Sizce,üst resimdeki bu 10 çocuk,bir taksiye sığar mı?...
Bende olmayan bir resmi mahalle arkadaşım paylaşmış,dün orada gördüm;
birden eski çocukluk,gençlik günlerimiz geldi aklıma...
Yalnızca resmi paylaşacaktım,dedim resimlerin de dili var,konuşmasalar da çok şey anlatırlar anlayana.
Çocukluk resimlerim yok denecek kadar çok az.
Eskiden şimdiki imkanların hiçbiri yoktu.
Zorunlu hallerde fotoğrafçıya ya gidip vesikalık çektirirdik,
ya da bayramlarda parkta siyah beyaz resim çekerdi ilçemizde olan tek fotoğrafçımız.
Sağlık Kolej 3.sınıfa gidiyordum o zamanlar...
Diyeceksiniz ki;o yıllarda siyah beyaz resimler vardı,siz nasıl renkli resim çektirdiniz?
Samsun'un şirin,güzel ilçelerinden biri olan,memleketim Vezirköprü'nün güzel bir mahallesinde geçti çocukluğum.
Öncelikle bu resmin anısı canlandı gözümün bebeğinde...
Bahçesi bizim eve bakan karşı komşumuz Nezire teyzemin kızı Rahmetli Fatma abla evlenip eşi ile birlikte Almanya'ya gitmişlerdi.
Fatma ablanın 3 kardeşi vardı.
Hemşire olanı Ferda ablam,mahallenin gözdelerinden biriydi.
Diğer kardeşleri Feza Fevkiye kardeşler de,bizim akren arkadaşlarımızdı.
Bizler Ayla Aysel kardeşler,Ayşe Vahide kardeşler,Semahat Nezahat kardeşler,Reyhan Seyhan kardeşler,Kadriye Arzu kardeşler,Güler Gülseven kardeşler v.s genelde hep birbirine isimleri gibi uyumlu kardeşler vardı.Daha bir çok arkadaşlarımız vardı.
Fatma ablalar her izine memlekete geldiklerinde,mahalle çocukları olarak bizde sevinirdik.
Bir seferinde evlerine büyük teyp getirmişlerdi.
Ta o yıllarda bile müzik dinlemeyi çok severdim.
Bizim o yıllarda Delta marka radyomuz vardı ama babam hep ajans dinlerdi genelde.
Babam çarşıya gittiğinde ablamla radyo kanalını değiştirirdik.
Polis radyosu ile meteoroloji radyo kanalında güzel şarkılar çıkardı.
Tam çekmese de,cızırtısına aldırmadan dinlemeye çalışır,gelecekle ilgili hayallere dalardık.
Sabahları Bedia Akartürk'den " Bir Çift Turna Gördüm Durur Dallarda " ,Yıldıray Çınar'dan " Bâd-ı Sabâ Selam Söyle O Yâre " diye devam eden v.b türküler çalardı ve ben severek dinler,hüzünlenirdim.
O zamanlar ne düşünüyorsam?
Feza veya Fevkiye hangisi açardı teypin kulağını bilmiyorum,iyi de yapardı.
Bazen biraz daha çoğaltır mısınız diye de seslenirdim arada.
Balkonumuza uzun oturur,özellikle dinlemeye geçerdim.
Yüksel Özkasap kasetini koyarlardı " İşte Gidiyorum Çeşmi Siyahım " çalardı,ben mest olurdum ta o yıllarda.
Kim söylüyordu şu an hatırlayamadım...
Ne yar verdin ne mal dünya
İyileri öldüren dünya " diye türkü o yıllarda niye çalardı ki?
Hadi şimdi çalsa bir şeyler anlayacağım.
Konu konuyu açıyor,ben daha henüz resmin hikayesine gelemedim.
Fatma abla ve Sevgili eşi Muzaffer abimiz,çocukları Yasemin,Rüstem arabalarıyla Almanya'dan izine gelmişlerdi.
Bir gün değerli Muzaffer abimiz, " mahalle çocuklarından şu anda kim varsa gelin sizleri arabayla gezdireceğim " demişti.
Nasılda sevinmiştik.(Şu zamanda hiç kimse çocuklarını ne gönderir,ne de çocuk gider!)
Hemen toparlandık ama gel gör ki hepimiz de can atıyoruz taksiye binmeye...
Ama çok olduğumuz için kimimiz dışarıda kalıyor...
Dışarıda kalanların boynu bükülüyor,dudağı sarkıyor...
Muzaffer abimizin geniş yüreği,birimizin bile dışarıda kalmasına gönlü razı gelmiyor.
Sıkışmaya çoktan razıyız hepimizde,yeter ki bir arada gezelim.
O zamanlar mahallemizde taksisi olan yoktu sanırım.
Samsun'a gitmek otobüsle bile olsa lükstü.
Muzaffer abimiz güzel arabasıyla bizi Durağan tarafına doğru gezdirdi.
Bir güzel manzaralı yerde indik sıkış-tepiş...
Bize hazır yiyecek ve içecek meyve suları falan da almış sağ olsun.
Onları atıştırdık afiyetle.
Arabaya binmeden de bir resminizi çekeyim dedi.
Almanya'dan getirdiği anında renkli şipşak fotoğraf makinasıyla aldı bir poz.
Resimdeki o güzel poz,işte bu her birimizin elinde olmayan,hatıralarında kalan,silinmeyen pozdu.
Yıllar oldu Fatma abla'da,Muzaffer abi de çok erken zamanlarda vefat ettiler.
Allah rahmet eylesin.Mekanları cennet olsun inşallah.
Eskiden genel olarak yokluk vardı,zengin fakir diye de bir ayrım da yoktu,hepimiz birdik,komşuyduk,dosttuk,kardeştik.
Oyuna düşkün biz çocuklar da mutluyduk,ailelerimiz de.
Mutsuzluk o yıllarda benim için yalnızca ölüm demekti.
Çünkü cami yakınımızdaydı,her ölene sela verildiğinde çok etkilenirdim ve mahallede her ölene,korksam da gider,üzülürdüm.
Çaresizliğin dibi bu işte derdim kendime.
Memlekette herkes birbirini tanıdığından dolayı mutlak dinlenir,sonunda kimin öldüğünü anlamak için çocuklar bile susardı ki kim olduğu anlaşılsın da gidilsin yasa diye.
Cenaze evleri hiç boş bırakılmaz,aksine dolup dolup taşardı.
En az bir ay yemek pişmezdi,tanıdık,eş dost akın akın getirirlerdi yas evine.Acılarımız paylaşılırdı,sevinçlerimiz gibi.
Arnavut kaldırımlı taş sokaklı,cin aralıklı olan evimizin yüzü iki sokağa bakardı.
İki sokağın çocuklarıyla da oynardık,neredeyse sabahtan akşama kadar.
Arada annelerimiz kızıp çağırırlardı...
"Sizin hiç karnınız acıkmadı mı,gelin yemek yiyin de gidin"derlerdi.
Sabahın seherinde kalkan annelerimiz de işlerini erkenden bitirip sokağa minder veya oturak alıp otururlardı
Otururken de mahalleye seslenirlerdi.
" Daha işiniz bitmedi mi,haydin gelin de oturalım " derlerdi.
Kimi bamyasını,fasülyesini,pirincini kapının önünde ayıklardı.
Annemse genelde hep pencereden,iki mahalleye gülümseyerek bakardı.
Çocukluğumda unutamadığım anılarımdan biri de televizyonun 1972 yılında ülkemize,1973-1974 yıllarında sanırım memleketimize geldiği zamanlardı.
Mahallemizde ilk önce Öğretmen Ahmet amcalar almıştı.
Eşi Hatun halamız güler yüzlü,mülayim,hoş görülü,Allah rahmet eylesin sevdiğimiz çok iyi bir insandı.
Biz çocuklar hiç televizyon görmemişiz ya,nasıl bir şey diye meraklanıp soruyorduk.
Bir gün Hatun halamız gelin çocuklar size televizyonu göstereyim dedi.
Meraklı bakışlarla yere oturup diz kurduk.
Hatun hala bastı düğmeye bakın kar yağıyor diyordu,henüz yayını başlamamış televizyon yayını için.
Hiçbir şey anlam veremeden çıkmıştık.
İlk zamanlar gün boyu yayınlar yoktu.
Akşamları açılırdı,gece 24 de Güne Bakış,kapanış vardı.
Daha sonra komşulardan Adalet yengeler,Reyhan'lar falan aldı,zamanla yayıldı herkese.
Salı akşamları Türk Sinema yayını vardı.
Televizyonu olmayanlar olanlara konuk olurdu,evler dolup taşardı sinema salonları gibi.
Acıklı filmlerde ağlar,komik filmlerde yine hep birlikte gülerdik.
Acıması,merhameti olan yufka yürekli insanlardık.
Tel tel süzülürdü gözyaşlarımız herhangi birinin canı acıdığında.
Ruhlarımız,duygularımız,düşüncelerimiz de aynıydı sanki hepimizin de.
Her çocuk gibi oyuna oldukça düşkün biriydim.
En çok sevdiğimiz oyunlar çelik çomak,dombilis,yeki,gazoz kapağı,istop,körebe,yakan top,mendil kapmaca,beş taş,çizgi v.b oyunlardı.
Yeki için,evde yırtmadık kibrit kutusu bırakmazdık.
Akşamları da mahallemiz şenlikliydi.
Yine kadınlar sokakta oturur,biz çocuklar saklambaç,
yakalamaca oynardık nefes nefese kızlı erkekli.
Akşam oturmalarına gidilir,sohbetin koyusu edilirdi.
Biz çocuklara,büyüklerimiz çeşitli hikayeler anlatır,bilmeceler sorar,cevaplar düşünülürdü.
İsim,şehir,karalamaca,nesi var oyunları da keyif aldığımız oyunlardandı.
Şimdiki zaman çocukların çocukluklarını düşünüyorum da...
Oynayacakları alanlar yok,bağ yok,bahçe yok,arkadaşlık yok,komşuluk yok,dostluk yok,kardeşlik yok,yok ne yazık ki!
Bizler yokluk içinde varlıklı,mutlu çocuklardık,şimdiki çocuklar ise;onca varlık içinde yokluk yaşayan mutsuz çocuklar...
Yalnızca ailemizin değil,mahalle büyüklerimizin sözlerinidinler,hiç ikiletmezdik.
Her şeyi çok zor elde eden ama kıymet bilen çocuklardık hepimiz de.
Şimdilerde bir ergen olma durumu da var.
Biz hiç ergenlik yaşamadık,bilmedik,yalnızca çocuk olduk,
sonra da büyüdük,bir an önce hayata atılmanın hayalini kurup,o yolda yürüdük.
Elbette gelişen teknoloji ve yaşam şartlarından dolayı,insanların özellikle de çocukların
yetişme tarzları ve zevkleri büyük oranda değişiyor.
Bizler istediklerimize çok zor ulaşıyor,sabırla bekliyorduk.
Şimdiki çocuklar istedikleri çoğu şeye anında ulaşıyor,beklemeyi,paylaşmayı bilmiyorlar.
Eskiden sevmelerde,aşklarda,kavuşmalarda,ayrılıklarda güzeldi,her biri ayrı bir değerdi.
Cep telefonu yoktu ama herkesin birbirinden haberi vardı.
Mektup vardı,postacı yolu gözlenen...
Bayramda resimli kartlar özenle kime ne göndereceksen seçilir,yazılır,üzerine bir de işaret parmağı dilde ıslatılır pulu üzerine yapıştırılıp,zevkle atılırdı postaneye,alacak kişinin peşin hazzını yaşayarak...
Her evde telefonda yoktu.
Telefonu ya Postacı Kazım amcanın antika çevirmeli,kollu telefonundan ederdik,ya da Halide yengenin evinden.
Esirgenmezdi hiçbir şey,herkes kendi malı gibi kullanırdı.
Öyle yüz surat asılmazdı;gülerek istekli,severek verilir,alınırdı.
"Babalı Boynuna "diye bir tabir kullanılırdı,ne istersen sorma,al dercesine...
Doğallık,içtenlik,sıcaklık vardı mahallemizde.
Güzel paylaşımlar,yardımlaşmalar vardı birbirinin eksiğini tamamlayan,kusur aramayan.
Çocukluğumda buzdolabı yoktu ama her evin mutfağında tel dolabı vardı,yiyeceklerin saklandığı,muhafaza edildiği.
Mahallemiz de tek Halide yengelerin küçük buzdolabı vardı.
Sağ olsun bozulacak bir şey oldu mu komşular ya ona koyar,ya da güneş almayan bir yere konulurdu.
Her evde ayrı mutfak yoktu şimdiki gibi.
Hem oturma odası,hem mutfak,gereğinde yatak odası olarak kullanılan sıcacık bir yuvaydı.
Ortaya kuzine soba kurulurdu.
Üstünde demini alan çay,yemek,içinde su kaynayan güğümler;fırınında börek,
çörek,patates v.s.pişen...
Sedirler vardı,hasır yastıklar...
Mutfak dolapları yerine terek vardı,çiçekli melamin,naylon tabakları,bakır kapları,tencereleri sıraladığımız...
Herkesin ayrı odası yoktu şimdiki gibi.
Çocuklar aynı yatakta başlı,ayak uçlu yatardı da kimse birbirinden rahatsız olmazdı.
Zaman zaman elektriklerimiz,sularımız kesilirdi.
Her evin bir gaz lambası vardı,etrafında güzel sohbetler yapılan...
Bakraçlar vardı çeşmelerden su taşınılan ve taşımaktan uzayan kollar...
Elektrikli ütü bile yoktu.
Dökme,ağır kömür ütüleri vardı,içine köz koyup,kalıp gibi ütülediğimiz...
Hemen hemen çoğu evde sarı renkli,silindirik,bakır bir kahve değirmeni vardı.Çekilmemiş kahve çekirdeği alınır,tavada bu çiğ kahve çekirdekleri kavrulur, sonra değirmene konup sabırla değirmen kolu çevrilirdi,yorulan diğerine verirdi,çevirirdi,
Sonrada taze taze "Hanım yap bir kahve de içelim"derdi
Biz çocuklar bize de bize de derdik...
Annem ise çocuklar içmez,kararır derdi.
Saygımız,sevgimiz,hoşgörümüz,metanetimiz,cesaretimiz...
Darılsak bile uzun sürmezdi kırgınlıklarımız...
Empati diye bir şey duymamıştık ama vicdanımızın sesini her daim dinlerdik.
Edep vardı,ahlak vardı,güzel gelenek göreneklerimiz vardı.
Komşuluk vardı,dostluk vardı,kardeşlik vardı.
Müsrif değildik hiç birimiz.
Sizce buna yokluk denir mi?
Malımız mülkümüz yoktu ama maneviyatımız çoktu,zengindik.
Mutluluk kol gezerdi mahallemizde.
Eski güzelliklerden o kadar çok şey aklıma geliyor ki;yalnız eşim," Uzattıkça uzatıyorsun,kısa kes,sıkma herkesi,boğma " diyor ve bitirmemi bekliyor...
Şimdilerde yani annem öldükten sonra,evimiz kapanıp,bize küstükten sonra mahallemizi,çocukluğumuzu,gençliğimizi daha özlüyor,eskiyen evimizin asık yüzünü güldüremiyorum...
Eser kalmadı hiç birinden,göç ettiler ebedi mekana...
Her şey yaşandı ve bitti..
Kala kala cumbalı,birbirine yapışık kardeş evler,dar sokaklar,tarihi eser olarak kimsesiz,bakımsız,boynu bükük kaldı.
Bende deyaşanan acı tatlı güzel hatıralar kaldı.
Yazımın başındaki sorumun cevabı evet.
10 kişi biz sığdık o taksiye,biri de bendim.