Monolog
Röportaj –Şiirle Kendi İç Dünyamızda Beslenmek-
Sevgili
okurlarımız, yine bir monolog röportajla şiirin penceresine gönlümüzü açarak
serinlemek huzur duymak gülümsemek için, karşınızdayız. Her zamanki gibi
şairimiz, Gülveren yanımızda. Sayın Gülveren öncelikle hoş geldiniz, sefalar
getirdiniz. Siz şair, şiir yazarken okurken kendisinin ve şiirin gelişim
sürecinden kopmadan, şiirin kaynaklarıyla kendi iç dünyasını besleyerek iç
dünyasında aydınlatarak kendisini aramak zorundadır ve bu beslenmeyi sürdürerek,
okurun beğenisi için kendisini geliştirmek, okuru ve kendi iç dünyasıyla
tanışması gerektiğini söylüyorsunuz, bunu biraz daha açık ve belirgin anlatır mısınız?
-Öncelikle hoş
bulduk size ve okuyucularıma, selam vererek başlamak istiyorum. Okuru uzak
beldelerde değil yanında gezdiren, hoşnut eden şiirle yine baş başayız. Kendisiyle
sınırlı dar bir alanda yaşarken, şair olunca şiir yazınca yeni bir tarz ortaya
çıkarmak sınırlı dar alanlarını genişleterek kendini okuyucularına ifade etmek
için, çaba uğraş içinde olmalıdır. Saklı yazarlarla şairlerle dolu memleketin
her bir köşesi, lakin gün yüzüne çıkarak kendini belli edebilmesi için önce bol
bol şiir okuyarak iç dünyasını aydınlatmalıdır ki dış dünyasını aydınlık
edebilsin. Şiir’in kokusunu içine çekmeden, tatmadan bu kokuyla yazamaz. İlham
gelmediği zaman, tavana saatlerce bakarak şiir yazmanın yazamamanın sancısını
çekmeli hissetmeli. Ümitleri, özlemleri, beklentileri olmayan bir insanın, yazmayla
kendini ifade etme gücü de yoktur. Önce şiirin içinde kendini bulacak, sonra
karşısındaki insanın çektiği ıstırabı hissedecek, sonra bu uzun süreçte
yazacak. Şair yazmadan önce okuma faslını atlayıp, bir an evvel yazarlığa terfi
etme arzusunda olmamalı, yoksa yazdıkları kendisi okumayı yarım bıraktığı gibi,
yarım olur. Bilirsiniz Yaşamın dörtte üçü mutluluğa sahip olmak için geçiyor, şiirde
karşındakine biraz mutluluk vermek katmak olduğuna göre, önce şiirle kendini
ruhunu besleyecek sonrasında üretecek. Şiir aynı zamanda bizi, çözüme
kavuşturmakta zorlandığımız sorunlardan kurtararak nefes aldırarak saklayan bir
sığınak ise, bu sığınağı güzel dizayn etmek herkesin gelip yerleşeceği bir
mekan haline getirmek için uğraş çaba içinde olacağız. Üstat ne güzel kendini
aramış bulmuş hissetmiş ve yazmış.
Tahir olmak da
ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir
barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da
ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin
dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da
ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nâzım Hikmet
- Gündelik
telaşları bahane ederek gezmemek diye bir lüksü yoktur şairin, şiirin içinde
gezmek şairin asıl görevidir kendisiyle yüzleşmekten kaçmakla insanların
dertleriyle dertlenmeden hissetmeden şairde olunamaz. Bazıları dese de aynı nehirde
iki kez yıkanılamayacağı gibi iki defada dört defa da yıkanılır arınmak yüzmenin
nasıl bir his bıraktığını anlattığını önce hissetmek sonrasında yazmak için.
-Teşekkürler
ederim Gülveren ocakta demlenen çayımızdan birkaç yudum aldıktan sonra
izninizle devam edelim.
-Tabi ki izne
ne gerek var okuyucularımızda buyursun gelsinler.
Mehmet Aluç