FEDAKARLIK

Nedir şu fedakarlık denen olgu? Var mıdır karşılığı, beklentisi; yani bedel ödenirken kendisinden bir şey beklenir mi? Şöyle geçmişimize dönüp baktığımızda, her birimizin yüreğini burkan: “Tühh! Keşke yapmasaydım, emek harcayıp zamanımı vermeseydim, değmezmiş…” türünden onlarca anı, dilimize akar, bir süre sonra da belki gözlerimizin buğulanmasına yol açar. Fedakar olan sadece insan değildir. Yaratıcının Adem’i affetmesi, onu ve torunlarını dünya nimetleriyle ödüllendirmesi de fedekarlık olarak algılanabilir, algılanmalıdır da.

Bütün dünyayı; yer altı, yer üstü kaynaklarıyla, her şeyi, bir kuruşuna dokunmadan insana bahşeyleyen, insanın ruhuna sevgi üfleyen yaratıcıdan gayrı fedekar tarif edilebilir mi? Malumumuz insanoğlu, geçici hevesleri dışında – Karayip adalarına gidip gezmek gibi - karada yaşayan bir varlıktır. İçinde bulunduğu dünyanın, beyni ve ruhu körleştirici tazyiklerinden kendini bir nebze koruyabilen; ruhunu, inançlarını, beynini bütün kir pas yağdıran öfke bulutlarından sakındıran insan, ruhunu dinlendirebilme imkanı yakalamış olur. Fedakarlık, acaba karşısındakinin hatasını, yanlışlıklarını görmemek midir? Yoksa hiçbir karşılık, beklenti içinde olmadan karşısındakine dost eli uzatmak mıdır?

Ne bileyim, hani iki üç parça maddi değeri bulunan eşyayı, düşünmeden uzatmak mıdır? Fedakar olan, olabilen, elbette sadece insan değildir. Yaratıcının hiçbir haset, kin gütmeden, karşılık beklemeden, sadece iyi kulluk beklentisiyle, yeryüzünü sevgiyle harmanlayarak insana sunmasını en büyük fedakarlık örneği olarak tasnif etmiştik. Şöyle insan dışındaki canlıları gözlemlediğimizde; dili olmayan, konuşamayan, yazılı ve sözlü anayasaları olmayan canlılar aleminde de ilginç fedakar dişilere, erkeklere rastlarız. Kargaların bile yavrularına tan ağarmadan yiyecek aramaya koyulmasına, yuvasını her uçuşunda ufak bir çalıyla oluşturmasına, bu ve benzeri fedakarlıklara insan dışındaki bu canlılar aleminde çokça rastlamışızdır. Tabi bu alemde sadece fedakar, emek harcayan, beğenmediğimiz, çocukluğumuzdan beri tiksintiyle yaklaştığımız ve her seferinde, özellikle aptallığıyla, sesiyle dalga geçtiğimiz, tilkinin yanında mahçup bıraktığımız karga değildir. Çoğu zaman çağımızın insanını bile, nispet edercesine, kıskandırabilecek ayı olgusu da var. Hani şu şelalenin ucuna gidip, geri dönmek için çırpınan somon balıklarını yakalayıp, güzel bir sofrada yavrularına sunan ayıları; doğrusu küçümsememiz, insaniyet ve masumiyet derecemizi bir termometre misali sıfıra indirir.

Hiç arlanmadan, utanmadan zaman zaman da timsahlarla dalga geçeriz, bütün nükleer felaketlere onlar yol açıyorlarmış gibi. Neymiş efendim: “Yok timsahlar, yavrularını önce beslerlermiş de ardından acıktıklarında yerlermiş.” Bırakın Allah aşkınıza bu safsataları! Koskoca 21.yy insanlığı, kala kala, soyu tükenmek üzere olan üç beş timsaha iftira atmaya kalkıyor; kendini büyüten, besleyen, daha sonra da bir düğmeye basarak kitlesel kıyımlara, yok oluşlara, tükenişlere yol açan bu insanlık değilmiş gibi. Aslında bu ahlakı, aklı yiten insanın bir süre sonra geldiği hayvani mertebeyi veriyor.

Gelin size dudak uçuklatacak, belki de bir insan olarak şapkamızı önümüze koyup düşünmezi sağlayacak, hayvanlar alemine ait bir yaşantıdan daha bahsedelim.

Çok değil, yakın zamanlarda farkına varılan, şu ana kadar da eşi benzeri görülmeyen bir fedekarlık, merhamet örneğinden. Bir canlı türü… Bahsedeceğim bu canlı türü, hem karada, hem de suda yaşayabilen – haaa…yeri gelmişken hatırlatayım, bizim gibi havada ve uzayda yaşayamama gibi bir eksiklikleri var – “Boulenga Taitanus” adında dişi sürüngenler. “Boulenga Taitanus” adı verilen bu dişi sürüngenler, tropikal etobur sürüngenlerin dişileri; yani anneleri.

Yavruları yetişkinliğe erene değin, yavrularına kendi derilerini ikram ediyorlar. Bilim adamlarına göre bu durum, hayvanlar aleminde şimdiye dek görülmemiş bir olay; çünkü yirmi otuz santimetre boyundaki yavrular , aynı zamanda annelerinin dış deri hücrelerini kemirmeye elverişli özel dişlerle de dünyaya geliyorlar.

Yavruların kemirdiği dokunun, yavrularda yağa dönüştüğü, yaşamlarını idame ettirmeye yaradığı, yapılan tetkikler neticesinde ortaya çıktığı tespit edildi. Ayrıca laboratuar şartlarında yapılan gözlemlere, araştırmalara göre de yavrular bir hafta içinde yüzde on bir büyürken; annenin vücut kütlesi yüzde on dört azalıyor.

Düşünün bir kere! Tek yiyecekleri anneleri olan bu yavrular, kendilerinin bir sonraki kuşaklarında hiçbir nankörlük göstermeden, aynı davranışı, fedakarlık örneğini; hiç çekinmeden, taviz vermeden, hiçbir kaprise kapılmadan sergileyebiliyorlar. Her şeyini bildiğini sandığımız insanın, bu hadise karşısında kendini, tarihini, özlemlerini, amaçlarını, hayallerini, belki de yenemediği nefsini, yeniden gözden geçirmesi, gerekiyorsa başta ruhuna, daha sonra yaşamına, baştan sona format çekmesi gerekmez mi?

( Fedakarlık başlıklı yazı atilla-can tarafından 11.02.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu