Kuyruğu kopan uçurtmalar gibi savrulur
bazen insan;
Acılarla yan yana/ yana yana/ bir oyana bir bu yana
Ve bütün dehşetiyle çarpar;
Yüzyıldır uyanmayan -ve öpülmeyi
bekleyen- sabahın ayazına
Yıldızlara/ ay ışığına
Yoksulluğa diz çöken
Ve toprağa yüzünü gömen gecekondu
evlerine
Gökdelenlerine -göğün yüzünü bıçak gibi
yalayıp gecen-
Ve eskiyen yüzlerine şehirlerin
Sokak lambalarına/ dağlarına/ taşlarına
Ve dalgasına -gözleri mavi mavi
çıldıran bir okyanusun-
Yağmurlara/ rüzgârlara/ ayrılıklara çarpa
çarpa kırılır;
“çıt” diye bir ses yankılanır gecede
Hüzün çöker; öldüresiye bütün
ağırlığıyla üzerimize
Sessiz/ nefessiz kaldığımız en boğucu andır;
dünyanın bile susup kaldığı
Ve birden bire
Sessizliğin “çıt” diye yırtıldığı o hiç
beklenmedik anda
Göğün tepesinde kuşkanadı
Yeryüzünde ince kızıl bir gül dalı
Sabrın ortasında ha çatladı ha
çatlayacak koskoca bir taş
Yüzümüzde minik bir sevinç
Dudaklarımızda gülüş
Ve düşlerimizdir -içimizde- kırılan; “ah!” diye sesini duyduğumuz
Daha
çocuk sayılırız sevgilim; asırlık hüzünlerin karşısında
Ondandır
belki de/ her acı, her ah!
Ve her düş
kırıklığı büyük geliyor bize…
Mart-Temmuz 2019