-I-
Rüzgârlı bir sonbahar akşamıydı. Yazdan kalma canlı renklerin yavaş yavaş sonbahar tonlarına döndüğü vakitlerde rüzgâr uğultusunu kesmeden, kurumaya yüz tutmuş otları bir o yana bir bu yana sallıyordu. Rüzgârın henüz şiddetlenmediği bir dönemden geçiliyordu. Kırsalda yaşayan halk için hasat vaktiydi. Bağlarda bahçelerde bir koşuşturmaca, telaş vardı. Yağmur yağmadan soğuklar bastırmadan tarladaki ekinler hasat edilmeliydi. Mısır koçanları, fasulye otlukları, hasıllıklar derken bütün bu güz işleri kara kışa bırakılmamalıydı.
Kar, soluk yeşilliklerin üstünü örtmeden inekler birkaç hafta daha dışarıda otlayabilsin diye otlaklara götürülüyordu.
Lise çağında genç bir kızdım, ama okula gitmiyordum. İlkokuldan mezun olduktan sonra ailem okumaya devam etmemi istememişti. Nedeni size pek yabancı gelmemiştir; kızlar okumaz.
Yaşıtlarım köyün merkezindeki liseye giderken ben bağ bahçede ter akıtıyor, ineklerin peşinde koşuyordum. Böylelikle saçları ağarmış gözlerinin kıyısı kırışmış anneme yardım ediyor, evin geçimine destekte bulunuyordum. Ama şu bir gerçek ki, okula gitmemek içimde kocaman bir boşluktu…
Bir akşam vakti, orman yolunu aşarak mahallenin dereye yakın bir yerinde oturan Halama oturmaya gitmiştik. Halam, babamın en büyük ablasıydı, yaşı da çoktan 60’ı devirmişti. Yakın bir zamanda eşini sonsuzluğa uğurladıktan sonra yüzündeki o eski gülümsemeleri yavaş yavaş silinmiş, iyice içine kapanmıştı zavallı Halam. Bir kızı vardı o da başka bir memlekete gelin gitmişti. Halam, betonarme bir yapının aksine eski, ahşap 2 odalı bir evde yaşıyordu. Ahşap dediğime bakmayın, tümü ahşap değildir; ahşapların arası kocaman taşlarla örülü, yıllarca ayakta durmayı başarmış eski usul bir yapıydı. Pencereleri ahşaptı; bir süslü dekoru andıran küçük küçük pencereleri vardı. Şehirde öyle dekor yaptırabilmek için insanlar yüklü miktarda para ödüyordu. Ama söz konusu kırsal olunca bu küçük pencereler, köy hayatının yaşam tarzıydı. Şehirde keyfi olan bazı şeyler kırsalda mecburiydi.
Halam ile sohbet muhabbet ettikten sonra annem geceyi halam ile geçirmem için ricada bulununca kırmadım. Annem gittikten sonra halam çok durmadı ayakta, huzursuz uykusuna kucak açtı. Bense elime geçirdiğim takvim yaprağının arka sayfalarındaki küçük küçük makaleleri, fıkraları, biyografileri okumaya daldım. Vaktin epey ilerlediğini anlayamamıştım, yerimden doğrulup halamın benim için hazırladığı yatağa girdim. Uykuya dalmaya uğraşırken bir ses işittim. Usulca doğrulup sesi dikkatle dinlemeye başladım. Ses yabancı değildi; halam konuşuyordu. Uykusunda konuştuğunu düşünerek geri yattım. İlerleyen dakikalarda gözlerimi yummaya çalıştıkça uykusuzluk beni esir almaya çalışıyordu. Ahşap tavana gözlerimi dikip derin düşünceler içinde kulaç atıyordum. Eskimiş ahşap kokusu beni yıllar öncesine götürüp bir takım sahnelere seyirci yapıyordu. Henüz babaannemin vefat etmediği yıllar, dedemin gurbet elleri tanımadığı, yeşiller daha yeşil; göğün daha mavi olduğu nostaljik anların görüntüsü yansıyor tavana. Dudaklarıma istemsiz bir gülümseme oturuyor, gözlerim buğulanıyordu. Kokuları her zaman kitaplarda okuduğum zaman makinelerine benzetirim, geçmişe götürmede birer ustadırlar.
Saçma sapan rüyalarla geçirdiğim bir gecenin ardından güneş ışınlarının odayı aydınlatmasıyla araladım gözlerimi. Halamın çoktan uyandığını çıkardığı gürültüden anladım. Hemen üzerimi giyip odadan çıktım ki halam:
-“Çay demledim kızım sofrayi da kuralım yiyelım.” Dedi. O sabah konuşacak kadar keyfim yoktu, aklım rüyama gidiyordu sürekli. Halam sessizliği bozdu:
-“Gece kalktın geldın yanıma. Yattın benlan azacuk da niye sabah kendi yatağında uyandın rahatsız mi ettım seni?” demesiyle ben irkildim. Zira böyle bir şey yaptığımı hatırlamıyordum.
-“Ben mi hala?”
-“He sen.”
-“Ben hiç odadan çıkmadım ki hala” deyince Halam elindeki ekmek parçasını usulca sofraya bırakıp dik dik bana baktı. Gözlerini kıstı ve boşluğa daldı.
Ben merakla onu süzüyordum ki bakışlarımız bir anda orta yerde buluştu.
-“Hala herhal, rüya gördün. Gece konuşuyken da duydum seni. Ama deduklerıni anlamadım.”
-“Yok kızım ben uyumadım, ayaktaydım. Sen açtın kapiyi uzandın yanıma, dedın ki hala korkayrım senlan uyuycam.”
Gece korktuğum falan yoktu ama o an ürktüm diyebilirim.
-“Hala yok, ben hiç kalkmadım yatağımdan.”
Halam cevap vermedi, sessizce kahvaltımızı yaptıktan sonra halam gündelik işlerine koyuldu, bense evin yolunu tuttum. Havada uçuşan rengârenk yapraklar eşliğinde yerdeki kahverengi yaprakları eze eze yürürken aklım halamla olan konuşmadaydı. Yaşlılıktan mı kaynaklanıyordu bu halleri anlamıyordum. Eve vardığımda ilk işim bu konuyu heyecanla anneme anlatmak oldu. Annem eliyle çenesini kaşıdıktan sonra:
-“Kocasi öldükten sora da böyle bişe olduydi.” Deyince ben heyecanla atılıp:
-“Anne halam delirdi mi yoksa?” diye bağırınca kafama vurup:
-“Dema oyle şeyler. Du bakalım yaşliluktandır.” Dedi.
Konuşmayı orada kesip gündelik işlerimize döndük.
Aradan bir hafta geçtikten sonra ev telefonu çaldı. Arayan halamdı:
-“Alo Hala?”
-“Kızım, annene bişeler oldi anlamadım. Çok fena laflar etti bağa, nesi var?”
-“Annem mi?” deyip koltukta uyuklayan anneme baktım.
-“Hala annem burda—“
-“Kızım annen daha demin burdaydi”
-“Ne demin mi?” Annem bugün evden hiç çıkmamıştı.
-“Hala annem bugün hep evdeydi.”
-“Yok kızım yok. Canli kanli yanımdaydi.”
Bu işte bir iş vardı. İdrak etmeye çalışıyordum fakat kafam karışmıştı. Telefonu usulca masaya bırakıp annemin yanına gittim ve onu kontrol ettim. Yaşıyordu, oradaydı. Telefona döndüm ve:
-“Hala sen başka birilan kariştirdın heralde, annem değildir o.”
-“Kızım bağa deli muamelesi yapma.”
-“Estağfurullah hala, insanluk halidır kariştirabilirsın.” Dememle telefonun yüzüme kapatılması bir oldu. Kafam daha da karışıyordu, bende mi bir şey vardı acaba diye düşünmekten kendimi alıkoyamıyordum. Kafamdaki soru işaretlerine bir son verebilmek adına annemi uykusundan uyandırmak zorunda kaldım.
Halamla aramda geçen ilginç diyaloğu olduğu gibi aktarınca şaşırdı:
-“Yok kızım sen da benlan idın. Bi yere gitmedım.” Der demez kapının gıcırdadığını duyduk. Gelen kapı komşumuzdu. Heyecanlı ve telaşlı bir şekilde içeri daldı ve:
-“Sizın dünyadan haberınız yok komşi!” diye bağırdı. Annem ve ben korkuyla ayağa fırladık.
-“Hava hala sabah yatağinda ölü bulundi.” Demesiyle biz şoka uğradık. Annemle ben birbirimize baktık:
-“Anne demin konuştum halamlan daha!” diye haykırdım.
-“Nasi olur?” diye fısıldadı annem. Tam o sırada bir başka komşu daha geldi, gözlerinden yaşlar akıyordu. “Başınız sağolsun.” Diyecekti , taziyelerini sunacaktı. Fakat bunun sırası değildi. Al acele üzerimizi giyip Halamın evine gittik. Söylenenler doğruydu, halam hayata gözlerini yummuştu. Kara haber tez yayılmıştı komşulara, akrabalara, tanıdıklara. Aile büyüklerinden birini kaybetme acısı bize son zamanlarda yaşanan esrarengiz olayı unutturmuştu. Halamı ağıtlarla gözyaşlarıyla, dualarla kara toprağa verdik.
Saatler günleri günler haftaları kovaladıkça her şey yavaş yavaş normale dönüyordu. Öyle olmak zorundaydı çünkü hayat devam ediyordu. Kardeşimin ve babamın, uzakta yaşayan akrabaların dönme vakti gelmişti bile. Vedanın her türlüsü acı vericiydi. Üstelik büyüğümüze sonsuza dek daha yeni veda etmişken…
Halamın ölümünden 39 gün sonra annemle ve yengelerimle Mevlut hazırlıklarına başlamıştık. 40. Günü için Kur’an-ı Kerim okutacaktık, halamın ruhu için gelen misafirlere yemek ikram edecektik. Sarmalar sarıldı, yufkalar açıldı ve vakit geldi yengemler evlerine gitti. Annemle ben yatmaya hazırlanırken ev telefonu çaldı. Üç kere çalmadan açtım:
-“Alo” dedim. Ses yoktu.
-“Alo”
-“Kimsin sen?”
-“Ben Halan” bu ses halamın sesiydi, evet! Dilim tutuldu o an, şaşkınlığım bağlamıştı dilimi.
-“Annen nerde kızım?” diye sorunca telefonu kapattım ve döndüm. Annemin yerinde yeller esiyordu! –“Anne” diye seslendim ve diğer odalara baktım. Annem yoktu. Hemen üzerimi giyip dışarı fırladım, Halamı gömdüğümüz aile mezarlığının yanından geçerken ağlama sesi duydum. Sesin geldiği yöne gittim, ağlayan annemdi. Bir şey diyemeden beni daha da şaşırtan o cümle döküldü dudaklarından:
-“Halan çağırdi geldım.”