İnsan zihni tek bir varlık olmakla birlikte, birbirini bazen samimiyetle destekleyen, bazen de birbirine inatla direnen iki aşamadan; üstbilinç ve bilinçaltından oluşur. Üstbilince çevresel etmen ve etkilere bağlı olarak ortaya çıkan bilginin ilk giriş kapısı, bilinçaltına da daha önceden oluşmuş inanç kalıpları doğrultusunda bilginin yorumlandığı, özgünleştiği ve kişiselleştiği yerdir, diyebiliriz. Dış dünyanın gerçekliğinden gelen her bilgi, önce üstbilince gelir ve anlık olarak bilinçaltına aktarılır. Burada değerlendirilerek yorumlanır ve kişiselleştirilir. Yaşanan bir olay sonrası farklı kişilerin farklı değerlendirmelerde bulunması ve farklı tepkiler vermesi bu sebeptendir. Bilinçaltı anlık olarak kendisine iletilen bilgiyi değerlendirir ve yorumlarken, sadece bu bilgi ile yorum yapmaz. Yorumlarında geçmiş dönem tecrübelerinin, travmalarının ve inanç kalıplarının yadsınamaz etkisi söz konusudur. Örneklendirmek gerekirse; çocukluğunda ebeveynleri tarafından yeterince onaylanmamış ve takdir edilmemiş bir çalışan, işyerinde başarılı bir performans gösteriyor olsa bile, bir hatası neticesinde amiri tarafından işini düzgün yapmamakla suçlanması halinde, bundan aşırı etkilenecek ve kendisinden şüpheye düşecektir. Zira hak ettiğini düşündüğü takdir ve onayı alamamış olması ve bir ithamla karşı karşıya oluşu, çocukluk döneminde anne ve babası karşısında yaşadığı hislerin uyanmasına sebebiyet verecek, gayri ihtiyari yetersizlik ve değersizlik hisleriyle mücadele etmek durumunda kalacaktır.

Düşünmek eylemi insana aşırı enerji ve efor sarfettirir. Hiçbir bedensel aktivite yapılmamasına rağmen, stres oranı yüksek, belirsizliğin hakim olduğu, sürekli hesap kitap yapılması gereken işlerde çalışanların yaşadığı fiziksel yorgunluk bu yüzdendir. Beynin aşırı enerji tüketimi bedenin de yorgun düşmesine neden olmaktadır. Bilinçaltı düşünme süresini kısaltarak zamandan kazanmak ve yüksek enerji tüketimini düşürmek için, doğumdan itibaren duyu organları aracılığı ile gözlem yapmaya, deneyim kazanmaya çalışır. Sorgulamanın olmadığı, gözlem ve deneyimlerle dış dünyadan elde edilen bilgilerin, alışkanlık kalıpları haline dönüştürülerek enerji tüketimini azaltmak maksadıyla doğrudan bilinçaltına aktarıldığı bir dönemdir bu dönem. Elde edilenler doğru-yanlış, gerçek-yalan, iyi-kötü, güzel-çirkin, normal-anormal ayrımına tabi tutulmaz. Doğru, gerçek, iyi, güzel ve normal muamelesi yapılır ve tekrarlar neticesinde inanca ve alışkanlığa dönüştürülmek üzere depolanır. Nihai amaç olan "hareket" kavramına en kısa yoldan ulaşmak içindir bu. Hareket ederek var olabilen insan, elde ettiği bilgiyi bir an önce inanca dönüştürmek ister. Zira bilginin inanca dönüşmeden harekete dönüşmesi mümkün değildir.

Üstbilinç ve bilinçaltı kavramlarını daha iyi anlayabilmek için "alışkanlık" kavramının iyi anlaşılması gerekir. Alışkanlık nedir sorusunu kısaca, inancın harekete dönüşmüş halidir, şeklinde cevaplayabiliriz. Genel hatlarıyla düşünce, duygu, inanç, söylem ve davranış alışkanlıkları olmak üzere beş ana gruba ayrılabilir. Bu beş alışkanlık tipi sürekli birbiri ile ilişki içerisindedir. Birbirlerini bir tür kısır döngü halinde besler ve tetiklerler. Biri diğerinin var olma sebebidir de diyebiliriz.

Alışkanlıklar, iç ve dış dünyadan elde edilen bilgiler ışığında bilinçaltında doğar ve yaşarlar. Dış dünyanın uyaranlarına verdiğimiz tepkiler ve kişilik yapımız alışkanlıklarımızın ürünüdür. Kim olduğumuzun belirleyicisi alışkanlıklarımızdır, demek yerinde bir ifade olacaktır.

Bu noktaya kadar bilinçaltını irdelemeye çalıştık. Peki insan hayatında üstbilincin rolü nedir? Şöyle bir tanım yapmakta fayda var: Bilinçaltı bizi yöneten merkez, üstbilinç ise bizim yönettiğimiz ve bilinçaltımızı yönetmesi gereken merkez. Sorgulama ve kıyaslama gibi eylemleri üstbilincimiz vasıtasıyla gerçekleştiririz. Dış dünyadan gelen bilgilerin giriş kapısı olduğundan burdan geçen her bilgi, bilinçaltı tarafından yorumlanıp özgünleştirilecek ve duyguya, inanca, söyleme ve davranışa dönüşmek, kendini alışkanlık haline getirmek isteyecektir. Dolayısı ile bu noktada üstbilincin önemi artmaktadır. Üstbilincimiz bizi zararlı alışkanlıklardan, acı veren duygu, inanç, söylem ve davranışlardan koruyabiliyor mu? Yoksa aldığını bilinçaltına gönderip daha çok acı çekmemize mi neden oluyor?

Daha önce belirttiğimiz üzere düşünmek de bir alışkanlık türüdür ve üstbilincin ana vazifesi düşünmek, sorgulamak ve kıyas yapmaktır. Gerçeklikle uyuşup uyuşmadığını sorgulamaksızın, dışardan gelen her bilgiyi bilinçaltının insafına bırakacak olursak kontrolümüz kendi elimizde olmayacak, duygu ve inançlarımızın kontrolüne girecektir. Depresyon, anksiyete, obsesif kompülsif bozukluk gibi rahatsızlıkların ana sebebi kişinin kendi kendini kontrol edebilecek alışkanlıklarının olmaması ve zihnini duygu ve inançlarının kontrolüne bırakmış olmasıdır.

Aslına bakılırsa herşey farkındalık meselesi. Aldığı bilgiyi enerji harcamamak için bir an önce bilinçaltına gönderip inanca dönüştürenlerle, inanca dönüştürmeden önce fikre dönüştürenler farkındalık düzeyleri farklı insanlardır. Birinci insan tipinin değişmesi, gelişmesi ve yenilenmesi imkansıza yakınken, ikinci tip insanlar fikir üretebildiklerinden değişim, gelişim ve yenilenmeye açıktırlar. Farkındalıkları ortalamanın üzerindedir. Kendilerini bilinçaltlarının insafına bırakmaz, onu üstbilinçleri ile daha iyi yönetebilmek için çareler ararlar.
( Üstbilinç Ve Bilinçaltı başlıklı yazı Silüet tarafından 18.04.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu