SELEFİLER-REFORMCULAR
17/18/19 yüz yıllarda Avrupa/Batı’nın ekonomik yönden gelişerek Müslüman coğrafyasını sömürmeye başlaması İslam toplumunda bir gerilemeye sebebiyet verdi.Batı misyonerleri ve ekonomik gücünü kullanarak İslam toplumunu etkisi altına aldı.İslam toplumuna dayattığı seküler eğitim modeli ile Batı medeniyetini savunan ve Batı normlarıyla yaşayan yönetici,idareci ve aydınlarla,Müslüman toplumların şuur altına reform fikrini aşıladı.Yetişen nesiller İslam toplumunun geri kalmışlığını İslam dinine mal ettiler.Müslüman doğan ama Batı normlarıyla yetişen ve sorunlara yetiştiği Batı normlarıyla çareler üretmeye çalışan bu aydınlar Taner Timur’un Osmanlı Kimliği kitabındaki ifadesiyle bugünkü inançlarına ve değerlerine köken aramaktadır.”Bu ifade en çok bir kısım Müslüman aydınları içeriyor galiba.
En basit şekliyle söylemek gerekirse Batı toplumunun 16 yüz yıldaki Reform hareketine zaten ihtiyacı vardı.Çünkü Hz.İsa(as)nın tebliğ ettiği dini bozarak Putperest bir dine dönüştürmüşlerdi. Dinlerinin tüm kurumlarını,kurallarını bozmuşlardı.Vatikan’ın kontrolündeki Hıristiyanlık reforme edilmek zorundaydı.Batı dinlerinde yaptıkları reformla dine dönmedi.La dini bir medeniyet kurarak dini toplum hayatının dışına çıkardılar.Böylece elleriyle bozdukları dinin tahakkümünden kurtularak her yönden ilerlemeye başladılar. İlerlemelerini doğal sonucu olarak gözlerini sömürmek için özelde kendilerine göre genelde tüm Şark’a,özelde ise İslam dünyasına çevirdiler.Tarihçi Yılmaz Öztuna’nın tespitlerine göre”her İngiliz veya her Hollandalı, dünya nüfusundan 10 kişiyi sömürmektedir. (Yılmaz Öztuna,Hayat Tarih Mecmuası 1965,6)
İslam dininin durumu çok daha farklıdır.Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim vahyedildiği gün gibi orjinalliğini korumaktadır.Dünya İslam toplumları İslam dinini yaşadıkları için değil İslam dinini yaşamadıkları için geri kalmışlardır.Din değil toplum reforme edilmelidir.
Batı medeniyetinden etkilenen ve Batı normlarıyla İslam dinini değerlendirmeye çalışan yeni nesil modernistlerin ve reformcuların en büyük yanlışları budur.Dünyanın en basit kuralıdır;Her şey emsaliyle kıyaslanır.Bu mantıkla bakarsanız;İslam dini Hıristiyanlık ile karşılaştırılamayacağı gibi Kur’an-ı Kerim’de İncil ile kıyaslanamaz.Bu elma ile armutu toplamak gibi bir şeydir ve akla,mantığa aykırıdır.
Batı’nın ve sapkın bazı İslami olmayan ekoller tarafından şuur altlarına enjekte edilen Batı hayranlığı sebebiyle bilerek ve ya bilmeyerek dinin temellerine zarar vermeye çalışan-çalışan diyorum çünkü İslam dininin sahibi ve koruyucusu Allah-ü Teala’dır.-reformcular putperest Hıristiyanlık ile Semavi İslam dinini karşılaştırma gafletindedirler.İnsan kaynaklı yanlışları dine mal ederek ihanete imza atmakta,benim,bizim gibi saf Müslümanların zihinlerini bulandırmaya çalışmaktadırlar.Hedefleri hadisleri ve sünneti sorgulayarak Peygamberi itibarsızlaştırmak,ardından Kur’an-ı Kerim’i tartışmaya açmaktır.Günümüzde kendisine İlahiyatçı denilen bazı türediler Kur’an ayetlerini tartışmaya başlamıştır.
İlk gençlik yıllarımda Ehli Sünnet müdafii bildiğimiz bazı guruplar ve yayınlar bazı kişileri Mezhepsiz şeklinde tanımlarlar ve sert şekilde eleştirirlerdi.
Bazı kişilerin Mezhebi reddetme sebeplerini anlamak mümkün değil desek te aslında anlamak mümkün.İslam tarihinde yüksek ilim sahibi ulemadan bazılarının süper egoları bunun sebebi. Günümüzde süper ego toplumun her kesiminde tavan yaptığı için artık herkes-ilim sahibi olsun veya olmasın-İslami konularda alabildiğince ahkam kesiyor.İnsanlar böyle tehlikeli bir konuda konuşurken ilmi yeterliliğe sahip olup olmadıklarını düşünmüyorlar bile.Halbuki İslami konularda konuşmak dünyanın tehlikeli işi;çünkü ağzınızdan çıkacak bir yanlış kelime karşınızdaki insanı ve ya sizi dinden çıkarabilir.Bir anda Akşam Müslüman Yatıp Sabah Kafir Kalkan insanların sınıfına girebilirsiniz.Allah korusun.
Okuyucuların malumudur:İslam terminolojisinde Peygamber Efendimiz(asv) zamanında olmayan her şey Bid’at olarak adlandırılır.Sonradan ortaya çıkan Bid’atların bazılarıysa Bid’atı Hasene olarak adlandırılır.Mesela el yıkamak için köpüren bir bitki Medine’ye getirildiğinde Hz.Ömer(ra)bunu Bidat’ı Hasene olarak isimlendirmiştir.
Araştırmalarıma göre mezhep ve tasavvufla ilgili kabul etmeme Selefiyecilikle ortaya çıktı.Diyanet İslam Ansiklopedisinde Selefiyye” İtikadî konularda Kur’an ve Sünnet’in lafzına bağlı olan ve te’vili kabul etmeyen ekol. Olarak tarif ediliyor.Selef, terim olarak ilim ve fazilet açısından müslümanların önderleri sayılan ashap ve tâbiîn için kullanılır. Selefin üstünlüğü ümmetin en hayırlısının Hz. Peygamber döneminde yaşayanlar, sonra onların ardından gelenler (sonra da onları takip edenler) olduğu yolunda rivayet edilen hadise dayanır (Müsned [nşr. Arnaût], IV, 76-77; Buhârî, “Şehâdât”, 9, “Aśĥâbü’n-nebî”, 1; Müslim, “Feżâilü’s-śaĥâbe”, 210-214). “Sahâbe ve tâbiîn mezhebinde bulunan fakih ve muhaddislerin yolu” şeklinde de tanımlanan Selefiyye ayrıca “Ehl-i sünnet-i hâssa” olarak da anılır (Gazzâlî, s. 53; İzmirli,(M. Sait Özervarlı.DİA)
Bu tanımıyla Selefiliğe kimsenin karşı çıkması elbette ki mümkün değil.Çünkü Ehli Sünnet’n tanımı da bu şekilde yazılı ansiklopedide : ”Hz. Peygamber ile ashabın dinin temel konularında takip ettikleri yolu benimseyenler anlamında bir tabir.DİA) Bildiğim kadarıyla Ehli Sünnet Tasavvuf ehli de yollarını her zaman Sünnete’e bağlılık olarak belirtmişlerdir. Selefiliğin Ehli Hadis olarak başlayıp nihayetinde bir nevi mezhebe dönüşmesinde-Kaynaklara göre Selefilik ortaya çıkışından itibaren bir mezhep olarak’Sahabe ve Tabiin mezhebi olarak kabul görmüş-sanırım İbni Teymiyye’nin payı büyük.(Bunların başında VII. (XIII.) yüzyılın ikinci yarısında yetişip çok sayıda eser telif eden Takıyyüddin İbn Teymiyye ve onun en önemli öğrencisi İbn Kayyim el-Cevziyye gelir. Bu ikisinin çalışmalarıyla ehl-i hadîs ekolü sistematik Selefîliğe dönüşmüştür. Bu âlimlerin en önemli özelliği, yaptıkları tahlil ve farklı ilmî çıkışlarla görüş ve düşüncelerini etkin bir konuma getirip kelâm, tasavvuf ve felsefe gibi geleneklere alternatif bir seviyeye çıkarma gayretidir.)
Naslarda Allah’a nisbet edilen yed (el), vech (yüz), arş (taht, mekân) gibi özelliklerin beşerî vasıflara benzemediğini söylemekle birlikte -ki aslında bu icmâlî bir te’vildir-bunların keyfiyetlerinin tartışılmasına karşı çıkarlar.-
Gazzâlî İlcâmü’l-avâm’ında (s. 53-54) sahâbe ve tâbiîn mezhebi olarak nitelendirdiği Selef mezhebinin yöntem açısından bazı temel özelliklerini sayar. Buna göre naslarda yer alan müteşâbih konularda takınılacak tavır, Allah’ı cisim gibi gösterecek tasvirlerden uzak durmak, Hz. Peygamber’in bildirdiği her şeyi tam bir teslimiyetle tasdik etmek, kavranması zor olan meselelerde acziyet ve eksikliği kabullenmek, künhüne vâkıf olunamayacak konularda gereksiz sorular sormamak, mânaları anlaşılmayan lafızlar üzerinde aklî tasarruf ve yorumlar yapmamak, bu tür meselelerle ilgili araştırmalara girişmemek ve daha çok ilimde derinleşmiş (râsihîn) kimselerin rehberliğine güvenmektir.DİA)
Buraya kadar yazılanlar ilk dönem Selefilik için geçerli sayılabilecek konular.18. Yüzyıldan itibaren Selefilik farklılaştı.(Bu bağlamda birçok ilim adamı ilk asırlardan sonra dine çeşitli hurafe ve yanlış anlayışların girdiğini, ulemâ arasında taklidin yaygınlaştığını, nasların ve diğer ilk kaynakların yerine fukahanın,kelâmcıların ve müfessirlerin şahsî görüşlerinin önem kazandığını, tasavvuf ve tarikatların halkı miskinleştirdiğini,dolayısıyla yeniden İslâm’ın özüne dönülmesi gerektiğini ısrarla belirtmişlerdir. Bu düşünceler kısmen İbn Teymiyye tarafından savunulan görüşlerle örtüştüğü için ıslahatçı âlimler Selefîlik’le de ilişkilendirilmiştir.Sıddîk Hasan Han, Muhammed Abduh, M. Reşîd Rızâ, Cemâleddin el-Kāsımî ve Mahmûd Şükrî el-Âlûsî bunlardan bazılarıdır.) Aynı şahıslar, dinî inanç ve ilkelerin geleneksel yorum ve ilâvelerden temizlenmesi gerektiği görüşünü savunmakla birlikte Batı’nın bilimsel ve teknik ilerleyişinin etkisinde kalarak eğitim, yönetim ve siyasette modernleşme taraftarı olmuşlardır.dia)
Burada kısa bir parantez açarak ilk sufilerin de Selefi olduklarını belirtmemiz gerekiyor.Çünkü Ehli Sünnet Mutasavvıflar kendilerini her zaman Peygamber Efendimiz(asv)ve Sahabelere bağlı olmakla adlandırmışlardır.İlk dönem özelliklerini kaybederek-dinin ruhundan ve hedeflerinden ziyade lafzına ve şekline vurgu yapan, ahlâk boyutunu göz önünde bulundurmayan, tarihî tecrübe ve birikimleri, kültürel ve folklorik zenginlikleri reddeden bir söylem geliştiren Modernite ve Radikalizm arasına yerleşen Selefilik bu gün bir devletin resmi ideolojisi durumundadır.(Bu arada Suudi Arabistan’da ortaya çıkan ve Muhammed b. Abdülvehhâb’ın yolundan gitmeyi amaç edindiği için Vehhâbî diye anılan, ancak kendini daha çok Selefî olarak tanıtan hareket de Hanbelîliğin literal yorumuna dayalı ve yeniliğe kapalı bir çizgiye girmiştir.DİA)Günümüz selefilerinin ortak özelliklerinden biriside kendileri gibi olmayan herkesi tekfir etmeleridir. Tabanda bunu yapanların çoğunun hiç bir ilmi ehliyetleri bulunmadığı gibi pek çok konuda da eksikleri bulunmaktadır.
Bu konuyla ilgili olarak araştırma yaparken sizlerle paylaşmak istediğim bir şey farkettim.İçinde bulundurduğu bütün madde ve kişi isimlerinde çok ayrıntılı bilgiler veren Diyanet İslam Ansiklopedisinin İbn Teymiyye maddesi sanki baştan savma yazılmış gibi. Mesela Abduh,Fazlurrahman,Mevdudi gibi isimler hakkında makaleler çok ayrıntılı bilgi içeriğine sahip iken İbn Teymiyye maddesinde sadece hayat hikayesi yazılmış,sık sık muhalif kadıların fetvalarıyla hapse düştüğü belirtilen İbni Teymiyye’nin bahse konu fikirleri anlatılmamış.İbni Teymiyye hakkında internette bolca malzeme-bilhassa Ehli Sünnet müdafiilerinde-bulunabilir.Ancak bu sitelerdeki yazıların sahipleri belli olmadığı gibi iddialar, İbni Teymiyye’nin kitaplarından iktibaslarla desteklenmediği için sağlam zemine oturmamış durumda.İnternetten bulduğum Şamil İslam Ans.de ise İbni Teymiyye salt övülmekte, hakkındaki iddialara ait bilgi bulunmamakta(İbn Teymiyye Kahire’de dört kâdi’l-kudât’ın katıldığı bir mahkemede Allah Teala’yı insan suretinde algılama cürmünden dolayı Kahire kalesine hapsedilir. Ehl-i Sünnet akidesine muhalif görüşlerinden ve icmaya aykırı fetvalarından dolayı farklı zamanlarda defaatle yargılanıp hapisle cezalandırılır.İ.Şenocak.)
Yalnızca İhsan Şenocak’ın kendi web sayfasında alıntılarla desteklenmiş ayrıntılı bilgi mevcut. Bende İhsan Şenocak’ın sitesindeki bilgilerle devam edeceğim izninizle. İhsan Şenocak’ın yazdığına göre İbni Teymiyye de ardılları gibi zamanındaki Ehli Sünnet mezheblere-Eşarilik-ve tasavvufa sert eleştiriler yapan ve tekfir eden birisi.Selefilerin ortak özellikleri Mezheb karşıtlığıdır.Mezhebden kastedilen ise İtikadi mezheblerdir.Yani Maturidiyye ve Eşariyye mezhebleri.Tasavvufu bilahare işleyeceğimiz için burada Muhyiddin-i Arabi’nin Akaid-i İbni Arabi’ risalesi hakkında kısa bir alıntı yapmak istiyorum.“eş-Şehâdetü’l-ûlâ” başlığını taşıyan birinci bölümde Allah’ın birliği ve sıfatları üzerinde durulur. Ulûhiyyetinde, zâtında ve sıfatlarında tek, mekân tutmak ve bir yönde bulunmaktan münezzeh olan Allah’ın Kur’an’da açıklandığı şekilde ve dilediği mânada arşa istivâ* ettiği, zâtını zaman ve mekânın kuşatamayacağı, zira mekânı da zamanı da onun yarattığı, dilediği zaman kalp ve gözlerle görülebileceği, arşı yaratıp istivâyı sınır kıldığı, kürsî*yi var edip yeri ve gökleri onun içine aldığı anlatıldıktan sonra ilim, irade ve tekvin sıfatları âyetlerin ışığı altında izah edilir. Kâinatta mevcut zıtlık, ayrılık ve benzerliklerin bütünüyle ilâhî iradenin sonucu olduğuna, küllî iradenin her şeyi kuşattığına, âlemin yokken ezelî ilim ve iradeye göre yaratıldığına dikkat çekilerek kelâm, sem‘ ve basar sıfatlarına kısaca temas edilir. Daha sonra yegâne fâilin Allah olduğu belirtilerek birinci bölüm tamamlanır.Akaidi İbni Arabi-Yusuf Şevki Yavuz-DİA)
Görüldüğü üzere Selefilerin şiddetle karşı çıktıkları genelde tüm Ehli Tasavvuf özelde ise Şeyhi Ekber İbni Arabi’nin itikadi olarak her hangi bir eksiği veya yanlışı bulunmamaktadır.Dolayısıyla tekfir edilmesine gerek yoktur.Zaten Müslüman’ım diyen birisini tekfir etmenin vebali çok büyüktür Allah korusun.
Burada tartışma konusu olan itikadi mezheblere kısaca değinmek faydalı olacaktır.:...Daha önce siyasî ve itikadî birer fırka olarak ortaya çıkan Hâricîler ile Şîa’dan sonra II. (VIII.) yüzyılın başlarında ilâhî sıfatları nefyeden Cehmiyye,ardından itikadî konularda nasları te’vil ederek aklı nakle hâkim kılmaya çalışan Mu‘tezile teşekkül etmeye başlamış, bunlara bir tepki olmak üzere Müşebbihe ve Mücessime ortaya çıkmış,fakat bu akımlar müslümanların çoğunluğu tarafından “ehl-i bid‘at” diye adlandırılmıştır.II.(VIII.) yüzyılın başlarında Hasan-ı Basrî’den itibaren oluşmaya başlayan Ehl-i sünnet akaidi,bir taraftan itikadî konularda naslara sımsıkı bağlanmayı zaruri ve yeterli gören İmam Mâlik, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi belli başlı muhafazakâr âlimlerin oluşturduğu Selefiyye, diğer taraftan nasları esas almakta birlikte itikadî meseleleri akıl ilkeleriyle teyit etmeyi gerekli bulan Ebû Hanîfe ile öğrencileri, ayrıca İbn Küllâb el-Basrî, Hâris el-Muhâsibî, Ebû Ali el-Kerâbîsî, Ebü’l-Abbas el-Kalânisî gibi âlimlerin öncülüğünü yaptığı kelâmcılar tarafından temsil edilmekteydi...
Eş‘ariyye kaynakları, Mu‘tezile içinde yetişip bu mezhebin önemli âlimlerinden biri olan Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin itikadî ve fikrî hayatındaki değişikliği onun rüyasında defalarca gördüğü(günümüz selefilurinin de Salih rüya,keşif ve keramete aşırı tepkili oldukları aklımızda bulunsun lütfen) Hz. Peygamber’in mânevî tenbihine bağlamış ve Allah’ın yakında kendisini seven bir topluluk getireceğini bildiren âyetin(”Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah'ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. Mâide : 54) kendi mezheplerini müjdelediğini kaydetmişse de Eş‘arî’de bu değişikliğin meydana gelmesinde Ebû Hanîfe’den itibaren gelişen Sünnî kelâm hareketi önemli rol oynamış ve onun şahsında mâkes bulmuş olmalıdır....
Eş‘arî’nin, Mâverâünnehir’de Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Mısır’da Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’ye paralel olarak,yaşadığı devirde Ehl-i sünnet’in imamı sayılan Ahmed b. Hanbel’in naslardan belirleyip savunduğu itikadî esasları, daha önce Ebû Hanîfe ile İbn Küllâb’ın yaptığı gibi akıl ilkeleriyle teyit edip uzlaştırmaya çalışmasından sonra İslâm düşünce tarihinde yeni bir dönem başlamış ve kelâm ilmi Ehl-i sünnet âlimlerince meşrû kabul edilerek temel dinî ilimlerden biri haline gelmiştir. Eş‘arî’nin Ehl-i sünnet akaidini kelâmî metotla savunması büyük yankılar uyandırmış, Şâfiî ve Mâlikî âlimlerinin pek çoğu ile bazı Hanefî ve Hanbelî âlimleri onun metodunu benimseyip geliştirmeye başlamışlardır. Eş‘ariyye’nin kısa zamanda geniş bir yelpazeye yayılıp Ehl-i sünnet’in en büyük kolu haline gelişinde nakille aklı birleştiren mutedil bir metot kullanmasının ve mensuplarının tasavvufa olumlu bakmasının önemli rol oynadığı kabul edilir....DİA Yusuf Şevki Yavuz )
Mâtüridiyye’nin kuruluşunu Ebû Hanîfe’ye kadar geriye götürmek mümkündür. Benimsenen yöntem ve temel kelâm görüşlerine ilham veren ana fikirlerin Ebû Hanîfe tarafından ortaya konması bunu teyit eder. İslâm dünyasında oluşan siyasî, fikrî ve itikadî zümreleşmeler sonunda Havâric, Cehmiyye, Mu‘tezile, Cebriyye, Müşebbihe ve Şîa gibi belli başlı itikadî ekollerin teşekkül etmeye başladığı II. (VIII.) yüzyılın ilk yarısında Ebû Hanîfe Kur’an’a ve âlim sahâbîlerin görüşlerine dayanarak İslâm’ın ana ilkelerini belirlemeye çalışmıştır. İtikadî konuları aklî bilgilerle temellendirmiş ve bu bilgiler öğrencileri tarafından kendisine nisbet edilen eserlerde nakledilmiş, hadisçilerin bid‘at olarak eleştirdikleri kelâm yöntemine başvurmayı zaruri görmüştür (el-Âlim ve’l-müteallim, s. 11-12). Matürîdî’nin, eserlerinde Ebû Hanîfe’nin fikirlerini nakledip benimsemesi, bunların Kur’an’a uygun olduğunu belirterek doğrulamaya çalışması ve eleştirenlere karşı savunması (Kitâbü’t-Tevĥîd, s. 483, 593, 615; Tevîlâtü’l-Ķurân, vr. 17a, 42a, 87a, 136a), ayrıca Mâtürîdiyye’nin önemli kelâmcılarından Ebü’l-Muîn en-Nesefî’nin Ebû Hanîfe’yi ekolün önderi (imam) olarak göstermesi, ilâhî sıfatların tenzihçi bir yaklaşımla ilk defa onun tarafından incelendiğini, kelâmcıların daha sonra ona uyduğunu belirtmesi ve Mâtürîdî’nin kelâmda ve fıkıhta Ebû Hanîfe’ye uyduğunu açıkça ifade etmesi, Ebû Hanîfe’nin Mâtürîdiyye’nin görüşlerineöncülük yaptığını kanıtlayıcı mahiyettedir (et-Temhîd, s. 16-17; Tebśıratü’l-edille, I, 148-149, 161-162).DİAYusuf Şevki Yavuz)
(Hülasa Maturidi'nin metodunda aklın herhangi bir aşırılığa ve yanlışlığa sapmaksızın ve haddini aşmaksızın büyük bir yeri ve değeri vardır. Bazıları akla bu kadar ehemiye·t verdiği için Maturidiyye, selefiyyeden daha çok Mu'tezile'ye yakındır, demişlerdir. Bir dikdörtgen şe linde bir alanın ucunda Selefiyye yani ehl-i hadis, öteki ucunda Mu'tezile bulunur. Alanın Mu'tezile'ye bitişik 1/4 inde Maturidiyye, Muhaddislerin yanında Eş'ariler mevcuttur, demişler.İzmirli İsmail Hakkı gibi bazı alimler bunun aksini söylemişlerdir. Yani Selefiyyenin yanında Maturidiyye yer alır demişlerdir. Maturidi, Bid'at cereyanlarından nisbeten korunmuş Maveraünnehir bölgelerinde Mu'tezileden başka Dehriyye ve Seneviyye mensuplarına karşı istikrarlı mücadeleler vermiştir. Kitabu'tTevhid, bunlar gibi sapık fikir ve cereyanlan içine alan ve bunların gereği gibi çürütülmesine. çalışan en değerli ve en eski bir vesika mahiyetini taşımaktadır. Maturidiyye ve Eş'ariyyeden müteşekkil Ehl-i sünnet keıaıncılarına göre akıl ile nakil arasında bir çatışma olmamalıdır. Bunlar akaid konulannı açıklarken akli delil ve açıklamalan ile nasların ifadeleri arasında bir çelişkiye düşmemişlerdir. Mu'tezile ise, nasları bazen yanlış yorumlamış bazen de aklın hududunu aşan konularda aklı kullanmışlardır. Mesela aklın kendiliğinden açıklama yapmağa selahiyetli olmadığı ahiret ahvali, şefaat, mizan,sırat rü'yetullah gibi sem'iyat konularında nasları ya reddetmiş veya te'vil etmişlerdir.MATURİDİ'NİN KELAM METODU Muhiddin BAĞÇECİ)
Ehli Sünnet tasavvufunu ayrı bir başlık altında inceleyeceğimiz için konumuza devam edelim.İslam dini ve reform yan yana kullanılınca genellikle birkaç isim akla gelir.İbni Teymiyye, Efgani, Hamidullah, Abduh ve Mevdudi.Bu isimler günümüzdeki Modernist ve din reformcularının referans kaynaklarıdır aynı zamanda.Hatta İbni Teymiyye fikirleriyle Vehhabi mezhebinin fikir babası bile sayılabilir.Ehli Sünnet müdafilerinin düşünceleri bu şekilde.
Geçmişten bu güne Selefilerin göze çarpan ortak özellikleri şöyle:
Birincisi; genellikle hepsi Tasavvufa karşı olmalarıyla tanınıyor.Efgānî’ye göre insan ruhu, aklı aşan konular hakkında da bilgi edinme kabiliyetine sahiptir; tasavvuf buna ulaşabilmek için bazı usuller geliştirmiştir. Ancak tasavvuf erbabının sıradan insanların bilemediği şeyleri anlatmak amacıyla kullandıkları dil nasların zâhiriyle bağdaşacak şekilde yorumlanmadığı takdirde inkâra yahut yanlış anlamalara yol açabilir (Hâtırât, s. 205-208).
İbn Teymiyye en sert eleştirilerini tasavvufa yöneltir.İbn Arabi’yi ve onun görüşlerini benimseyen mutasavvıfları açıkça tekfir eder.İ.Şenocak)
Yazara(Fazlurrahman) göre halkın dini tutum ve düşünceleri karşısında taviz verme yolunu seçmiş olan sufilik, zamanla onlara teslim oldu ve böylece sekizinci/on dördüncü yüzyılın başlarında dönüşü olmayan bir noktaya varıldı. Sufiliğe giren bu yeni unsurlar arasında özellikle müzik, raks ve zorlayıcı beden hareketleri başta gelmekteydi. Halk inançlarının ortaya çıkardığı bu durum tasavvufun idealini yerinden söküp atmamakla beraber onun veçhesini köklü bir değişikliğe tabi tutmasını esefle belirten Fazlur Rahman, İslam toplumunun pratik açıdan bir ruh göçüne uğradığının kanaatindedir (s.238). Ancak burada şunu da kaçırmamak gerekir. Müellifin sufiliğin İslam’ın yayılmasında büyük bir kanal olduğu düşüncesindedir.Prof. Dr. Fazlur Rahman, İslam, çev. Mehmet Dağ - Mehmet Aydın, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2016
İkincisi;Yine genellikle Kur’an bize yeter mantığıyla konuşuyorlar,pek çoğu hadis ve Sünnet’e karşılar.Bilhassa günümüz modernistleri/reformcuları işi hadis ve sünneti tamamen reddetmeye kadar götürdüler.
Üçüncüsü;Genellikle mezheplere karşılar.(İstanbul’a ikinci gelişinde Efgānî’nin meclisine devam edenlerden Hüseyin Dâniş onun felsefî meşrepli, tasavvufa meyilli, farzları edâda titizlik gösteren, Hanefî mezhebini benimsemiş bir kişi olduğunu kaydeder. Ancak Efgānî’nin mezhep anlayışı her şeyden önce hoşgörüye dayanır. Nitekim, “Ben mezhep imamlarını kendimden büyük görmüyorum ki birinin yoluna gireyim… Bir meselede onlardan birinin görüşünü benimsiyorsam birçok meselede muhalif kalabiliyorum” demektedir (a.g.e., I, 106, 128; krş. Abdullah Kudsîzâde, XIII/5-7, s. 364)
Dördüncüsü ,belki de en önemlisi Reformcuların pek çoğu mucizelere soğuk dururlar ve hatta inkar edercesine ifadeler kullanırlar.Bazıları işi o raddeye getirdiler ki;Kur’an-ı Kerim,Hadis,Sünnet ve Peygamberimiz(asv)-kasıtlı olduğunu düşünmek için pek çok sebep var- tartışamaya açarak itibarsızlaştırmaya çalışıyorlarVe hıfzettikleri ilimle akli deliller getirerek mucizeleri sıradan olaylara indirgemeye çalışırlar.(Misal:Hz.İsa(as)ın kundakta konuşması,İsra ve Mirac gibi)
Günümüz reformcularının en belirgin özellikleri ise-bu iddiam tamamı için geçerli-SÜPER EGO sahibi olmaları.Unutulmamalı ki Şeytan kibri yüzünden huzurdan kovuldu.Allah muhafaza!!!
Yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığımız gibi mezhepler bir mecburiyet sonucunda doğmuştur.Fetihler döneminde farklı toplumların (mecusi,yahudi,hıristiyan vb.) İslam egemenliğine girmesi sonucunda itikadi tartışmalar ortaya çıkınca İslam itikadının zarar görmemesi için Kelam ilmi ortaya çıktı.Hem İmam Maturidi hem İmam Eşari Akaid konularındaki fikirleriyle Ehli Sünnet Akaidini oluşturdular.
Günümüz selefi-reformcularının karşı çıktıkları mezhepler bunlar.Müslümanların itikadlarını korumak için ortaya çıkan insanlara niçin karşı çıkılır ki?
Geçmiş yıllarda internette bulduğum mescere kütüphanesi 1.0 içinde bulunan Şamil İslam Ansiklopedisinin SELEFİYYE maddesinde şunlar yazılı; Mu'tezile ekolünün akaid konularındaki aklî yorum ve izahlarına karşı çıkan ve özellikle nass'daki müteşabih (farklı anlayış ve yoruma müsait) ifadelerin te'viline şiddetle muhalefet eden Selef âlimlerinin akaid sistemlerini şu yedi temel prensip karakterize etmektedir:
1- Takdis: Cenab-ı Allah'ı şanına uygun düşmeyen şeylerden tenzih etmek.
2- Tasdik: Kur'an-ı Kerim ve hadislerde Allah'ın isim ve sıfatları hakkında nasıl bir ifade kullanılmış ve ne söylenmişse, onları olduğu gibi kabul etmek; yani, Allah'ı bizzat kendisinin ve peygamberinin tanıttığı gibi bilip tasdik etmek.
3- Aczini itiraf etmek: Bilhassa nass'ta geçen müteşabih ifadeler konusunda tevil ve yorum yapmadan, bu konuda aczini kabul etmek.
4- Sükût (susmak): Yine nass'ta geçen müteşabih ifadeleri anlamayanların, bunlar hakkında soru sormayıp susmaları.
5- İmsak (uzak tutma): Müteşabih ifadeler üzerinde yorum ve te'vilden kendini alıkoymak.
6- Keff: Müteşabih olan hususlarla zihnen bile meşgul olmamak.
7- Ma'rifet ehlini teslim: Müteşabihe giren konuları bilmesi mümkün olan Hz. Peygamber, Sahabe, evliya ve mütehassıs âlimlerin söylediklerini kabul ve tasdik etmek (İsmail Hakkı İzmirli, Yeni İlmi Kelam, İstanbul 1339/1341, I, s. 98 v.d.; Neşet Çağatay - İ. Agah Çubukçu, İslâm Mezhepleri Tarihi, Ankara 1976, s. 191).
Dördüncü hicrî yüzyıldan sonra Selef inancını özellikle Hanbelî mezhebine bağlı olan ulema devam ettirmiştir. Selefiyenin müteahhirinini yani sonraki dönem temsilcilerini İbn Teymiye (751/1350), İbnül-Vezir (840/1436) ve Şevkânî (1250/1834) gibi alimler teşkil eder.
Son derece muhafazakâr bir özellik gösteren Selef akidesi, halk tabakası (avam) için en sade ve güvenilir bir yol olarak kabul edilmiştir. Ancak çeşitli felsefe ve kültürleri tanımış olanlar için, Selefin bu metodu yeterli görülmemiş; bunlar için Ehl-i Sünnet kelamcılarının metodu daha uygun bir yol olarak gösterilmiştir.
Selefiyye mezhebi müstakil ve birlikli bir mezheptir. Ancak, konu ve meseleleri kısa (icmali) ve geniş, teferruatla ele almaları bakımından iki kısma ayrılabilir. Önceki, yani ilk dönem (Mütekaddimîn) Selefiye, icmal ile yetindikleri halde; daha sonraki (Müteahhirûn) Selefiye, tafsile önem vermiştir. Selefiye mezhebine dair ilk bilinen eser İmam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'idir. Tafsile itina edenlerin başında İbn Teymiye bulunur. Selefiye mezhebine mensup olanların hepsi Ehl-i Sünnettendir (İsmail Hakkı İzmirli, a.g.e., I, s. 105 v.d.) Necip TAYLAN(Mescere e kütüphanesi içinde bulunan Şamil İslam Ansiklopedisi)
Yukarıdaki alıntıdan sonra benim merak ettiğim şudur ki:Bu günkü Ehli Sünnet inancıyla ortaya çıkışı İslam Akaidini korumak olan Selefilik mezhebi arasında ne fark vardır? Gördüğünüz üzere fark yoktur.O zaman günümüz selefileri ve onlardan etkilenenler niçin Ehli Sünnet Tasavvufu müntesiplerini şirkle itham ederler acaba?
Günümüz Selefilik iddiasındaki kişilerin takipçisi oldukları isimlere geçmeden Ebu Bekir Sifil hoca’nın bu kişiler hakkındaki kısa görüşlerini alıntılamak istiyorum izninizle:
Soruda zikredilen sırayla bu isimler üzerinde kısaca durmadan önce genel bir tesbit yapalım: Bir kimsenin Ehl-i Sünnet olup olmadığı, özellikle onun itikadî görüşlerine bakılarak bilinir.İtikadî sahada Ehl-i Sünnet çizgiyi benimsemiş olan bir kimse,Fıkhî/amelî sahada dört mezhep dışında kalan bir mezhebi iltizam etmiş olabilir; ya da müstakil mezhep sahibi olduğunu ileri sürebilir. Onun bu iddiasını tartışmak ayrı bir konudur; itikadî tercihi ile bu nokta birbirine karıştırılmamalıdır. Söz gelimi İbn Cerîr et-Taberî‘nin müstakil mezhep sahibi olduğu, kaynaklarda nakledilegelen bir husustur; yani o, dört mezhepten birine bağlı değildir. Bununla birlikte et-Taberî‘nin Ehl-i Sünnet olmadığını söyleyen bir alimin mevcudiyetinden ben şahsen haberdar değilim.İbn Hazm’da bu noktada ilgi çekici bir örnektir.Fıkhî görüşleri hayli tartışılmış olmakla birlikte onun da Ehl-i Sünnet olmadığının söylendiğini bilmiyorum. Son olarak Celâluddîn es-Süyûtî örneğini zikredebiliriz.Müstakil içtihad seviyesine ulaştığını bizzat kendisi söylemiştir; ama onu da Ehl-i Sünnet dışında gören kimse yoktur…
Mevdudi:Ehl-i Sünnet itikadına yüzde yüz uymayan bir takım görüşleri olduğu malumdur.Fıkhî sahada da kendi tercihleri bulunduğunu biliyoruz. Eserlerinden istifade edilebilir, ama her söylediği tasdik edilmemelidir.
Cemâleddin Efgânî: Gerçek kimliği hakkında bir yığın tartışma yapılmış olsa da,Şii olduğu açıktır.İtikadî sahadaki çizgisi yanında,Fıkhî mezhepler hakkındaki görüşleri ile de Modernist İslam anlayışına kaynaklık etmiştir.En büyük eserinin Muhammed Abduh olduğunu söylediği hatırlanacak olursa,Abduh‘tan başka geriye pek bir eser bırakmadığını söylemek yanlış olmaz.
Muhammed Abduh:Mucize vs. konusunda Ehl-i Sünnet itikadıyla örtüşmeyen görüşleri bulunduğu malumdur.Bunlardan bir kısmını ele alan bir makalemi inşallah çok yakında faaliyete başlayacak olan internet sitesinde okuyabilirsiniz.Fıkhî alanda da kendisini “mezhepler üstü” bir konumda görmüştür.
Muhammed Hamidullah:Miraç vb. Konularda Ehl-i Sünnet ulemasının benimsediği çizgiyle örtüşmeyen yorumları vardır. Eserleri istifade edilebilir olmakla birlikte, dikkatle okunmalıdır.Hamidullah ve dilimizde ona yazılmış reddiyelerden ikisi ile ilgili olarak yine sitede uzun bir makalem yer alacak…
İbn Teymiyye ve İbnu’l-Kayyım (el-Cevzî değil,el-Cevziyye): Gerek yaşadıkları dönemde, gerekse öldükten sonra görüşleri İslam aleminde en çok tartışılan isimler arasında yer alırlar. İtikadî noktada Ehl-i Sünnet Kelam uleması ile Mutasavvıflar‘ın çizgisini eleştirmiş, “Selefî” anlayışa vurgu yapmışlardır. Ancak İtikadî sahada gerek teşbih/tecsim akidesini tahkim eden duruşları, cehennem hayatının son bulacağını söyledikleri, gerekse Fıkhî alanda –talak meselesinde olduğu gibi–İcma‘a aykırı görüşleri malumdur. Her ikisi hakkında da pek çok reddiye kaleme alınmıştır. Eserleri mutlaka okunacaksa dikkatli olunmalıdır.
Milli Gazete – 19 Haziran 2004