihsizlik yine yakasını bırakmamış Veysel’in. Bir gün inek sağarken babası yanına gelmiş. Veysel ansızın dönüverince; yakında bulunan bir değneğin ucu öteki gözüne girivermiş. Böylece o göz de akıp gitmiş.
Babası meraklı bir adam. Halk ozanlarından şiirler okuyup ezberleterek avutmaya çalışmış oğlunu. O zamanlar, Sivas’ın köyleri saz şairleriyle doluymuş. Onlar da ara sıra gelip Ahmet emminin evine uğrarlarmış. Veysel ilgiyle dinlermiş çalıp söylediklerini. Babası, oğlunun ilgisini görünce; bir saz alıp vermiş ona. İlk saz derslerini, babasının arkadaşı olan Çamşıh’lı Ali Ağa’dan almış. Ve gitgide, kendini iyice saza vermiş Veysel. Ünlü Halk ozanlarının şiirlerini çalıp söylemiş yıllarca. Yirmi beş yaşındayken anası, babası Veysel’i Esma adında bir kızla evermişler ve kısa süre sonra ikisi de göçüp gitmiş bu dünyadan.
Acı olaylar birbirini takip etmiş ama bitmemiş talihin kötü oyunu. İkinci çocuğu on günlükken, anasının memesi ağzına tıkanarak ölmüş, ardından da karısı yanaşmalarıyla evden kaçmış. Bu olay çok koymuş Veysel’e. Daha dertli olmuş ve iyice içine kapanmış. Karısı kaçıp gittiğinde bir kızı varmış Veysel’in. Daha bir yaşını bile bitirmemiş. İki yıl kucağında gezdirmiş Veysel kızını, ama ne çare o da yaşamamış. Bu sıralar Veysel’i yeniden evermişler. İkinci karısından yedi çocuğu olmuş, biri ölmüş; iki oğlan, dört kız, altısı sağ.
Veysel, Cumhuriyetin Onuncu yıldönümüne rastlayan 1933 yılına kadar, başka ozanların şiirlerini çalıp söylemiş. Kendi deyişlerini söylemekten utanır, çekinirmiş. O yıllarda şairlerimizden Ahmet Kutsi Tecer tanımış Veysel’i. Onun ışık tutuculuğuyla Veysel’in şiirleri aydınlığa kavuşmuş.
Veysel’in gün ışığına çıkan ilk şiiri Gazi Mustafa Kemal Pasa için söylediği: “Türkiye’nin İhyası Hazreti Gazi” mısrasıyla başlayan şiirdir. Bundan sonra bütün yazdıklarını çalıp söylemiş ve Veysel artık Âşık Veysel olmuş. 1933 yılına kadar, köyünden dışarı hemen hemen hiç çıkmadığı halde; bundan sonra bütün yurdu dolaşmış, yurdunun çeşitli şehirleriyle kasabalarını, köylerini yakından tanımış. Halk ozanlarından en çok Karacaoğlan’i, Yunus’u, Emrah’ı, Dertli’yi severdi.
Âşık Veysel Köy Enstitüleri'nde bir süre saz öğretmenliği de yapmış, 1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi, “Anadilimize ve Milli Birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı”özel bir kanunla vatani hizmet tertibinden Âşık Veysel'e aylık bağlamış.
Sivrialan’da ilk meyve bahçesini yetiştiren Âşık Veysel'dir. Bahçenin içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar meyve ve ayrıca çeşit çeşit çiçek varmış. Veysel, kardeşlerinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman köylüler “Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan iyi mi bilecek ki böyle işe kalkıştı?”demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu defa “O kör değilmiş, meğer kör olan bizmişiz diyerek Aşık Veysel’i kutlamışlar.
diyerek Aşık Veysel’i kutlamışlar.
Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşayan Âşık Veysel 21 Mart 1973 tarihinde bu hayata gözlerini yummuş.
**
1933 yılında Cumhuriyet’in 10. Yılı Kutlama törenlerine gitmek için yayan olarak köyünden yola çıkan Aşık Veysel, tam üç ay süren bir yolculuktan sonra Ankara'ya gelmiş.
Bir sohbet sırasında Âşık Veysel’e,
– Hani mümkün olsa, gözlerini açtırmak ister misin? diye sormuşlardı. Başını iki yana sallamış,
– Hayır, demiş. “İçimde bir dünya kurdum. Onu yıkmak istemem…” Sonra bir çift söz daha eklemiş buna: “Hem ben görüyorum.” demiş. “Aşık, gözüyle değil, gönlüyle gören adamdır…”
**
Milli birliğimize vurgu yapan ozanımızın bir şiiriyle yazımızı bitirelim:
Hepimiz Bu Yurdun Evlatlarıyız
Bu nasıl kavgalar çirkin döğüşler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Yolumuza engel olur bu işler
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türklerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Hedef alıp dövüştüğün kardeşin
Seni yaralıyor attığın taşın
Topluma zararlı yersiz savaşın
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Herkes ilim deryasında yüzüyor
Çıkmış ayın çevresinde geziyor
Yazık bize yollarımız uzuyor
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Kitaplar yazılmış nasihat dolu
Birlikte güçlenir gençliğin kolu
Gençliğe emanet Atatürk yolu
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Söyler Veysel sözlerinden vazgeçmez
Bulanık çeşmeden kimse su içmez
Ganadı olmasa kuşlar da uçmaz
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız
Âşık Veysel