HER DEVİRDE ALLAH’IN YARDIMCILARI ALLAH’A DAVET
EDEN BİR GURUP VE ÜMMET VARDIR.
61/SAFF-14:
Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû ensârallâhi kemâ kâle îsebnu meryeme lil
havâriyyîne men ensârî ilâllâh(ilâllâhi), kâlel havâriyûne nahnu
ensârullâh(ensârullâhi), fe âmenet tâifetun min benî isrâîle ve keferet
tâifeh(tâifetun), fe eyyednellezîne âmenû alâ aduvvihim fe asbehû
zâhirîn(zâhirîne).
Ey âmenû olanlar! Allah'ın yardımcıları olun! Meryemoğlu İsa (A.S)'ın
havarilere: “Kim Allah'a (ulaşmak için) benim yardımcılarım olur?” dediği
zaman, havarilerin: “Biz Allah'ın yardımcılarıyız.” dediği gibi. Bunun üzerine
İsrailoğulları'ndan bir grup îmân etti, bir grup inkâr etti. O zaman îmân
edenleri düşmanlarına karşı destekledik. Böylece onlar üstün geldiler.
"Havariyyun" kelimesi,
"halis" anlamına gelen "haver" kelimesinin çoğuludur. Hz.
İsa'yı tasdik eden ilk 12 kişiye verilen bir isimdir. Bu 12 kişinin isimleri
şöyledir:
Hz. İsa, bu havarileri çeşitli şehirlere
göndermiş, Tevhid dînini yaymaya onları memur etmişti. Rivayete göre, bunlardan
Yahuda veya Buda Şem'un, sonradan yahudilerden rüşvet alarak, Hz. İsa'yı onlara
teslim etmek istemişti.
7/A'RÂF-159:
Ve min kavmi mûsâ ummetun yehdûne bil hakkı ve bihî ya’dilûn(ya’dilûne). Ve
Musa (A.S)'ın kavminden bir ümmet vardır. Hakk'a hidayet ederler (hidayete
ulaştırırlar). Ve onunla (hak ile) adaletle hükmederler.
Bu âyet-i kerime, Hz. Musa'dan sonraki,
Musa kavminden devrin imamlığını deruhte eden, hidayete erdiren, peygamber
olmayan Resullerin bir muhtevasından bahsetmektedir. Burada Allahütealâ'nın
"bir topluluk"tan muradı, Hz. Musa ile aynı anda yaşamakta olan bir
topluluk değildir. Hz. Musa ile aynı devirde yaşasalardı, hidayete erdiren
sadece Hz. Musa olurdu. Ve onlar da sadece hidayete erdirmeye vesile olurlardı.
Her devirde, bütün kavimlerde, herkesin yanı başında hidayete vesile olacak
birileri mutlaka vardır (Maide-35). Hz. Davud'a kadar olan süreç içerisinde o
devrin imamları, hidayete vesile olmamış, hidayeti gerçekleştirmişlerdir. Tabii
bunlar, Hz. Musa'dan Hz. Davud'a kadar olan devreyi ihata ettikleri için:
"Bir kavim, bir topluluk." diyor, Allahütealâ. Musa'nın kavminden bir
topluluk, bir ümmet...
5/MÂİDE-35:
Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi
leallekum tuflihûn(tuflihûne). Ey
âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler); Allah'a karşı takva
sahibi olun ve O'na ulaştıracak vesileyi isteyin. Ve O'nun yolunda cihad edin.
Umulur ki böylece siz felâha erersiniz.
12/YÛSUF-108:
Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve
subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne). De
ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek,
Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih
ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Basar, kalp gözünün görme hassasıdır.
Basiret ise basar hassasının görmeye başladığını yani o kişinin kalp gözünün
açıldığını, bir başka ifadeyle o kişinin ikinci defa ölümden hayata geldiğini
ifade eder. "Basiret üzere görüş" demek, "kalp gözünün basar
hassasıyla görüş" demektir. "Basiretli" deyince tedbirli,
dikkatli, ileriyi doğru tahmin edebilen, güvenilen bir insan anlaşılır.
Allah'a ulaşmayı dileyen bir kişi,
fizik vücudunun baş gözü için başındaki kulak ve dili için ölüyken dirilmiş
olur. O kişi bundan evvel kör, sağır ve dilsizdir. Ama Allah'a ulaşmayı
dileyince Allah, baş gözündeki hicab-ı mestureyi, kulaklarındaki vakrayı ve
kalbindeki ekinneti alır. O kişi böylece üç ayrı cepheden de dirilir.
Baş gözü ve baş kulağı, bu dünya
için görür ve duyar. Ama kim daimî zikre ulaşırsa onun kalp gözü ve kalp kulağı
açılır. Kişi bu sefer nefsi için yani fiziğin ötesini görmek için bir defa daha
hayata gelir.
Allahütealâ, Fussilet Suresinin 33.
âyet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır:
41/FUSSİLET-33:
Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel
muslimîn(muslimîne). Allah'a
davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim
olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Yusuf Suresinin 108. âyet-i
kerimesiyle Fussilet Suresinin 33. âyet-i kerimesi arasında bir illiyet
rabıtası vardır. Bu âyet-i kerime, açıkça basiret üzere Allah'ı görerek,
Allah'a davet etmeyi belirtmektedir. Sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V) değil,
bütün sahâbe, irşad makamının sahibiydi ve Allah'a davet ediyordu. Onlar, kalp
gözleri açıldıktan sonra irşad makamının sahibi olmuşlardır. Hakk'ul yakîn
kademesinde, iradelerini Allah'a teslim ettikleri noktada, basiretle Allah'ın
Zat'ını görmüşlerdir.
Allah razı
olsun.
Burhan AKSU