İSKELE VE KIRMIZI MANTOLU KIZ

 

 Şiddetli yağan yağmurun sesiyle uyandı. Kendini bildi bileli yağmurun sesinde çok huzurlu hissederdi. Yağmurun pencere pervazında tutturduğu ritme bıraktı uzun bir süre kendini. Yatakta sırt üstü yatmış, gözleri kapalı, büyük bir huşu ile adeta bir derin düşünme anında gibiydi.

Ara sıra gözlerini kırpıştırmaya başladı. Ağzındaki belli belirsiz tat ve kuruluk, yüzünü buruşturmasına sebep oluyordu. Sehpanın üzerindeki su bardağına takıldı gözleri. Çok susamıştı. Yağmurun sesini dinlemek ve seyretmek hevesi yarım kaldı.

Bakışlarını amaçsız ve miskinlik içinde odanın içinde gezdirmeye başladı bu defa.  Eskimeye yüz tutmuş bir karyola, gazetenin katlanılmasıyla bir bacağı kırık olduğu için desteklenmiş açık mavi bir masa ve yarıya kadar dolu bir sürahi ve bir sandalyeden oluşan eşyalar odanın dekoruydu kısacası. Yerde halı bile yoktu. Bu alışık olduğu manzaradan bıkmıştı.

Kendi ılıklığından ayrılmak istemiyor ve yatağa daha çok sığınıyordu. Başını yorganın altına gizleyip saatlerce böyle kalabilirdi. Geceleri korktuğu zamanlar başını hemen yorganın altına saklardı çocukken. O zamanlardan gelirdi bu alışkanlığı. Yorgan, gelebilecek kötülüklere karşı zırh görevi üslenirdi.

Huzursuzlukla doğruldu yatakta. Yere düşmüş pantolona uzanarak, cebinden bir sigara aldı ve yaktı.  Sigaranın dumanını içine çektiği her nefeste öksürdü. Sanki üzerine yıkılıyor boğuyordu onu oda. Bir çırpıda gömleğini, pantolonunu giyip, son defa bakar gibi bir göz attı odasına ve kapıyı çekip dışarıya attı kendisini.

Alt kat komşusu kibarlığı yine üstünde selam vermişti merdivenlerde. Konuşacak hali yoktu, sadece başını eğerek karşılık verdi selamına.

               Yağmur yağdığını sokağa çıkar çıkmaz hatırlasa da şemsiyesini almak için geri dönmeye üşendi.  İskeleye vardı hızlı adımlarla yağmur altında ıslanarak. Aslında bir yer yoktu gidecek aklında. Ayakları onu iskeleye götürdü. Hayat onu nereye savurursa oraya gitmek, onun en iyi yaptığı işti. Bu zamana kadar da herhangi bir işte hiç çalışmamıştı. Her sahada kendini kabiliyetsiz görürdü miskinliğini hiç aklına getirmezdi. Babasının ve ağabeyinin yolladığı harçlıklarla geçinir giderdi.

Bir gayesi de umudu da yoktu hayata karşı. Ne kadar ömrü var ise, o küçük, kasvetli odanın içinde yaşamaya alışmıştı. Bir iki lokma ve birkaç paket sigara yetip artıyordu ona yaşaması için. Fazlasında gözü yoktu hiç. Bu düşüncelere dalmışken; ayakları onu zorla çekerek vapurun içine kadar sürükledi farkına varmadan. İçeriyi seri bakışlarla taradı yer bulmak için. Sağ tarafta dört kişinin ortasında boş bir yer olduğunu fark edince, yorgun bedenini yavaş adımlarla oraya kadar taşırken, nefes almakta zorlandı.

Her şey tek düzeydi.  Adamın biri elindeki gazeteyi karıştırıyor, aynı kadın çocuğunun elinden tutup çekiştirerek yer arıyor, yine aynı gençler karşılarındaki kızları göz hapsinde tutuyorlardı. Değişen hiçbir şey yoktu. Bunaldı. Tiksinti ve bıkkınlık içinde başını bu manzaralardan kurtarmak için denizden tarafa çevirdi. Yolcu vapurunun denizi yararak ilerleyişinde bıraktığı beyaz köpüklere daldı gitti bir ara. İnsanları izlemek istemiyordu. O arada vapura eşlik eden martılar, kahkahalarla gülüyorlardı.. Ne kadar özgür ve mutluydular. Kanatlarıyla süzülürken birbirleriyle dans ediyorlardı.

Yağmur durmuştu artık. Hava daha ılıman ve sakindi. Ama kendisi hala tedirgin ve nefes alışverişlerinde yeterince becerikli değildi. Hiçbir şey onun durumunu değiştiremiyordu. Denizi ve martıları izlemekten de usandı. Başını gayri ihtiyari çevirdiğinde karşısında oturan kızı fark etti. Ne zaman gelmişti ki? En fazla yirmi üç yaşlarında çok genç biriydi. Orta boylu, ince, güzel değil ama çekici bir yüzü vardı. Gözlerinde belli belirsiz bir hüzün, denize dalmış bir şeyler düşünüyor gibiydi. Üzerinde kırmızı bir manto, dizlerinin üzerinde kahverengi küçük bir çanta vardı. Bir şeyleri boğuyor gibi çantanın sapını sürekli sıkıyordu. O da pek huzurlu görünmüyordu. Kim bilir neler olmuştu?

Birden bakışlarını çevirdi genç kız. Anlık bir bulaşmanın heyecanını yaşadı delikanlı. Ama kız tüm masumiyeti ve mahcubiyeti içinde bakışlarını kaçırdı. Kimdi? Neciydi acaba? Ona karşı bu merak nerden çıkmıştı? Ne olursa olsun onu tanımak, sesini duymak istiyordu. Bu tür duyguları yaşamamıştı daha önce hiç.

Bir fabrikada çalışıyordu belki. Belki de üniversite öğrencisiydi. Ailesiyle küçük, bahçeli bir evde yaşıyor, denizi de görüyordur belki. Ya da eskiden görüyordu da evlerinin etrafını kule gibi apartman kapatmıştı. Mahrum kalmıştı denizi seyretmekten ve onun için vapurdaydı. Babası bir emekli polisti büyük bir ihtimalle. Annesi dizlerinden rahatsız ve yürümekte zorluk çekiyordu. O yüzden de genelde evde vakit geçiriyordu anne babası. Kendisinden küçük iki erkek kardeşi de okula gidiyordu. Akşam yemeklerini genellikle saat 19.30 gibi yiyorlardı. Onlar kızlarını beklemeden yemeğe başlamıyorlardı. Birden karşısındaki kızın iştahla yemek yiyişini hayal etti. Yemekten sonra koltuklarına kurulup keyifle sohbet ettiklerini düşündü. Orada olmayı ve ne konuştukları bilmeyi o kadar çok istedi ki. Çünkü o, yemek yemeyeli günler olmuş, kaç senedir de ailesinden uzakta, böyle sohbet etme imkânından mahrum kalmıştı.

Vapur yavaş yavaş iskeleye yanaşmaya başladı. İnsanlarda bir telaş içinde koşuşturma başladı çıkışa doğru. İskele, ana baba günüydü.  Kırmızı mantolu kızda kalktı, kalabalığa doğru yürümeye başladı. O kalabalıkta onu kaybedebilirdi. Gözden kaybolur endişesiyle genç adam da telaşla kalktı ve takıldı peşine.  Cebinden para düşünce eğildi bir an. Doğrulduğunda kız yoktu. Önündeki insanları iterek son gücüyle iskeleye adım attı. Etrafına baktı, ama kız yoktu. Ne ara gitmişti? Nereye kaybolmuştu? Hayal miydi acaba? Donup kaldı öylece iskelenin ortasında bir heykel gibi. Yağmur yeniden şiddetle yağmaya başladı.  Aldırmadı. Beklemeliydi. Dönüşte, belki sabah, ona tekrar rastlardı.

Sabah sigarasını yaktığında tutulduğu öksürük nöbetinde ağzından çarşafa boşalan kan lekeleri geldi gözünün önüne. Nefesini zor alıyordu. Başı dönmeye, etraf kararmaya başladı ve en son ağlaşan martıların sesi kaldı kulaklarında.

Sabah yolcu vapurunun dönüşüne çok az kala kırmızı mantolu kız görüldü rıhtımda.  Bir kalabalık oluşmuştu. Yaklaştı ve üzeri gazetelerle örtülü, etrafı kanlarla dolu bir ceset gördü. Sordu kim diye? Tanıyan yoktu. Üzülerek bindi vapura ve güvertede saçlarını rüzgâra teslim etti. Vapur dalgalarla mücadele ederek ine kalka, arkasında köpükler içinde o delikanlıyı alıp götürdü şehre.

Oysa genç adam, çoktan martıların kanatlarında gökyüzünü ikamet etmişti.

( İskele Ve Kırmızı Mantolu Kız başlıklı yazı KENAN KOÇ tarafından 18.07.2020 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.