Ulusal/uluslararası sosyal bilimler şurası Önerisi
Sanal Kültür ve Yalan Medeniyeti Devam Edemez!...
Dedikodu, evham, tutku, heyecan, cehalet ve hırslar; bazen
pireyi deve yaptırır, bazen de olmamış bir şeyi, varmış gibi gösterir sahibine.
Bunu önyargı, öngörü ve beklentiler de tetikler tabi.
Sınama, araştırma, kıyaslama, sorgulama, test etme, belgelendirme gibi
yöntemlere de başvurulmayınca, bireyler gönüllü olarak yalan medeniyetinin
ferdi oluverirler.
Genel olarak dünyayı gözlemlediğimizde;
Kişiler kendisiyle çelişkili,
Ailelerde kavga var
Mahallede kargaşa var
Kentlerde huzursuzluk var
Ülkede tedirginlik var
Ülkelerde kan, baskı, gözyaşı, sömürü var…
Önce, “niye
var” diye sordum kendi kendime, “ne
eksik” dedim. “ne olabilir” “neler
yapılabilir” gibi sorular ardı sıra oluştu zihnimde.
Aynı dini inanca sahip olmasa da,
Aynı dili konuşmasa da,
Aynı yaşam tarzını tercih etmese de,
Aynı düşüncelere inanmasa da,
Bizi aynı topraklarda barış, sevgi, kardeşlik, aidiyet
duygusu, huzur, güven, dayanışma içerisinde ne tutabilir?
Devlet mi?
Hükümet mi?
Bir siyasi parti mi?
Dini bir örgütlenme mi?
Anayasa mı, kanun mu?
Basın mı?
Mahkeme mi?
Polis mi?
Hepsi de toplumların bünyesinde olduğu halde sorun
devam ediyorsa, bir şeyin noksan ya da hatalı olduğu kesin değil mi?...
Çarptım, böldüm, topladım, düşündüm, sentezledim.
Bu ancak ve ancak ihmal ettiğimiz, hakkını
veremediğimiz bir üst
Medeniyet kurumu / anlayışı olabilirdi.
İnsanlar, tüm gelenek, görüş, inanç ve tercihlerini,
kültür öğeleri kapsamında kabullenirken, ortak bir üst medeniyet anlayışında
bütünleşmeden, dünyanın sorunları bitmeyecektir/ bitirilmeyecektir.
Daha önceki sayfalarda da önerdiğim gibi, özel bir
üniversitenin organizasyon ve sponsorluğunda:
“Ulusal Sosyal Bilimler Şurası” yapılarak, ülkenin yurt
içi ve yurt dışında çalışan ve emekli olan ve bu konularda söyleyecek gönüllü
birikimi olan, sosyolog, psikolog, teolog, hukukçu, tarihçi, felsefeci ve
benzeri sosyal bilimler uzmanlarının katılımıyla,
Birinci oturumda: tüm toplumsal sorunların tespiti
İkinci oturumda: sorunlara çözüm önerileri
Üçüncü oturumda: sorun ve önerilerden hareketle
ortak çözüm raporu oluşturulması
Dördüncü oturumda: Bu raporun belirlenen şura
yönetimince bir medeniyete uzun yıllar kaynaklık yapabilecek şekilde toplumsal
mutabakat sözleşmesine dönüştürülmesi
İlgili kurumlara / üniversitelere / meclise öneri
olarak iletilmesi, kitaplaştırılmasını öneriyorum.
Bu çalışma öncelikle ülkemizdeki her üniversitenin
bünyesinde yapılmalı.
Daha sonra tüm katılımcılardan seçilecek bir kurul ile,
dünya genelindeki katılımcıların davet edildiği ve her yıl periyodik olarak
yapılacak olan; “uluslararası sosyal
bilimler şurası” oluşturulmalıdır.
Bu çalışmaları
daha verimli, sistematik düzenlemek ve finansman ve fon sorununu da
çözebilmek için; “uluslararası Toplum,
düşünce ve Birlikte yaşam Vakfı” kurulabilir. İş dünyasından,
belediyelerden ve AB fonlarından kurumsal bağış almanın yolu da açılmış olur.
…
Öyle bir metin hazırlanmalı ki, alt kültür olarak,
herhangi bir ülkede inanç, dil, siyasi görüş, ırk farklılıklarınca kolayca
kabullenmeli.
Birleşmiş Milletler, Dünya Barış Örgütü, insan hakları
sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yıllardır var olduğu halde, kurum
olarak kalıp, barış, özgürlük, adalet, ekmek dağıtamıyorsa, bu altyapıyı en iyi
en samimi başaracak olan bu ülke insanıdır.
İnançların ilkeye, ilkelerin evrensel değerlere
dönüşmesi gerekiyor. Amaç hiçbir zaman coğrafik fetih değil, korku yaymak
değil, yaşanabilir bir dünyanın temelini atmaktır.
Çok bilinmeyenli denklemin sonucundan bir medeniyet
anlayışı çıkmaz. Her ilkemiz, kabul edilebilir, uygulanabilir, yazılı ve
anlaşılır olmalı tabi.
Eski çağ ve dönemlerin hatalarından da ders çıkarmak
işimizi kolaylaştıracaktır. Can almadan, dayatmadan, sistem olarak medeniyet
ihraç edebiliyorsanız medenisiniz.
Maksat insanlığa hizmet ise, can almadan, can yakmadan
yaşatmak olsun. Böyle düşünülseydi belki, dünya devletleri fetih/ keşif /
açılım için gittikleri ülkelerden dönmek ya da kovulmak zorunda kalmazlardı.
Kılıç / tank gölgesinde, kitap, gül, ekmek hediye edemezsiniz.
Bu medeniyet değil, eziyet olur.
…
Farklı eser ve makalelerde kültür ve medeniyetin çok
değişik tanımlarını okudum. Hepsi de birbirinden farklı güzellikler, teoriler
ama aynı zamanda çelişkiler de içeriyordu.
Benim tespitlerim, bir tez, teori, önerme değil de,
temenni, öneri, gözlem, terkip, sentez, deneme yazısı gibi düşünülebilir.
Bu alanda yazılanlara farklı bir bakış açısı
getirebilir.
Diğer bir itirazım ve dileğim şudur ki:
Mezarlık ve menkıbe medeniyetinden, icracı medeniyete geçilmesi gerekiyor.
…
Simgesel, kolay anlaşılır bir örnek vermek gerekirse:
-Medeniyeti, sitedeki bir bloğun, temeli ve çatısı
kabul edelim.
Temelin sırtında, çatının güvencesinde:
-Kültür öğelerini ise, farklı farklı odalar, daireler olarak
düşünelim
-Alarm sistemi, denetim mekanizmasını temsil etsin
-Yönetim planı, idari yapıya karşılık gelsin
-Her kata uğrayabilen asansör, adaleti,
- elektrik, su, iletişim tesisatları da toplumsal
ruhu, inanç, ahlaki değerleri simgelesin.
Bitişik bahçemiz de, barış içinde yaşadığımız herhangi
bir medeniyet olsun.
Bilimsel bakış açısı, “kör ölünce badem gözlü olur” misali, hiçbir hazır bilgiye ya da
olguya övgüler yağdırmak, peşinen kabullenmek zorunda değildir. Tüm öneri,
teori ve tezler bu anlayışla masaya yatırılıp tartılmalıdır.
Nefsin hakemliği ve gururun savcılığıyla yola
çıkılınca, çabamız uzlaşma değil de, haklı çıkmaya kurguluysa, belirsizlik ve
tutarsızlık havası, bize orta çağ medeniyetlerini hatırlatacaktır.
Tavırlar, oturmuş bir medeniyetten güç ve ilham alıp,
kültür öğeleriyle barışık yaşamıyorsa, günümüz tedirgin, geleceğimiz belirsiz
olacaktır.
…
Sosyal ve siyasi krizlerden, fırsatçılıkla medeniyet
projesi çıkarma çabaları, dünya ölçeğinde toplumları hüsrana uğratmıştır.
…
Bir medeniyet önerisi, teorisi ya da dayatmasının
doğruluğunu, insanlar can vererek sınamak zorunda kalmamalıdır.
İdeal bir medeniyet; normlarını geliştirmiş bir
sistemdir.
Reaksiyoner tavırlara ihtiyaç hissettirmez bireyleri.
Politika ve dinin, söylem olarak gündelik yaşamda çok
fazla yer almasına ihtiyaç yoktur. Bireyler bu alandaki yetki, sorumluluk ve
görevlerini uyarıya gerek duymadan bilirler.
…
Medeniyet ve onun beslediği, yönlendirdiği alt kültür
öğelerindeki, uyumsuzluk ve parazitler azaldıkça, toplumdaki, birlik, barış,
dayanışma, kalkınma, huzur katsayısı yükselecektir.
Medeniyet bir ihtiyaçtır, biyolojik hayat ise en ilkel
yaşam tercihidir.
Medeniyet bünyesinde, ilkeler, ahlâk, inanç ve normlar
barındırır.
Her coğrafyada, bilimsel olarak uygulanmaya, sınanmaya
elverişli olmalıdır.
Silah, para, kan, gözyaşı, baskı, sömürü, yalan,
ihanet kokan bir öğreti, anlayışın tanımı, tasviri, asla bir medeniyet olamaz.
Bu faktörleri içerisinde barındıran geçmişte
medeniyetler kurulmuştur. Bugünkü manada bilimsel gözlükle baktığımızda,
çağımıza çözüm reçetesi sunan bir medeniyet bu olamaz.
…
Adalet, merhamet, yardımlaşma, sosyal devlet, şefkat,
bireysel ilişkiler gibi konularda medeniyet, dinin manevi atmosferinden
faydalanabilir fakat meşruiyetini, idari yapısını asla bir dinden almamalı, ona
yaslanmamalıdır. Tüm mensupları aynı inanca bağlı olsa bile bu kural geçerli
olmalıdır. Bu ihtiyaç ancak alt kültür öğesi içerisinde anlam bulmalıdır.
Gerekçesi ise, yeryüzünde başka inançlara sahip
insanları medeniyetinizin şemsiyesi altına nasıl davet edeceksiniz?
Ya da herhangi bir toplum bireyi, kendi iradesiyle
inancını değiştirmek isterse, medeniyetin kale arkasına mı atılacaktır.?
Farklı görüş ve inançların ortak ruhudur medeniyet.
Böyle olduğunda, her insana güven verir, aidiyet
duygusu olağanüstü seviyede olacaktır.
Kaldı ki, bireyler inançlarını, devletten
öğrenmeyecekler,
Bu konuda devlete hesap da vermeyecekler, iman ve
ibadet edecek olan devlet değil kişilerdir.
Farklı inançları, tek dine/mezhebe/kültüre/felsefi
görüşe zorlayamayacağımıza göre, hepsinin kabullendiği ortak ruh ve anlayış,
üst medeniyet çatımız olacaktır.
Bulunduğumuz coğrafya Anadolu ise, yani yazılı
kurallara bağlanacak olan medeniyetin ev sahibi ise ve inanç ağırlığı da
İslamiyet olduğundan, buradaki uygulamasında bu etkenlerin, diğer inançları zor
durumda bırakmamak koşuluyla, mayası, nakışı, motifi geleneksel olarak daha ön
planda olabilir.
Din, medeniyetlerde siyasi karar, uygulamalar ve
tercihlerinde asla bir etken olmamalı, kaldı ki bu durum onun ruhuna
/öğretisine de aykırı bir durumdur.
Ayrıca medeniyet, her alanda bilim ve sanat ile el ele
olmalıdır.
Teknoloji ve sanayi alt kültür olarak medeniyette
yerini almak zorunda.
…
İnançlar bireylere, hayatın anlamı, insan, doğa
sevgisi, çalışma, üretme arzusu, ruhani tatmin, dayanışma, ahlaki öğreti,
frenleme mekanizması gibi psikolojik, sosyolojik fayda sağlar.
Medeniyet, her inancı, hatta inanmayanı da
kucaklamalı, diğer dinlere de negatif gözle bakmaması gerekmektedir. Medeniyet,
ortak toplumsal bir vicdandır. Çünkü o din terazisi olmamalıdır, farklılıkların
buluşma noktasıdır. Değerleri, inançları, ilkeleri, ruhu, normları vardır ama
din temelli bir birliktelik değildir. Bireyler, dini inançlarını, alt kültürel
öğeler kapsamında özgürce yaşayabilir. Bireylerin ayrı ayrı; mutlu ve zengin
olmalarından kalıcı bir medeniyet doğmaz. Bireyler arası ve toplumlar arası
ilişkilerde, medeniyetten beslenilmelidir.
…
Toplumların eğitim seviyesini artırarak, ideal
medeniyeti oluşturmalı, tüm toplumsal kurumlar buradan beslenirse; kamu
vicdanı, sosyal ahenk, tüm inanç ve düşüncelerin bileşkesi ile ortaya
çıkabilir. Her bireyin kendini bulduğu, gördüğü bir ayna olmalıdır medeniyet. Biz
buna, yeni bir isim bulunana kadar “Anadolu
İnsanlık Medeniyeti” diyelim.
Bahçıvan ihmali / hatası olsa da, zaten var, kurulmuş,
ruhu küllenmiş, dalları budanmış ama çınarın kökleri halen sağlam.
Yeşermiş ruh bekliyor, el bekliyor, vicdan bekliyor,
izan bekliyor
Ve ayağa kaldıracak can suyu bekliyor!...
Biz değil isek, kim ve nereden gelecek?
06.04.2017 Samsun