M. NİHAT MALKOÇ
Akçaabat, Karadağ’ın koynunda uyur her gece. Sağanak yağmurlar emzirir kuruyan toprağını. Masum gözbebeklerinin pırıltısında uyanır her sabah… Bir simitçinin mahmur sesiyle sokaklar gerinir, uyanır derin uykusundan. Kıtlama içilen demli bir çayın huzuru hiçbir şeye değişilmez sabahın kör saatlerinde. Çayla simidin dostluğu sofraların ağır misafiri köfteyi bile kıskandırır. Kentin sokakları doğan güneşe selam durur kristal bakışlarıyla. Zirvedeki bulut göz kırpar asırlık çeşmelerin gümüş işlemeli kurnalarına. Yamaçlara sıkıca tutunan sisler örter tüllerin ardında saklanan emsalsiz güzelliği. Şehrengizler hasedinden dört parçaya bölünür kelimelerin billur fanusunda. Vaktin tenhasında uyur geçmişe dair düşler ve sükûtu öğüten gülüşler... Tepeler çiçeklerle bezenir mor şafakların uykuya daldığı demlerde.
Kaldırımlarında zamanın ayak sesleri saklıdır Pulathane’nin. Hüzün sarmaşıkları sarmıştır hatıraların eşiğini. Zamanın beşiğinde sallanır mazinin görkemli saltanatı. Uçsuz bucaksız göklere karışır emek bahçesinde akıtılan terlerin misk ü amber kokusu. Gökkuşağının yedi rengi siner cumbalı evlerin bahçelerine. Ölümü dipdiri kılar soğuk mermer taşlarının ihtişamı. Hicran bir hüzün demeti bırakır yürek kapılarına. Karşılıksız kalır uzaklara gönderilen gül kokulu, hasret yüklü mektuplar… Düşler hüzün elbisesini kuşanır, arz-ı endam ederek süzülür geçmişin kapı aralığından. Yitik güneşler ansızın belirir ufkun ardından. Yara almış hatıralara merhem olur yarına dair düşlerimiz. Koca çınarların gölgesinde soluruz dünün siyah beyaz duygularını. Sebillerden akan berrak sular ruhların kirini süzer kuşatılmış zaman imbiğinden. Esrik duygular gölgelerin eteğine tutuşur vaktin derinliklerinde. Akçaabat’ta zaman büyür alabildiğine. Kuşatır sonsuzluğu denizin mavisi, dağın yeşili…
Dağların yeşilini, göğün mavisini genç bir kız edasıyla giyinir Akçaabat her sabah… Ulu çınardan bir iri yaprak düşer… Çınar yine de bir şey kaybetmez gözleri kamaştıran ihtişamından. Ölüm çalar ruhların kilitli kapısını. Tozlu albümlerde kalan yarısı yırtık bir fotoğraf, yaşama dair tek tanığınız olur. Ayaklanır, sımsıcak soluğu kesme taşlara sinen küllenmiş tarih…. Sargana’da toprağının kara bağrında yatar yeşil sarıklı şehitler… Mermerlerin nabzından ve âminler yankılanan kubbelerden bir el uzatılır yaşayan fanilere. Zamana tanıklık etmiş Ak Cami, salâtsız felah olmayacağını haykırır günde beş kez süngü misali minarelerinden. Ruhlar kıyama durur servilerin zikre daldığı aydınlık seherlerde.
Gönüllerin başkentidir Akçaabat... Sırf bu yüzden tafra satmasını çok görmemek lazım bu şehre… Mütebessimdir bu kentin düne bakan yüzü. Dünle bugün, bugünle yarın arasında sağlam köprüler kurar gece gündüz demeden. Eksik yanlarımızı da tamamlar aslında. Neftî minyatürlere gömülen tarih, Orta Mahalle’de uyanır mahmur gözlerle. Serzenişlerin ahı tutar gök kubbenin yedi kutlu basamağını. İsyan sözcükleri yakılır her yanı is tutmuş ocaklarda. Eprimiş düşler gecelerin karanlığından kaldırır başını, gözbebeklerimize abanır seherlerde. Ahşap, betonun soğukluğuna ve ruhsuzluğuna isyan bayrağını çeker.
Sokakların doyumsuz güzelliği zamanın gergefinde dokunur altın ipliklerle. Kentlerin tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır sokakların tarihi. Nisyana kapalıdır onların belleği. Akçaabat’ta da her sokak bir tarihtir. Orta Mahalle yarınlara müşfik gözlerle nazar eyler karanlıklara inat.... Başını kaldırıp zaman penceresinden bugünlere bakar hüzünlü gözlerle. Belleğimizde tutuşur anılar… Pulathane sokaklarının kesme taşlarında zamanın altın izleri var. Orta Mahalle’de ahşabın saltanatı kamaştırır gözleri. Tarihî doku, zamanı kuşatır çepeçevre. Cumbalı evlerin kahkahası yankılanır betonarme duvarlarda. Dünden bugüne yapmış olduğu kutlu yolculukta yine de zamana direnir bu mahalle. Siyah beyaz karelerde yaşayan tarih, bütün haşmetiyle ‘ben de varım’ der. Öylece tutar zamanın elinden. Bizler umuda kepenklerimizi indirmeden Orta Mahalle’de tarih, nostalji griliğindeki kepenklerini indirmez zamana. Direnir direnebildiği kadar… Kuşanır uhrevî iklimlerin sonsuzluğunu.
Akçaabat hiç uyanmak istemediğimiz bir uykuda gördüğümüz doyumsuz düştür. Bu rüyanın yorumu hayra delalet eder şüphesiz. Yarınlarımız bu rüyada canlanır; uyanır derin uykusundan. Şehir okşar başınızı bir anne şefkatiyle. Geceye dağılan şehrayinler çocuk yanımızı emzirir. Yarısı yırtık bir siyah beyaz resimde tebessümü donmuş silik hatıralar, kalan hüzün artığı ömrün dibacesi olur. Şehre dair düşler ve düşünceler yeknesak hissiyatı kanatlandıran bir barış güvercini gibi süzülür zamanın sonsuzluğunda. Zamana tanıklık eder cadde ve sokakları. Kuytularında yankılanan ses, sessiz çoğunluğun gül renkli avazı olur. Şimdi Akçaabat renk renk, nakış nakış, desen desen kilimdir mazinin epeski tezgâhlarında dokunan. Düşler filizlenir geleceğin şafağında. Umutlar yaprak yaprak açar yediveren misali.
Duygu ve düşünceleri kar beyazlığındadır Karadağ’ın. Gelinliğini kış boyunca çıkarmaz üzerinden. Buz gibi sularla her seherde yıkar esmer tenini. Karlar bile söndüremez yüreğindeki hasret ateşini. Sızım sızımdır denizlere karışan özlemi. O dimdik duruşu bir delikanlı saflığındadır. Buz gibi sularına karışmıştır kahırlar… Bağrında yaşanmıştır aşkların en güzelleri. Sonra da isyan etmiş sevgiye pusu kuran ihanetlere. Yaz gelince bağrında açar türlü çiçekler. Cemreler peşi sıra düşünce buram buram toprak kokusu genzimizde hissedilir. Rüzgâr taşır selamını yüreklerden yüreklere... Selam rüzgârdan evvel gider. Bir genç kızın gergefinde dokunur yarınlara dair umutlar. Hasret ateş olur dağların doruğunda. Kim istemez Karadağ gibi dik durabilmeyi ve son nefesine kadar Karadağ misali dik kalabilmeyi?...
İstanbul’un Eyüp Sultan’ı neyse Akçaabat’ın Sargana’sı da odur bence. Akçaabat’ın ve insanlığın kalbi atar burada. Taş, taşlığını unutturup ancak bu kadar gizli bir ruha bürünebilir. Burada gök boşluğuna açılır mabed… İrşad goncaları iri güllere dönüşür bahçelerde. Sonsuzluğa bir nur kapısı açılır seherlerde… Sargana’da dualar kuşatır gök boşluğunu. Hakk dostlarının şefkat eli değer üzerinize. Boşluğa zincirlenen gönüller huzurla dolar; arınır kirlerinden. Ruhların ateşini ancak Sargana’nın suları söndürebilir. Batıdan doğuya doğru esen meltem, gönülleri ısıtır. O rüzgâr ki, Hak ve hakikat yiğitlerinin kokusunu getirir bize. Rahman Camii’nin kumruları andıran minarelerinden yükselen ezanlar kabrin mermer taşlarına çarparak gönüllerde yankılanır. Bir yanda çınarların azameti, öbür yanda servilerin hüznü, fanilikle bakiliği remzeder aynı karede. Burada mihrabın duvarlarına sinmiştir çağların hükmünü elinde bulunduran Kur’an sesi… Bu ses bizi Hakk’a çağırmaktadır her dem… Akçaabat bu sese kulak vererek yollara düşmektedir seherlerde.
Şehirler mabetleriyle güzeldir, şehirlerin eksiğini mabetler tamamlar. Akçaabat camileriyle de bir başka güzeldir. Kavaklı Rahman Camii’den semaya yükselen ezanlarla günde beş vakit soluklanmaktadır Akçaabat… Bu nefes hayat vermektedir şehre. Akçaabat’ın Ayasofya’sı olan bu mabedin çinilerinde hakikatin gür sesi yankılanmaktadır. Öte yandan Ak Cami’den şehre yayılan gül yüzlü ezanlar Pulathane’ye zamanın altın mührünü vurur. Maziden arda kalan bir hüzün siner içinize. Yürek telleriniz oynar yerinden. Camiin minberinde kâinatın silueti yansır boylu boyunca. Sarmaşık motiflerle sülüs yazılar birbirini tamamlar gibidir. Su sesleri Kur’an seslerine karışarak gönül bahçelerinin ateşini alır. Bu güzel mabet, imanlı alınlardan öperek hayat bulmaktadır. Şehir bu uhrevî yapılarla güzelliğine güzellik katmaktadır. Dünyayla ahret arasında kutlu bir köprü vazifesi görmektedir camiler…
Bir masaldan fırlamış ağırbaşlı bir bilgedir Akçaabat. Yüreklerin kasvetine merhemdir. Koca bir medeniyetin hülasasıdır bu şehir.... Burada atılmıştır sevgi tohumları… Çekirdek bu mümbit topraklarda çınara dönüşmüştür. Sokaklarında bir canlı tarih arz-ı endam eder. Kent zamanın altın beşiğinde henüz çocukken bir yağız delikanlı olmuştur zamanla. Nice gül yüzlü insanları bağrına basmıştır bu topraklar… Gönül dostlarının ruhaniyeti kuşatmıştır bu şehrin her bir zerresini. Yürekler sevgi tomurcuklarıyla bayram yerine dönüşmüştür zaman fanusunda. Zihniniz bu demlerdeyken zaman ırmağında arınırsınız esrik düşüncelerden.
Akçaabat’ın gül yüzlü insanları
direnir hayatın zorluklarına. Ödünç umutlar ve güven alınır, satılır çoğu
zaman. Taş duvarlarda solmayan bir tebessüm karşılar sizi güneş doğarken. Düşler ve düşünceler beyaza boyanır düşlerin
gölgesinde. Adalet terazisinin en ağır taşı olur hak ve hakikat… Yalan ve
talanın adı silinir yüreklerden. Güzellik çirkinliği, aşk nefreti, barış
savaşı, cesaret korkuyu, inanç isyanı, sessizlik çığlığı, su ateşi, mazi
metalik çağın suretini kovar mekânından. Kanaat dolar heybelere. Güvercinler
‘hû’ sesleriyle doldurur camilerin avlularını. Sicim gibi rahmet yağmurlarıyla
bulutlanır masmavi gözler… Ezanların uhrevî tınısı günde beş vakit emzirir pörsümüş
iştiyaklarınızı. Geçmişe dair her şey tarihin ihtişamına şahitlik eder burada.
Asırlar boyunca helal bir ekmek kapısı olur Salı Pazarı ter akıtan
müdavimlerine. Sabrın çardağı altında kanaat dantelleri örülür o bembeyaz sevgi
ipliğiyle.
Orta Mahalle yüz akıdır Akçaabat’ın. Zamanın ötesine bir koridor açılır zihninizde. Ecdadın aydınlığında def edersiniz karanlıkları. Geçmişten arda kalan hüzün sarar bütün benliğinizi. Endişeleri kovarsınız içinizden. İhtişamı dağlara, taşlara sinen tarih, başını kaldırır bakar zaman penceresinden. Yemyeşil bir buket sunulur size bu kutlu mahalleden. Orta Mahalle geçmişe dair gördüklerini bir anlatsa size, nostaljik sularda ufkun ötesine yol alırsınız. Fırtınalara açarsınız bağrınızı. İçinizdeki ateşi sular bile söndüremez. Aşkların en güzelini seyretmiştir her bir köşe… Nice acılara şahit olmuştur. Buradan yaşanır hayat gönlünce. Hayallerinizi peşi sıra sürükler mazinin ihtişamı. Gerçekler rüyaları kıskandırır bu yerde. Ahşap binalar betonun asık suratına gülümser, biraz da acıyarak ve utanarak…
Akçaabat’ı anlatmak zordur bu sınırlı kelimelerle. Akçaabat, rüyalarımı süsleyen şehir!… Karanlığıma doğan güneş… Acılarımın panzehiri… Yolların kavşağında kılavuzum, en zor zamanlarımda umudum, azgın sularda can yeleğim… Sözlerimi şereflendiren belde, dünya cennetim, yaralarıma merhem, masallarımın iyi yürekli prensesi, alınterim, ekmeğim, tarlamda sararmış tütünüm… Bir küçük fidanın çınara dönüştüğü belde, zemherilerde içimi ısıtan güneş, hicret duygularımın menzili, şiirim, bin yıllık bestem, dudaklarımdan düşmeyen terennüm, gönlümdeki ateş bahçelerini sulayan şehir, karanlık gecelerime doğan mehtap, adıma ve aşkıma düşen kutlu pay, huzurun gölgesi, uçarı gönlümün akıl hocası, hicran ateşimin dumanı, sekerat vaktindeki son nefesim, azgın dalgalara karşı sığınacağım en güvenilir liman… Dar vakitlerde elimden tutan sıcak dost… Akçaabat aydınlık geleceğim…
Gönül lügatimdeki sözler ne kadar da kifayetsiz…Seni başka nasıl anlatabilirim ki!... Dilerim son nefesin sende olsun. Gözümün nuru, kalbimin süruru aziz şehir!... Beni de al o müşfik kollarına, beraber uyuyalım son uykumuzu. Beraber dirilelim bir mahşer sabahı seninle… Dünyaya bir kez daha gelsem inan ki senin toprağında açardım yumuk gözlerimi.
Sözün özüdür Akçaabat… Geleceğe umutla bakmaktadır bu güzel diyar… Herkes bugünlerin şehrini yarına taşıma telaşındadır. Gül yüzlü şehir özüne sadık kalarak geleceği kuşanıyor geçmişten aldığı hızla ve hazla…2018’deki yüzüncü kurtuluş yılına daha bugünden hazırdır. Gülen yüzüyle, Trabzon’un yanı başında güven telkin etmektedir hep… Miş’li geçmiş zamanlardan şimdiki zamanlara yansıyan yekpare bir rüyadır bu şehir... Heykeli dikilmiştir yürek meydanlarına. Kalpler onunla atmaktadır günün her saatinde. Gönül tahtında fermanlar ve hükümler onundur. Hülyalarımızın bahçesinde açan nazenin bir güldür, sevdaya tutulanların kalp çarpıntısıdır. Güvercinlerin yarınlara taşıdığı zeytin dalıdır. Akçaabat hayatın ta kendisidir, duyguların şahlandığı yürek menzilidir. Şiirlere, masallara, hikâye ve romanlara düşen ak ilhamdır. Adıma yazılmıştır hasret payı… Son sözüm Akçaabat’a dair dizelerimde saklı... Akçaabat bu dizelerimin gül yüzlü kahramanı, düşlerimin tanığıdır:
“Gönlü düşürdü yere billâh sakar bu şehir
Yaralı yüreğime çivi çakar bu şehir
Hüzün süvarileri dayanınca yüreğe
Hayal denizlerinden ruha akar bu şehir…
Pulathane içinde saklar vaktin hüznünü
Dünden alıp ilhamı güne bakar bu şehir
Akçayla olur abat gülümser Akçaabat
Selamet sahiline elbet çıkar bu şehir…”