MÜ’MİN OLMAK
Mü’min olmak, Allah’ın dünyada halifesi olmak
demektir. Halife aynı zamanda huzuru temin eden,
adaletle hükmeden ve yeri geldiğinde kendi emanetine
verilmiş yerleri koruyan bir askerdir. Mü’min önce
kendini, nefsini şeytan ve dostlarının hain tuzaklarına
karşı korumalı, sonra ailesinin fertlerini “her çoban kendi
sürüsünden mesuldür” hadisinin muhatabı olarak ilim,
maişet ve sosyal vazifeler yönünden takip etmelidir.
Bulunduğu bölgede arkadaş, eş, dost ve komşularına
karşı vazifelerini yerine getirmeli, daima örnek bir
şahsiyet olmalıdır.
Mü’min nefes aldığı müddetçe etrafına da nefes aldıran,
arkasından ve yüzüne karşı güzel ifadeler kullanılandır.
Bir mü’min başka birisinin malına ve ailesine
karşı asla haset ile bakmaz ve yaklaşmaz. Haset, Allah’a
kul olma gayretinde olan bir kişiye yakışmayacak en
tehlikeli hastalıklardan bir tanesidir. Küçük bir alevin
büyük bir samanlığı yok edip yediği gibi, güzel amel
ve ibadetlerden elde edilen sevapları silip yok eder.
Mü’min, asla kendisinde bulunan kötü hasletleri
inkâr etmez, onlardan uzaklaşmaz. Kendisine verilen
öğüt ve tavsiyeleri duymazdan gelmez. Hatalarında
ısrarcı olmaz. Aksine bunları düzeltebilmek için mücadele
ederek, kâmil bir mü’min, faydalı bir insan olabilmek
için çaba sarf eder. Bunu yapabilmek için ne gerekiyorsa
uygulamaya koyar. Bu bazen bulunduğu kötü
ortamlardan uzaklaşarak bir hicret yaşamak, bazen boyun
eğerek eskiyi görmezden gelmek, bazen de dua ve
yakarışla yüce Mevla’dan yardım istemek şeklinde olur.
Mü’min, sevap işlemek için kendi üzerine farz kılınmış
namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetleri eksiksiz
ve ihlâs ile yapar ve bunu Rabb’i tarafından verilen bir
ganimet bilir. Bunların yeterli olmadığını düşünerek
efendimizin (a.s.) hayatında örnekleri ile bizlere göstermiş
olduğu nafile ibadetlere de dikkat ederek kendine
verilen ömür sermayesini bereketlendirmeye çalışır.
Mü’min, şiddetli azap, eziyet ve cezanın kendisini
yakalayacağı korkusu ile kulluk vazifelerini yerine getirirken,
sonsuz kudret sahibi bir hükümdarın gönül
tahtına oturmak içinde bir şevk ve iştiyak duyar. Rabb’i
ile arasındaki bentleri yıkmak ve amel ve ibadetlerini
O’nun rızasına bağlamak için niyaz ve yakarışta bulunur.
Bir mü’minin gayesi; dünyada Hakk’ın razı olacağı
bir ömür sürmek olduğu gibi, ebedi âlemde de
altlarından ırmaklar akan Cennet bahçelerinde salih
kullar için hazırlanmış yerlerde yüce Allah’ı seyrederek
oturmaktır.
Biz mü’minler olarak, bu hayat külliyesinde Rahman
olan Allah’ın teveccühünü beklemekteyiz. Umuyoruz
ki kuvvet ve kudret sahibi olan Allah bizi reddetmeyecektir.
Yalnız hırslı olmak, azim ve gayretli davranmak,
oyun ve hilelere gelmemek, akıllı ve olgun davranmak,
ciddiyet ve vakar sahibi olmak bu teveccühün
bize ulaşması için önemli bir unsurdur.
Bu dünyada imtihanlar; kulun Allah’a yaklaşması
için büyük nimetlerdir. Kul kendisine verilen imtihanları
sabır ve sebat ile tamamlar ise hem dünyada hem de
ebedi hayatta nimeti elde etmiş demektir. Her şey bir sebebe
bağlıdır, bâtın bir şeyin elde edilebilmesi için zâhir
sebeplerin yerine getirilmesi gerekmektedir. Mesela; bir
bahçeye su vermek zahiri bir sebeptir. Mevla’nın izni ile
çiçeğin hayat bulması ise hakikatidir. “Zahmetsiz Rahmet
olmaz” sözü bu hakikatten ortaya çıkmıştır. Mü’min bir
kulun da hakikatte hak ettiği yeri alabilmesi için zahiren
üzerine düşen vazifeleri elinden geldiğince yerine
getirmesi şarttır.
“Deyin ki; Biz Allah’a iman ettiğimiz gibi, bize indirilene,
İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene
Musa’ya, İsa’ya ve bütün peygamberlere Rab'lerinden ne
verildiyse hepsine iman ettik. O’nun elçilerinden hiçbirisinin
arasını ayırmayız ve biz ancak O’na boyun eğen Müslümanlarız”
(Bakara suresi/136).
Sadettin TURHAN
"Gençliğin Enerji Kodları" kitabımızdan alıntıdır.