M. NİHAT MALKOÇ
Tevfik Fikret, Servet-i Fünûn Topluluğu’nun başta gelen
şairlerinden birisidir. Hatta bu edebî kitlenin yayın organı olan Servet-i
Fünûn dergisinin Yazı İşleri Müdürlüğü’nü de yapmıştır. Şiirlerini “Rübab-ı
Şikeste” adlı önemli eserde bir araya
getirmiştir. Bu kitapta yer alan şiirlerden birisi de üzerinde çok konuşulan
“Bir Lâhza-i Teahhur” dur. Günümüz Türkçesine “Bir Anlık Gecikme” şeklinde
çevirebiliriz bunu. Peki, bu şiirin ne ehemmiyeti vardır? Söz konusu şiir,
İkinci Abdülhamit’e düzenlenen suikast nedeniyle yazılmıştır.
İkinci Abdülhamit, Osmanlı
Devleti’nin çöküş dönemlerinde tahta oturmuş talihsiz bir padişahtır. Onun için
de pek çok düşmanları olmuştur. İşlerin iyi gittiği zamanda herkes methiyeler
düzer. Hele bir de işler kötü gidedursun herkes düşman kesilir bir anda.
Abdülhamit de bu kaderi yaşamış iyi niyetli, aşırı müsamahakâr bir insandı.
Ermenilerin en büyük ideali Doğu Anadolu toprakları üzerinde müstakil bir
Ermenistan kurmaktı. İkinci Abdülhamit buna şiddetle karşı çıkmıştır. Onun için
Ermeniler, Abdülhamit’i en büyük düşman olarak ilân etmişlerdi. Hatta onu
öldürmek için büyük bir suikast düzenlemişlerdir.
21 Temmuz 1905 senesinde icra edilen
suikast planı gerçekten tüyler ürperticiydi. Bilindiği gibi Abdülhamit,
mütedeyyin bir insandı. Osmanlı padişahlarının tamamı böyledir zaten.
Abdülhamit Han, Cuma namazını daha çok
Yıldız Camii’nde kılardı. Ermeniler onun bu özelliğini bildikleri için
kendisine Yıldız Camii’nin önünde şirret bir tuzak kurmuşlardır. Hatta bu işin
eksiksiz gerçekleşmesi için dünya çapında ün yapmış Belçikalı terörist Jorris’i
de aralarına dâhil etmişlerdir. Hazırlanan plan gereğince Abdülhamit’i, Cuma
Selâmlığı’ndan çıkarken bomba marifetiyle havaya uçuracaklardı. Hatta pek çok
kritik nokta da bombalanacaktı. Her şey saniyesi saniyesine ayarlanmıştı. Yüz
kiloluk bir bomba hazırlanmıştı bunun için… Saatli bomba hassas hesaplarla
Abdülhamit’in çıkış anına ayarlanmıştı. Ama öldürmeyen Allah öldürmüyor işte. O
gün her ne hikmetse Abdülhamit Han, Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi’yle ayaküstü
bir süre konuşmuş. Bomba şiddetli bir gürültüyle patladığı esnada o, yukarıdaki
merdivenlerden yeni iniyordu. Kendisinin burnu bile kanamamıştır. Fakat bu
hadisede 26 kişi hayatını kaybetmiş; 58 kişi de yaralanmıştı.
Osmanlı’nın en dirayetli
padişahlarından biri olan Sultan İkinci Abdülhamit’i, pek çok kişi gibi,
zamanın büyük şairlerinden biri olan Tevfik Fikret de hiç sevmezdi. Yukarıda
bahsedilen başarısız suikast girişimi üzerine “Bir Lâhza-i Teahhur” adlı, kin
ve nefret dolu şiirini yazmıştır. O, bu şiirinde Abdülhamit’i yerden yere
vurarak suikastçı Ermenileri övmüştür. Ermenilerin “Bir Anlık Gecikme” sine
hayıflanmıştır. Bakın ne diyor Fikret:
“Ey şanlı avcı, dâmını bî-hûde
kurmadın!
Attın… Fakat yazık ki, yazıklar ki vurmadın!
Dursaydı bir dakikacağız devr-i bî-sükûn
Yahut o durmasaydı, o iklîl-i ser-nigûn
Kanlarla bir cinâyete pek benzeyen bu iş
Bir hayr olurdu, misli asırlarca geçmemiş
Lâkin tesadüf… Ah o kavîler münâdimi,
Âcizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbîr-i hâriki;
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bâriki.
Nakşetti bir tehekküm için baht-ı bî-şuûr
Târih-i zulme bir yeni dibâce-i gurûr
Kurtuldu; hakkıdır, alacak, şimdi intikam;
Lâkin unutmasın şunu târih-i sifle-kâm:
Bir kavmi çiğnemekle bugün eğlenen denî
Bir lâhza-i teahhura medyûn bu keyfini!”
Tevfik Fikret, ömrü boyunca buhran içinde yaşamıştır. Gün
gelmiş İstanbul’a, gün gelmiş manevî değerlere, gün gelmiş Sultan İkinci
Abdülhamit gibi mütedeyyin eşhasa saldırmıştır. İçindeki maneviyat boşluğu, bu
yaptıklarını ona şirin göstermiştir. Mensup olduğu devletin padişahına
düzenlenen suikaste methiyeler yazan bir insanın ruh dünyasını varın siz
düşünün! Ölüm, öyle veya böyle hepimizi gelip bulacaktır. Başkalarının ölümüne
sevinilmez. Fakat Fikret, şahsına münhasır bir kişi olduğu için, Abdülhamit’e
düzenlenen suikaste çok seviniyor. Hatta bunun başarısızlıkla neticelenmesine karşı
da asabı bozuluyor.
Bu pek meşhur Servet-i Fünûn şairine göre Allah hep
güçlüleri koruyormuş! (Hâşâ) Allah, zavallıların her zaman düşmanıymış!...
Ermenilerin Abdülhamit’e düzenledikleri suikastte de böyle olmuş! Güya Allah,
Ermenilerin ümit ışığını söndürmüş. Fikret bu şiirde Abdülhamid’e olan kinini
kusmakla yetinmiyor, manevî değerlere de saldırıyor. Fikret, hedef
değiştiriyor. ‘Tarih-i Kadim’ adlı eserinde aşağıladığı Allah’la şu ifadelerle
boy ölçüşüyor:
“Lâkin tesadüf… Âh, o kavîler münâdimi,
Acizlerin, zavallıların hasm-ı dâimi,
Birden yetişti mahva bu tedbir-i hâriki
Söndürdü bir nefeste bu ümmîd-i bârikı
Servet-i Fünûn şairi Fikret’in bu mısralarında günümüz Türkçesiyle
şöyle deniyor:
“Fakat o rastlantı… Ah, o güçlülerin
yardımcısı,
Güçsüzlerin, zavallıların sürekli
düşmanı
Birden yetişti bu eşsiz önlemi yok
etmeye,
Söndürdü bu parıldayan umudu bir
solukta.”
Bu suikastte onlarca masum insan
hayatından olmuştu. İnsanda azıcık merhamet olsa, ölen onca zavallı insana
acırdı. Vicdan sahibi bir şair, sebepsiz yere insanları canlarından eden
suikaste methiyeler yazmazdı. Büyük Şair(!) bununla yetinmeyerek olaya muhatap
olanları: “Aşağılık bir seyirci topluluğu, kudurmuş, kaba” gibi sıfatlarla
tavsif ediyor. Gök boşluğuna bacak, kelle, kan ve kemiğin yükseldiğini
söylüyor. Dilerseniz bu mısralara da bir göz atalım:
“Bir darbe… Bir duman… Ve bütün bir gürûh-ı sûr,
Bir ma’şer-i vazî-i temaşa, haşîn, akuur
Tırnaklarıyla bir yed-i kahrın, didik didik,
Yükseldi gavr-i cevve bacak, kelle, kan, kemik…”
Bu ifadeler bana merhum Mehmet
Akif’in Çanakkale Şehitleri için yazdığı şiiri hatırlattı. Nasıl oluyor da bir
Türk şairi, Ermenilerle ağız birliği ediyor ve onları övmekten çekinmiyor. Oysa
Sultan Abdülhamit, vatanperver bir insandı. Hiç kimseye bir kötülüğü
dokunmamıştır. Herkese karşı hoşgörülü olduğu için çok eleştiriliyordu. Bunu
pasiflik olarak addediyorlardı. Bir sultana mütevazı olmayı
yakıştıramıyorlardı. Fikret de bu kervana katılanlardandı. Gerçi o devirde
basına zaman zaman sansür de uygulanıyordu. Lâkin hadiseleri değerlendirirken
cereyan ettikleri zamanı da göz önünde bulundurmak lâzımdır. O dönemde böyle
yapmak gerekiyordu. Zira devlet, bölünme ve parçalanma tehlikesiyle karşı
karşıyaydı. Abdülhamid ne yapmışsa devletin bekası için yapmıştı. Fikret
bunlara rağmen Ermeni suikastını hoş görüyor ve suikastçıları kutluyordu.
Onları kurtarıcı bir el olarak görüyordu. Bu hadiseyle toplumun uyanacağını
iddia ediyordu. Ona göre Abdülhamit’in ölümü, zorbalığın da sona ermesi
mânâsına geliyordu. Bu saldırının o görkemli taçları sarsmasını istiyordu. O
gizli eli çok merak ediyordu. Belli ki bilfiil kutlayacaktı onları:
“Ey darbe-i mübeccele, ey dûd-ı
müntakim,
Kimsin? Nesin?.. Bu savlete sâik, sebep ne? Kim?..
Arkanda bin nigâh-ı tecessüs ve sen nihân,
Bir dest-i gaybı andırıyorsun, rehâ-feşân.”
Bu fâni dünyada sonunda Abdülhamit de öldü, Tevfik Fikret
de… Çünkü Rabbimizin buyurduğu gibi: “Her nefis, ölümü tadacaktır.”(Enbiya S. 35.Ayet)
Başkalarının ölümünü istemek caiz değildir. Hepimiz bu kervanın yolcusuyuz. Bak
işte hepsi öldü, biz de öleceğiz.