Sana yazmak……
Sonları çok noktalı, yarım soluklu virgüllerle durulan cümleler yazmak sana.
Mektup.!
Çok özel yeri olan bir şey benim hayatımda mektup.
İlk mektubumu okumayı yazmayı öğrendiğim çağlarda (–ki okula başlamadan öncesinde öğrenmiştim okumayı ve de yazmayı rahmetli babam sayesinde-) Bursa-İznik’te yaşayan babamın dayısı Hüseyin Aşko’ya yazmıştım bunu dün gibi hatırlıyorum…bahçeli ve benim dünyaya gözlerimi açtığım evde numara 12’de bir yaz günüydü ve bahçede çiçek kokularının içerisinde…babam söylemiş ben yazmıştım.
Sonrasında akrabalara, arkadaşlara yazmaya başladım mektuplarımı. Sonra sevgili adını koyduğum insanlara..üniversite ve askerlik zamanlarımda da babama..bana ilk mektubumu yazdıran Adam’a.
Ve bana şimdi Adam diye seslenen Kadın’a yazıyorum bir mektup…dijital bir ortamda. Aslında bu saate kadar sana ne yazacağımı düşündüm..ve bu düşündüklerimden bir tanesi olmadan yazıyorum şimdi sana. Ve ki işin özü bu mektubu kendi el yazımla beyaz bir kağıda yazmayı çok isterdim. Mektuba el değmeli, göz ilişmeli, kalem sevişmeli kağıtla.
19 ve 20. yüzyılların klasikleşmiş adabıyla mı başlanmalıydı acaba mektuba.?
Ey benim gözden ırak gönülde yakın….. diye başlayan ve büyüklerin ellerine küçüklerin gözlerine ithafen yollanan buseler eşliğinde mahsus selamlarla.
Mektup yazmak edebiyat ile yani edep ile edebe duyulan sanat ile…saygısını yitirmiş insanlara inat.
Öyle mektuplarım oldu ki zamanda..kanımla imzaladığım.! Bir mühür gibi akitleştirilmiş.
Sonunda canımla ödediğim bedelleri olan.
Sana yazdıklarımın bir bedeli yok.
Uss Atölyesine yazan aklını yitirmiş değil, umutları törpülenmiş, metruk bir binaya dönüşmüş bedeni olan bir insandı.
Zor du benim için yazmak sana kadar..us’anmıştım yazmaktan, en çok sevdiğim şey olsa bile.
Okumak ise zul veriyordu ruhuma.
Okuduğum yazdığım her şey alıp başını gidiyordu çünkü.
İsme takılmıştı aklım…Uss Atölyesi…aklın yitik olduğu bu zamanda bir atölye mi açmışlar diye duruyor insanın beyninde bir soru.! ?
Sonra zaman’a ilişti gözlerim...” fahişe bir akreple pezevenk bir yelkovanın sevişmesinden doğan piç bir yalnızlıktır ZAMAN …bildiniz mi? “ diyen.
Dedim yok…bu an’da buna yazılmaz. Kim bu? Ne?
Sonra resim durdu önümde….bir kadın sırtında bir dövme ve çıplaklık…beklide ilkin herkes çıplaklığı gördü..veya dövmeyi …ben o kadının ellerini gördüm, saçlarını kafasında tutan ve diğer eliyle göğüslerini kapatan.! Sol eli kafasındaydı küçük parmağıyla yüzük parmağı açık..yani kulağı aradaydı…tüm sesleri duymak istiyorum veya ben duyuyorum her şeyi dercesine…ve sağ el koluyla göğüslerinde, her şeyim açık olabilir hatta çırılçıplak olabilirim bu dünyada amma velakin namusum açık değildir hiçbir şartta diyen..onurum var benim diyen.!
Yazmalısın dedi içimdeki ses…yaz.!
Yazmak sana.
Ve şimdi saat 03:34 gecenin en karanlık noktası…sokakta bir tek uyumayan sokak lambaları ve ben…sana yazan Adam.!
Bir mektup tadında olacak mı sana yazdıklarım? inan bilmiyorum.!
Benim sana karşı özlemlerim çok yok ki.!
Özlemim senin kelimelerin senin parmak uçlarının dokunduğu harfleri özlüyorum ben. Başkası var mı özlem olarak bilmiyorum..sesin mesela ne renk? Bilmiyorum…
Ten renginden önce ben insanlarının yüreğinin, beyninin, sesinin ve düşüncelerinin rengini bilmek istiyorum.!
Yazdı işte adam sonrasında sana…uss’tu kadın..kadınmıydı onuda bilmiyordu adam?
Açıkçası pekte umrunda değildi adamın..çünkü hiç ayırmamış sınıflara sokmamıştı adam insanları..kadın-erkek, işçi-memur, zengin-fakir, güzel-çirkin, tahsilli- tahsilsiz…
Adam yazdı Uss cevap verdi…mutlu olmuştu o yıkılmış binanın ortasında duran garip beşer.
Bir daha yazdı adam sonra bir daha bir daha…her yazışında seslendiği yerden ses geldi adama..
Gecenin da’dasından daha uzağa çeken bir çekimle gece de yazdı adam…Us demişti ki ona “evde olmadığını bilerek bir eve gitmek gibidir dedi bu şekilde yazmak.! ”
Haklı olabilirdi Atölye çalışanı..ama olsun dedi adam en azından geldiğimi kapı zil ve ben biliyor ya..o yeter bana.!
Peki..diye adamın hiç kullanmadığı ve de sevmediği bir kelime düştü ekrana Us’tan..peki.
Uss deyince adamın aklına zaten kelime olarak PEKİ, EYVALLAH ve ADAM geliyordu.
Eyvallah’ıda kullanmazdı çok sıklıkla adam çünkü eyvallahı yoktu pek onun.
Yazdı adam yazdıkça kendini buldu sanki..
Ve bir tanışılmışlıktı onu çeken..sanki yıllarca birlikte yaşadığı biriydi Us..hiç görmediği aslında..renklerini bilmediği.
Yazdı adam..
Yazdıkça mutlu oldu..
Ve okudu Us’tan gelenleri mutluluğu artı.
Denizi seviyordu adam…mavi bakmaktan bahsediyordu hep balköpüğü renginde olan gözleriyle…
Ve deniz diyordu varsa meltem olmalı mutlaka…saçlarını okşamalı yüzüyle beraber insanın..ve sigarasının dumanını savurmalı …
Adım dedi Us bir gün adımı yazdın sen ….
Meltem’di Uss….meltem…denizden esen…deniz kokan…maviyi hatırlatan.
MEKTUP YAZ bana …. Eğer istersen.
Çok hoş bir istekti bu Adam diye hitap edilen Abdullah Artaç ARSLAN için bu satır.
İlk defa evde olmasam da gel demişti bana çünkü…
Ev de olmasam da gel…
Sen evde yoksun şu an ve ben tam kapındayım…
Sana yazmak…
Ve bu yazışı MEKTUP olarak adlandırmak….
Sorsam şimdi sana halini Nasılsın? bu satırlarımı okurken ne hissediyorsun?
Cevabını duymayı çok isterdim….ya da gözlerini..gözbebeklerini görmeyi okurken sen.
Bildiğim tek cümle düşüyor aklıma :
ÖYLE GÜZEL GELDİN Kİ SEN.!
Bana ne dişiliğinden…kilondan boyundan posundan…bana ne göğüslerinin ölçüsünden..güzel sevişmelerinden…dokunuşlarındaki ve tenindeki ipeklikten bana ne.!
ÖYLE GÜZEL GELDİN Kİ SEN.!
İnsan arıyordum ben yıllarca insan…antolojiye ilk üye olduğum zamanlarda yazmıştım tanıtım yazıma:
“İnsan arıyorum ben insan..her ne olursan değil insan değilsen insan ol öyle gel çünkü ben Mevlana değilim” diye
İnsandı gelen…bir atölye çalışanı…yaşadıklarıyla anlatımıyla bana aşina olan..
Mor salkımlı sokağın sakinlerinden…
Dünya ve Hayat’a sorumluluk yükleyenlerden olmak istemedim ben hiç…
Çünkü ne dünya yalandır nede kahpedir hayat.!
İnsan denen mahlukattır hem kahpe olan hemde yalan…yada ortamı kahpeleştirip yalana dolayan.!
İnsan yönünden fakirim o yüzden…çevremde bir sürü kalabalığı olan ama insanı az olan bir Adam’ım ben.
Şimdi sen bu fakirlikte ne güzel geldin bir bilsen.!
Yıllarını harcadığı geçmişini bir kalemde sildiği karısının bile insan olmadığını öğrenip kendimi ruhumda ve yüreğimde öldüren adamım ben.!
Ne acı bir şeymiş hiç bilmiyordum bunu ben..
İnsan yaşadıkça çok şey öğreniyormuş…okulları okuduktan sonra öğrenciliğe devam ediyor insan nefes aldıkça.!
40 yaşına ulaşmış, peygamberliğini ilan etme zamanına gelmiş bir halifeyim ben.! (mecazi bu lafım sakın yanlış anlama – ki senin bunu o şekilde anlamadığını tahmin ediyorum)
İhanet etmedim ama ihanete uğradım.! NEDEN?
İşte bu soruya cevap veremiyorum. Yapmadığım bir şeyin karşılığı olur mu hiç! ! ! ?
…………………………….
Sana yazmak kendime bakmak gibi aynada…
Çırılçıplak kalabilmek denizin tam ortasında…
Seni hem çok tanımayı istiyor bir yanım …hemde bilmiyorum diyor diğer yarım.!
Nesin sen? Kimsin?
Demek geliyor içimden sana…çığlık çığlığa susarak hemde.!
……………
……..
….
..
.
Bu noktaların arasında senden ayrıldım kahvemi yaptım kendime…bir de sigara yaktım şimdi.
Keyfe keder değilsin sen çünkü…her ne kadar da keyfe keder diye çıksan da bir yerde karşıma…üzerinde durduğum önem verdiğimsin sen çünkü.!
Seninle keyifte bu Adam…sigara kahve ve sen…sana yazılan kelimeler nasıl önemsiz olur?
Mesafe olarak yakın …ama adını koyamadığım bir şey kadar uzaktasın bana.!
Çok uzak hemde…bin yıllık tanışmışlığın ile birlikte.
Hadi mektubumuza geri dönelim…
Neler yapmaktasın bugünlerde.?
Nasıl geçiyor günlerin?
Sağlığın keyfin yerinde mi?
İş yerinde çok yoruluyor musun?
Ya ev de peki? ev de durumlar nasıl?
Beni soruyorsan senden ayrı olan zamanlarda üniversite öğrencilerine ders vermek sohbetlere katılmak haricinde kitap okuyorum..şiirlere takılıyorum arada…
Canımın istediği yemekleri yapıyorum…mutfak benim rehabilitasyon merkezim gibi..seviyorum mutfağı ?
Mesela bu gece mercimek çorbası, dalyan köfte ve safranlı pilav yaptım…ha bir de cacık.
Tatlı istemedi canım ne hikmetse..
Sonrasında da çayımı demledim…çok güzel geldi.
Biraz da olsa canımı sıkan sağlığım…son zamanlarda iyi değil kalbim. ?
Küçük bir krizle tanıştık…dikkat etmeliymişim öyle dedi hekim bey.
Üzüntülü ortamlardan kaçınmalı pek takmamalıymış kafama ….
Nasıl başarabileceksem bu dediklerini…
Sigara içme diyor bana…sigara içecek değil ki su gibi çay gibi neden içeyim ki…ben onunla nefesleniyorum sadece.
Rüzgarlara kırgınım bir de şu son 1 haftadır….bir ses getirmelerini istedim onlardan benim sesimi duymadılar…ya da duymazdan geldiler…neden böyle yaptılar anlamadım.!
Bunu diyorum da sanki hayatımda her şey olmuş gibi bu niye olmadı diye üzülüyorum..efkarlanıyorum.!
Ne işe yarıyorsa sanki.
Cidden ne istedim ben bu hayattan.! ?
Nelere ulaşabildim…istediklerimden hangileri oldu.?
Bir ekonomist bir iktisatçı olarak hesaba koysam acaba ne çıkar sonuç?
Üç aşağı beş yukarı biliyorum aslında…bilmek ayrıda beklide görmek istemiyorum çıkacak sonucu…daha çok efkar basacak yüreğimi beklide.
Korkuyorumuyum.! ?
Hayır..
“Ölüler yaşamaktan korkmazlar.” Diyen adamım ben…
Her şeyse…
Müzik açalım mı biraz..açalım açalım…bir yerden ses gelsin en azından..klavye sesine eşlik etsin notalar….Sıla’yı severmisin? Kayahan’nın canım sıkılıyor şarkısı çalınıyor şimdi..
Erzurum’da tanışma fırsatı bulmuştum Sıla Gençoğlu ile..ilk orda dinledim…sevmemiştim…değiştim galiba yaşlandıkça…şimdi en sevdiğim seslerden bir tanesi oldu.
Kayahan şarkılarını seviyorum…kendisini de severdim..
Çocukluğumda iz bırakan seslerdendir..sesleri seviyorum ben…sesin ne renk senin?
Düşüncelerin peki?
Seni sevmiyor bu adam (kadın olan yanını) …kelimelerini seviyor…bilmediği renklerini…düşüncelerini…farklı olduğunu düşünüyor.
Bu yüzdendir ki adam senden yazmanı bekliyor…hoşuna gidiyor çünkü senden gelen kelimeler.
Satırlarımın sonuna doğru geliyorum artık.
Ben yine bu gece kapına geldim..sen yoktun biliyorum…ama sen bu sefer benim geldiğimi biliyorsun.
Ve bu beni eskiden gelmelerime karşın bu sefer daha da çok mutlu etti.
Sadece kapı, zil ve ben değil sende biliyorsun bu gece sana geldiğimi.
Ben o evde olmasan da geleceğim bu şekilde bazı geceler kapına…
Sen beni duymasan da…
Sen benim geldiğimi bilmesende…
Hoş ve güzelliklerle kal…
Yüzünden tebessüm kalbinden huzur hiç eksik olmasın.
Ve bir bilsen…..
ÖYLE GÜZEL GELDİN Kİ BANA SEN.! ! !
“ADAM” diye seslendiğin……
Abdullah Artaç ARSLAN / 9 Ekim 2016