Garajı solgun ışığıyla tavandan sarkan lamba aydınlatıyordu. Üzeri; kalın, ince çeşit çeşit renkli kablolarla sarılmış kabinin arkasından yorgunluktan tükenmiş saçı başı dağınık bir adam çıktı. Tabletine bakıp kabloları kontrol ediyordu. Kabinin çevresini dolanırken yerde örümcek ağından farksız kablo öbeğine ayağı takıldı. Dengesini korumaya çalışırken tablet elinden fırladı. Avuçlarıyla yüzünü kapayıp yavaşça ellerini aşağıya çekti. Somurtuyordu. Tablete yönelmişti ki içeriye önde kadın arkasında bir kız diğeri erkek iki çocuk girdi. Kız çocuğu koşup tableti kaldırdı. Adama uzattı. Kadın kabine yürüyüp karşısında durdu. Sevinçle “Bitirmişsin!” Adamın gözleri tablette “Hazır, deneyeceğim.” Kadın adama sokuldu. Beline sarıldı. “Geleceğe mi geçmişe mi ilk yolculuk?” Adam tableti kadına verdi. “Geleceğe.” Tablet ekranında bir noktayı işaret etti. “Kabine girdiğimde basarsın.” Çocuklar bacaklarına sarıldı. Erkek olan “Baba geri döneceksin değil mi?” Adam çömeldi. Önce kıza sonra erkeğe baktı. Alınlarını öptü. Kız adamın ağız kenarlarına işaret parmaklarıyla bastırıp gerdi. “Gülümse ama.” Adam doğruldu. Kabine adımlarken kadın seslendi. “Bekle, aile fotoğrafı çekelim.” Kadınla adam yan yana durdular. Çocuklar önlerinde dikildi. Kadın telefonu ileri doğru uzattı. “Gülümseyin.” Ekranda adamın asık suratı belirdi. Kadın durdu. “Aşkım hiç değilse bu sefer gülümse, ölür müsün!” Çocuklar neşeyle tezahürat yaptı. “Gülümse, gülümse, gülümse.” Adam ifadesini değiştirmedi. “Çek artık!” “İlla keyfimizi kaçıracaksın.” Ekranda adam dışında herkes neşe saçıyordu. Fotoğraf çekilince adam kabine girdi. Cebinden kibrit kutusu büyüklüğünde elektronik bir kart çıkarıp ayarladı. Kadına baktı. “Geri dönüş biletim.” Tekrar cebine soktu. Kapıyı çekerken erkek çocuğa baktı. “Oğlum masada ses kayıt cihazı var. Getir bakalım.” Çocuk koşturup masadan cihazı aldı. Kurcalıyordu. “Oğlum!” Çocuk telaşla geri dönüp verdi. Kapı kapandı. Kadınla çocuklar geriye çekildi. Kadın butona bastı. Kabinde bir anlık parlama oldu. Kadın seslendi. “Şerefff!” Çocuklar endişelendi. “Babaaa!” Kadın kapıyı yavaşça açtı. Kabin duman altı olmuştu. “Gitmiş.”
Uçan
arabalar başı bulutları aşan gökdelenlerin arasında vızır vızır süzülüyor,
camdan, çelikten gövdeler ışıldıyordu. Binalara tek tip giyinmiş insanlar girip
çıkıyor, askeri disiplinle hareket ediyorlardı. Tek katlı çevreleri
yeşillendirilmiş lokantalarda yemek yeniyordu. İki lokantanın ara sokağında ani
bir parlama oldu. Şeref sokakta belirdi. Şaşkın gözlerle çevresini süzdü.
Sokağın ilerisinde yürüyen insanları gördü. Adımlarını hızlandırdı. Meydana
çıktı. Önünden güzel bir kadın geçerken dikkatini gülümsemesi çekti. Sağından
solundan genci yaşlısı insanlar geçiyordu. Ses kayıt cihazını çıkarıp dudağına
dayadı. Kalabalığa karıştı. “Herkes gülümsüyor.” Gözü saçlara takıldı.
“Kesimleri muntazam. Güzel taranmış.” Biraz daha dikkatle baktı. “Başların
üzerinde parmak kalınlığında beyaz ışıktan haleler var. Halelerden gökyüzüne
doğru ışık dalgaları yükseliyor.” Genç bir adamın önüne çıktı. “Neredeyim?”
Adam gülümsüyor ancak gözleri dehşet içindeydi. Konuşmadan devam etti. Şeref
tekbir yöne doğru giden dalgaları takip etti. Karşısına devasa enerji topu
çıktı. Bembeyaz top kendi ekseninde dönüyor, dalgalar içine akıyordu. Ses
cihazının kayıt düğmesine bastı. “Güneş yok. Çevreyi top aydınlatıyor.” Omzuna
dokunan parmakla irkildi. Döndü. Yaşlı kadın endişe içinde gülümseyerek Şeref’e
bakıyordu. “Gülümsemezsen öldürürler!” Kadın geri giderken Şeref elinden tutup
çevirdi. “Ne olu…” diyordu ki başı üzerinde şiddetli bir ağrı hissetti. Elini
tepesine kaldırdı. Kadın fısıldadı. “Başının üzerinde siyah ışık halesi oluştu.
Lütfen gülümse, enerji frekansın çok düşük. Polisler gelecek.” Şeref olduğu
yere yığıldı. Yüzünde acısı okunuyordu. “Ne oluyor burada?” Kadın şaşırdı.
“Nasıl ne oluyor! Gülümseyerek hayat kaynağımız enerji topunu sürekli şarj
ediyoruz.” “Hepiniz delirmişsiniz!” Şeref ayaklandı. Çevredeki insanlar durup
başlarını Şeref’e çevirdiler. “Gülümse, gülümse, gülümse!” Birkaç adım atmıştı
ki insanlar başlarını gökyüzüne döndürdüler. “Burada, burada, burada!” Şeref
insanlara çarparak aralarından çıktı. Koşuyordu. Havadan üzerine doğru iki araç
yöneldi. Hızla alçalıp önüne, arkasına indiler. Polisler araçlardan atlayıp Şeref’i
sardı. “Gülümse, gülümse, gülümse!” Şeref denedi. “Olmuyor!” Polisler copları
çıkardılar. Gülümseyerek copladılar. Şeref’in ağzı burnu kan içinde kaldı.
Yavaş yavaş ağız kenarları kulaklarına doğru hareket etti. Dişleri gözüktü.
Polisler siyah haleye baktı. “Değişmemiş.” Dayak devam etti. Cop yedikçe
gülümsedi. Kahkahalara boğuldu. Siyah hale beyaza döndü. Işık dalgası başının
üzerinden enerji topuna doğru akınca polisler bıraktı. Araçlarına binip
havalandılar. Şeref yerde kan revan içinde uzanıyordu. Cebinden elektronik
kartı çıkardı. Eli titriyordu. Kartın üzerindeki kırmızı düğmeye başparmağıyla
bastı.
Garajda kabinin önünde kadınla çocuklar oturmuş bekliyorlardı. Canları iyice sıkılmıştı. Kız çocuğu çenesini kadının dizine yasladı. “Anne babam dönecek değil mi?” Erkek çocuğu iç çekerek “Ölmüş müdür?” Kadın çocuklarına sarılırken kabinde bir anlık parlama oldu. Kadın fırladı. “Şerefff” Çocuklar peşi sıra “Babaaa!” Kadın kapıyı yavaşça açtı. Kabin duman altı olmuştu. Şeref yerde üstü başı parçalanmış yüzü gözü şişmiş ağzı kulaklarında uzanıyordu. Çocuklar ağlayarak Şeref’e sarıldı. Şeref’in gözlerinde derin bir korku ışıldadı. “Gülümseyin!” İşaret parmaklarıyla bastırıp çocukların ağız kenarlarını geriyordu.